Gassal’ın ardından başlayan tartışmalar, aslında uzun yıllar merkezden dışlandığını düşünen Siyasal İslamcıların kendilerini kanıtlama çabası gibi duruyor. Seküler kesimden daha iyi dizi yapabildiklerini ispat etmek istercesine altını kalın kalemle çiziyorlar.
TRT’nin yeni kurulan “Tabii” adlı ücretli internet platformunda çok ses getiren bir dizi yayınlandı. Başrolünde Ahmet Kural’ı gördüğümüz dizi “Gassal” adıyla izleyicilere merhaba dedi. Ben baştan söyleyeyim, dizi izlemeye pek vakit ayıramadığım için Gassal’ı seyretmedim. Bizim vergilerimizle finanse edilen TRT’ye niye ayrıca para ödeyeceğim ve devletin niye “Netflix’i” var gibi sorular zihnimde ayrıca dönüyor tabi. Neyse bizim konumuz Gassal’ın finansmanı ya da sinematografik boyutu değil elbette. Gassal’ın yayınlanmasıyla beraber büyük bir gürültü koptu. Kimileri eleştirdi, kimileri göklere çıkardı. Ama kimileri de yıllardır biriktirdiği hıncını dışa vurdu.
Mesela sosyal medya profilinde “Vaize” olduğu yazan ve üst düzey bir bürokratın kızı olduğu konuşulan bir hanımefendi “Küfür ve cinsellik içermeyen bir şey çekemiyorsunuz oğlum. Yapamıyorsunuz işte bunu. Kabullenin. O yüzden tir tir titriyorsunuz Gassal tipi diziler çoğalacak da tahtınız devrilecek diye. Titreyin, meheldir” ifadelerini kullandı. Öbür yandan Karar gazetesinde bir köşe yazarı, Siyasal İslamcıların yerli ve milli dizisi Gassal’da niye başörtülü bir karakter bulunmadığını dert edinmiş. Öyle ya Gassal, Vaize hanımefendinin belirttiği gibi sekülerlerin tahtını devirecek ölçüde Siyasal İslamcıların yerli ve milli dizisiyse başörtülü bir karakter olmazsa olmazdı.
Gassal’ın Siyasal İslamcı kesimlerde ürettiği yankılar genellikle seküler temalı dizilere karşı bir kompleks, bir türlü yetinememe, hınç ve haset gerilimiyle vücut bulmuş durumda. Buradan hareketle Gassal’ın Siyasal İslamcı tabakadaki akisleri üzerinden genel bir muhasebeye gitmek elzem oldu. Bir kere bugünkü dizilere panoramik bir bakış atılırsa, siyasî iktidarın zihni izdüşümleriyle meydana gelen bir sektör oluştuğu açıkça görülebilir. Ecdadımızın Bizans’ın türlü oyunlarını alt ettiği, kahraman ordumuzun terör unsurlarına geçit vermediği, mafyavari kimselerin ülkemize türlü fenalıklar etmek isteyen yabancı istihbarat ajanlarının belini kırdığı diziler revaçta biliyorsunuz. Bunun yanında malum olduğu üzere gülmek yasak! Çatık kaşlı, öfkeli ve hatta kindar bireyler makbul vatandaş statüsünde kabul ediliyor. Bu nedenle güldürü unsuruna yer verilmiyor. Hele hele politik komedi, aman ha! Hâl böyleyken Siyasal İslamcılar, dizi sektörüne burun kıvırması gereken son kişilerdir. Ama gene de yetinemiyorlar, Siyasal İslamcıların bagajı bütün dizi sektörünü sardığı halde yetinemiyorlar.
Esasında Siyasal İslamcı kesimler, cumhuriyetin temsil ettiği modern seçkinler karşısında kendilerini alternatif bir düzen kurucusu biçiminde kodluyorlar. Siyasal İslamcılar, çevrenin aktörleri olarak uzun yıllar merkezin periferisinde kaldılar. Türkiye’deki dar bir elit tabakanın kendilerini küçümseyerek dışladığını düşünen taşradaki Siyasal İslamcılar, merkeze karşı büyük bir hınç besledi. Özellikle din olgusunu gözeterek taşradan merkeze baktıklarında,çağdaş yaşantısıyla özüne “yabancılaşmış” seçkinler gördüler. Modern, seküler ve batılı görünüme sahip bu kimselerin, Türkiye’ye ait olmadığını değerlendirdiler. Onlara göre bu ülkenin asıl hamuru kendileriydi. Bu nedenle merkezle tanıştıkları ilk andan itibaren yergi retorikleri geliştirmekten geri durmadılar. Siyasette, sinemada, edebiyatta ve aklınıza gelebilecek her alanda merkezdeki elitlerin öze ne kadar yabancı olduğunu, kendilerinin ne kadar yerli ve milli olduğunu ispat etmeye çalıştılar.
Gassal’ın ardından başlayan tartışmalar, aslında uzun yıllar merkezden dışlandığını düşünen Siyasal İslamcıların kendilerini kanıtlama çabası gibi duruyor. Seküler kesimden daha iyi dizi yapabildiklerini ispat etmek istercesine altını kalın kalemle çiziyorlar. Bir dönem Serdengeçti dergisi çıkaran Osman Yüksel’in meşhur deyimiyle “bağrı yanık Anadolu çocuklarının” önüne seküler cenahtan bariyerler koyulsa da Siyasal İslamcılar merkezin her türlü engellemelerini aşarak yerli ve milli diziler üretmek için kollarını sıvadı. Onlara göre dizilerde, okuyup belirli bir yere geldikten sonra kendi ayakları üstünde durabilen kadınlar, modern giyinimli bireyler, iş çıkışında iki duble içki tüketen insanlar, gece hayatı, orta sınıfın gündelik yaşantısı gibi dizi temaları bu ülkenin gerçekliğini yansıtmıyordu. Bu ülkenin bir gerçekliği varsa o da kendileriydi. Yani dizi temaları Siyasal İslamın gündemini aksettirmediği için yerli ve milli değildi.
Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya” şiirindeki gibi kendilerini “garip ve parya” hisseden Siyasal İslamcı cenah, dizi ve film yapımlarındaki seküler temalara karşı yeni projeler ürettiler. Merkezdeki seküler kesime yönelik çevrede biriken hıncı, hor görülmüşlüğü ve onların topluma yabancılaşmasının olan tepkiyi de böylelikle gün yüzüne çıkarma fırsatı buldular. İşe öncelikle edebiyat metinleri ortaya koyarak başladılar. Ancak söz konusu edebiyat, her daim belirli temalar etrafında şekillendi. Gerçekliğin bir kısmını gizleme, çarpıtma, mitler, fetişler, tabular ve düşman imgeleri meydana getirme gibi unsurlara başvuruldu. Örneğin Siyasal İslamcı tabakanın merkeze duyduğu tepkiyi dile getiren metinlerde sıklıkla jandarmaların evleri basıp Kur’an aradığından bahsedilir. Buna karşılık kitapların kahramanları, Kur’an’ı ya saklar, ya da gömer. Gelgelelim kitap biraz daha ilerlediğinde evlerde veya camilerde gizli Kur’an kursu örgütlenmeleri olduğunu görürsünüz. Bu nevi temalar sıklıkla referans alınır.
Osman Turan’ın deyişiyle “Vatan’da Gurbet” çeken Siyasal İslamcılar, edebiyatın ardından dizi ve film sektörüne el attılar. Türkiye’nin “gerçek gündemini” edebiyatta olduğu gibi dizi ve film sektörüne taşımayı amaçlıyorlardı. Seküler kesimin içkisiz, kadınsız, küfürsüz yapamadığı dizi ve filmlere karşılık nasıl yerli ve milli yapımlar çıkarabileceklerini göstereceklerdi. Ancak burada da seküler hayat tarzına koşut bir aşk ve nefret ilişkisi geliştireceklerdi.
Siyasal İslamcılar, seküler hayat tarzına din olgusuna uygun düşen imgeler ekleyerek onların dünyasına ulaşmayı arzuluyor. Ancak bunu yaparken de temkinliliği elden bırakmıyorlar. Önce kendilerini sakınıyorlar. Sonra kültürel kodlarını yavaş yavaş adapte ederek seküler olmadan seküler hayat sürmenin yollarını aramaya başlıyorlar. Hâl böyleyken Vaize hanımefendinin ifadelerini tekrar bir düşünmek gerekir!
SEKÜLER OLMADAN, SEKÜLER HAYAT SÜRMENİN YOLLARINI ARAMAK
Siyasal İslamcıların, yerli ve milli dizi üretirken seküler yaşam biçimine aşk ve nefret ilişkisiyle yaklaşmalarının en tipik örneği son yıllarda popülerliğini koruyan Kızılcık Şerbeti’dir. Başlarda seküler yaşam tarzıyla muhafazakârlığın çatışmasını konu edinen fakat sonradan aks değiştiren Kızılcık Şerbeti’nde, varsıl Ünal ailesi gelenekçiliğiyle bilinen Fatih semtinden ayrılarak modern Bebek’e yerleşmiştir. Peyami Safa’nın Fatih Harbiye kitabıyla benzer temaları barındıran dizide Ünal ailesi, gelenekçi değerlere sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen daha çağdaş kimselerin yaşadığı Bebek’te dışarıdan modern görünümlü ama içi muhafazakâr yaşantıya uygun biçimde tefriş edilmiş bir evde yaşamaktadır. Tıpkı seküler iş insanları gibi, turizm işiyle uğraşıp oteller işletiyorlar. Ancak otellerde içki yok, bunlar muhafazakâr oteller!
Buna karşın dizideki seküler karakterler –özellikle erkekler- son derece “pısırık” tipler. Örneğin Umut ve Kayhan gibi seküler erkek karakterler, ailesini dahi geçindirmekten aciz kişiler olarak resmediliyor. Kızılcık Şerbeti’nde muhafazakâr veya gelenekçi karakterler, yaşam biçimleri itibariyle seküler hayat tarzına lehimlenirken oraya duyulan bir nefret ya da kendini sakınma da mütemadiyen gün yüzüne çıkarılıyor. Öbür yandan yakın geçmişte The İmam vardır. The İmam’ın baş karakteri olan imam, aynı zamanda bilgisayar mühendisidir ve motora binmektedir. Bu durum tıpkı seküler iş kollarında ve hayat tarzında olduğu gibi İslami çevrelerin bilgisayar mühendisi olabileceğini ve hatta motosiklet de sürebileceğini kanıtlamaya çalışan bir portre ortaya koymuştur. Dizi ve film örnekleri çoğaltılabilir fakat esas olan şu ki; söz konusu göstergeler Siyasal İslamcıların seküler cenahla yaşadığı aşk ve nefret ilişkisini gözler önüne seriyor.
Siyasal İslamcılar, seküler hayat tarzına din olgusuna uygun düşen imgeler ekleyerek onların dünyasına ulaşmayı arzuluyor. Ancak bunu yaparken de temkinliliği elden bırakmıyorlar. Önce kendilerini sakınıyorlar. Sonra kültürel kodlarını yavaş yavaş adapte ederek seküler olmadan seküler hayat sürmenin yollarını aramaya başlıyorlar. Hâl böyleyken Vaize hanımefendinin ifadelerini tekrar bir düşünmek gerekir!
Yorum Yazın