Tek adam rejimini sarsabilecek kadar etkili bir politik güç olarak görüyoruz onu—Arendt’in anladığı anlamda, şiddetin zıddı olan, meşruiyetini aramızdaki “örtüşen görüşbirliğinden” gücünü farklılıklarımızla uyum içinde birlikte hareket etmemizden, birlikte eyleyebilmemizden alan bir politik güç olarak… Farklı yollardan gelip, aynı meydanda buluşanların aklı. ‘Sandık mı, sokak mı’ ikilemine düşmeyen, sandık için sokağa çıkanların aklı.
Türkiye’nin eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu ve dayanışmacı bir demokrasi ile yönetilemeyeceğini düşünen bir akıl var.
Bir üst akıl değil bu. Bir alt akıl da değil. Belli bir adresi, belli bir siyasi kimliği, etnik, düşünsel, itikadi veya toplumsal cinsiyet temelli bir aidiyeti yok bu aklın. Toplumsal tabanda, bazen Kemalist-laikçilerin politik islamcılara beslediği kuşkuda ifade buluyor bu akıl, bazen de politik İslamcıların Kemalist-laikçilere beslediği kuşkuda. Bazen Türk milliyetçilerinin beslediği Kürt alerjisinde dile geliyor bu akıl, bazen de Kürtlerin beslediği devlet alerjisinde. Bazen işini, şirketini, fabrikasını, servetini kaybetmekten korkan bir sermayedarın politik ürkekliğinde yankı buluyor bu akıl, bazen de dayak yemekten, hapse girmekten, seçim kaybetmekten yorulmuş sosyalist bir muhalifin umutsuz öfkesinde…
Ama bazen de bu akıl devletin meşru şiddet araçlarını kontrol eden güvenlik bürokratlarının “devletin bekası” diye özetledikleri bir kaygı ile, göreve seçim kazanarak geldiği için bu araçların kullanımını bir meşruiyet kisvesine büründürebilen iktidar sahibi bir “tek adamın” iktidarını daim kılabilme arzusunda—daha doğrusu o kaygı ile bu arzunun örtüştüğü noktada çıkıyor ortaya.
İşte 19 Mart 2025 günü, sadece Ekrem İmamoğlu’nu değil Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının seçme haklarını hedef alan “sivil darbe” girişimine yön gösteren akıl, bu anti-demokratik akıl.
Tıpkı 27 Mayıs 1960 “ihtilaline”, 12 Mart 1971 “muhtırasına”, 12 Eylül 1980 “müdahalesine”, 28 Şubat 1997 “postmodern darbesinde,” 27 Nisan 2007 “e-muhtırasında,” 15 Temmuz 2016 “darbe girişimine” yön gösterdiği gibi…
Bu aklın Türkiye’nin uzun modernleşme tarihinde, 18. Yüzyılın sonuna kadar uzanan kökleri var — merak edenler arkadaşım Bülent Bilmez’in yeni çıkmış kitabına bakabilirler.
Ama Türkiye’de tarihi henüz yazılmamış başka bir akıl daha var: 2015 yılında “bizler meclise” sloganıyla HDP’yi mecliste grubu olan üçüncü büyük parti yapanların aklı. 2017 yılında yapılan anayasa referandumunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın OHAL koşullarında, devletin tüm olanaklarını kullanarak bizzat oy istediği tek adam rejimine “hayır” diyen 24 milyona yakın seçmenin aklı. Sandığı gitmeyenlerle birlikte kayıtlı seçmenlerin %56,64’lük kesimine tekabül eden bir çoğunluğun aklı. 2019 yılında Ekrem İmamoğlu’na İstanbul’u bir değil, iki defa kazandıran, iptal edilen birinci seçimlerde 13 bin olan oy farkını, ikinci turda 800 bin’e çıkartanların aklı. 2024 yılında CHP’yi Türkiye’yi birinci partisi yapan Türkiye İttifakı’na katılmış olanların aklı.
Bu ikinci aklın da belli bir adresi, kimliği, aidiyeti yok. Bazen bir şehir parkındaki ağaçların kesilmesini engellemeye çalışanlara yönelik orantısız polis şiddetini protesto edenlerin hicvinde ifade buluyor, bazen kadına yönelik erkek şiddetini protesto etmek için yürüyen kadınların sloganlarında. Bazen ‘kul hakkı yemekten’ korkan bir müslüman dil veriyor ona, bazen de “hak, hukuk, adalet” diye yürüyen bir Kemalist laikçi. Bazen “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye slogan atan ulusalcılar, bazen de “yaşasın halkların kardeşliği” diyen Kürtler konuşuyor onun dilini.
Her seferinde, farklı farklı işleyen akıllarımız ve vicdanlarımızın, farklı farklı yollardan gelerek örtüştüğü bir noktada gösteriyor kendini. Tek adam rejimini sarsabilecek kadar etkili bir politik güç olarak görüyoruz onu—Arendt’in anladığı anlamda, şiddetin zıddı olan, meşruiyetini aramızdaki “örtüşen görüşbirliğinden” gücünü farklılıklarımızla uyum içinde birlikte hareket etmemizden, birlikte eyleyebilmemizden alan bir politik güç olarak…
İşte bugün 19 Mart günü yapılan sivil darbeye direnen, seçme hakkımızı, dolayısıyla demokrasiyi savunan da bu akıl.
Farklı yollardan gelip, aynı meydanda buluşanların aklı.
‘Sandık mı, sokak mı’ ikilemine düşmeyen, sandık için sokağa çıkanların aklı.

Yorum Yazın