Güçlü duygular eşittir yoğun enerjiler demek. Yüklü duyguları bastırıp akmasına izin vermediğimizde duygular tahliye edilmediğinden pis bir su gibi olduğu yerde çamurlaşıyor. O yüzden en akıllıca iş duyguları hissetmeye açık olup onların akmasına izin vermek.Nasıl hissediyorsunuz? Üzgün, sakin, neşeli, yorgun, kaygılı, canlı...? Duygusal repertuvarımız dolu olsa da bu duygularla bağlantı kurma seviyemiz oldukça düşük. Duygusuz tek bir insan yok ama ifade etmeyi becerenlerimiz az. Aydınlanma çağıyla birlikte aklın ve bilimin öne çıkmasıyla duygular istenmeyen kutusuna atıldı. Her ne kadar bu silahın barutunu ateşleyen ‘Düşünüyorum öyleyse varım.’ diyen Descartes olduğu düşünülse de “Düşünmek sadece anlamak, istemek, hayal kurmak değil, aynı zamanda hissetmektir” diyerek düşünceye duygusal bir bağlantı ekleyen de o olmuştur.Rasyonel olmak kapitalist sistemin kurgusunda paha biçilmez bir özellik. Ama sorun şu ki insan rasyonel değil irrrasyonel bir varlık. Fakat yine de tarafımızı akıl ve mantıktan yana kullanıyoruz ve teknoloji çağında duyguları sere serpe yaşamanın bir çocuk için daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Aslında tüm kararlarımızı duygusal nedenlerden verirken duyguları mantıkdışı görüyoruz. Batı tarihinin mottosu ‘Düşün!’. Ve Mantık fetişleri bu sloganı çoktan satın aldı.
Descartes altı çeşit duygu olduğundan bahseder: Merak, sevgi, nefret, arzu, sevinç ve üzüntü. Ona göre diğer tüm duygular bu duyguların bileşimidir. Duygulanımlarımızı adlandırabilmek, ne hissettiğimiz konusunda önce kendimize ve sonra karşımızdakine dürüst olmayı gerektirir.
DESCARTES 6 ÇEŞİT DUYGUDAN BAHSEDER
Descartes altı çeşit duygu olduğundan bahseder: Merak, sevgi, nefret, arzu, sevinç ve üzüntü. Ona göre diğer tüm duygular bu duyguların bileşimidir. Öfke mesela nefretin bir türüdür. Duygulanımlarımızı adlandırabilmek, ne hissettiğimiz konusunda önce kendimize ve sonra karşımızdakine dürüst olmayı gerektirir. Genellikle çocukluk yaşantımızda bu hisleri nasıl yöneteceğimizi öğrenmiş oluruz. Farzımisal çocukluğunuzda utanç hissettiğiniz anda bu duygunuz özellikle ebevenyler tarafından tanınmadıysa, bastırmayı seçersiniz. Yetişkinlikte bir hata yapıp yine utanç hissettiğinizde benzer ezberi yaşar ve bu duygu yokmuş gibi davranırsınız. Otomatiğe bağladığınız hallerde artık duyguları sözüm ona disipline edip, kontrol altına alırsınız. Bazen soğuk bir tutumla güç gösterisi yaparken, incinmemiş, kırılmamış gibi davranır bazen ağırbaşlı davranıp tüm olan biteni sindirmiş gibi yaşarken kızgınlığınızı öfkenizi saklarsınız. Özetle davranışlarımızın altındaki duygudan çoğu kez bihaber var oluruz.Tabii akıl da boş durmaz, ağız bir kulp uydurarak yalanlar söyler. Böylelikle kişi kendinle olan samimi ilişkisini iyice kaybeder. Kişi önce korkmamış gibi, öfkelenmemiş gibi, kızgın değilmiş gibi, kırılmamış gibi hareket eder sonra bu duygusal yaraları bantla iyice sarar. Yüzeyde herşey yolunda gibi gözükürken içeride kol kangren olma yolunda ilerler. Neyseki bedenimiz bu büyük oyuna gelmiyor. Egzama oluyoruz durduk yere, fibromiyaj başlıyor, başımız ağrıyor, sırtımızda tonla yük varmış gibi kıpırdayamıyoruz. Veya bazılarımız bu acı duygulardan kaçınmak için bedenini uyuşturmanın bir yolunu buluyor: Mavi ışıklı ekranlar karşısında geçirilen saatler, bir oyuna dalıp kendini unutmak, izole olmak, alkol şişelerinde yüzmeye başlamak, ben güçlüyüm acımadı ki diyen çocuğun cırtlak sesi hepsi.Asıl üzücü olan insanın kendi duygularıyla bağlantıyı kesmesi. Böyle biri yaralarını görünmesin diye özenle saklarken onu iyileştirmek isteyeni de kendisinden uzak tutuyor.
Yorum Yazın