Ülkemizde cereyan eden olaylarla başka ülkeler ve kuruluşlar yakından ilgileniyorlar. Dünya yokmuş ve biz onlara muhtaç değilken onlar bize muhtaçmış gibi hareket etmek istenilen sonuçları vermiyor. Ülkemiz attığı adımların dünyaca izlendiğinin bilincinde olarak davranmalıdır. Dünyada yalnız olmadığımızı, başkalarının bize muhtaç olduğu kadar bizim de başkalarıyla işbirliği yapmak zorunda olduğumuzu her zaman hatırlamak mecburiyetindeyiz.
Bir ülkede cereyan eden olaylar, tarihin her devrinde başka ülkelerde de merak konusu olmuştur. Başka hiçbir nedeni olmasa bile, ülkeler başka ülkelerde gerçekleşen olayların kendilerini etkileyip etkilemeyeceğin, etkileyecekse nasıl etkileyeceğini merak etmişlerdir. Fransız ihtilali hemen bir örnek olarak akla geliyor. Olaydan haberi olan Osmanlı, olayı Frenklerin kendi içinde didişmesi olarak yorumlamış, böylece kendisi üzerindeki Avrupa baskılarının bir süre için zayıflayacağın sanarak memnun dahi olmuştur. Bu ihtilalin yaygınlaştırdığı milliyetçilik fikrinin Balkanlardaki imparatorluk ahalisi içinde kolayca yaygınlaşacağını ve imparatorluğun çöküşünü hızlandıracağını idrak edememiştir.
Tabii, her ülkede her zaman bazı olaylar cereyan ediyor. Bunların hepsi Fransız ihtilali gibi kapsamlı değişim yaratan nitelikte ve kapsamda değil. Çoğu zaman başka ülkeler için önemli sonuçlar da getirmiyor. Yine de, bir ülkede cereyan eden olayların hemen her zaman uluslararası alanda yansımaları olabiliyor, bu yansımalar sonucunda diğer ülkelerin verdikleri tepkiler, olayın ilk geliştiği ülkeye de şu veya bu şekilde geri dönebiliyor. Örneğin son günlerde ülkemizin F-35 üretimine ve satın alımına dönebilmek için uğraş verdiği haberleri gazeteleri süslüyor.
Hatırlanacağı üzere, Türkiye Rusya’nın imal ettiği S-400 füzelerini satın alınca, Türkiye F-35 programından çıkarılmıştı. Başta Yunanistan olmak üzere bazı ülkeler Türkiye’nin bu tür bir silaha sahip olmasını istemiyor, Türkiye’nin F-35 edinmesini kendileri için tehlikeli buluyorlardı. F-35ler yaygın talep gördüğünden, ABD açısından da Türkiye’ye satışlarından vazgeçilmesi pek de önemli gözükmüyordu. Şu sıralarda Türkiye’nin tekrar programa dahil edilmesi gündemde. Anlaşıldığına göre, Yunan ve İsrail lobisinin itirazlarına rağmen, Trump yönetimi konuya olumlu yaklaşıyor. Türkiye’ye dostluk jesti gibi görünen olayın arkasında F-35’in bazı zaaflarının ortaya çıkması, Avrupa’nın Amerika’ya güvenini yitirmesi dolayısıyla bazı NATO üyesi ülkelerin F-35 almaktan vazgeçmesi gibi bu uçağın satışı ile ilgili endişeler de rol oynuyor. Bu örnekten de gördüğünüz gibi, bir ülkede olanların diğerlerini etkileme süreci oldukça karışık. Olanları anlamlandırmak, yorumlamak, ona göre mukabil önlemler almak hiç de kolay değil.
Bu günlerde ülkemiz ilginç bir dönem yaşıyor. Trump yönetiminin dünyaya bakışı berraklaştıkça, Kıta savunmasında Avrupa’nın artık eskisi kadar Amerika’ya güvenemeyeceği, kendi savunmasını planlamak mecburiyetinde olacağı ortaya çıktı. Bu gelişmenin Türkiye açısından anlamını değerlendirenler, ülkemizin gerek Avrupa gerek Orta Doğu’nun güvenliği açısından çok önemli olduğuna, ayrıca büyük ve savaş deneyimi olan bir orduya sahip olduğuna işaret ederek hem Birleşik Devletler hem de Avrupa Birliği nezdinde öneminin arttığını vurguluyorlar. Ülkemiz de tarafların kendisine muhtaç olduğu fikrinden yola çıkarak taraf seçmek için bir dizi talebi olduğunu açıkça söylüyor.
Uluslararası politikada hükümetlerin denetleyemediği güçler de var. Örneğin, kararlarını kendi başların veren, bir bölümü zaten bir ülkenin ağırlıklı etkisi altında bulunmayan, daha ziyade hissedarlarının çıkarını gütmeğe çalışan çok uluslu şirketler var. Bir ülke dahili konularda karar verirken, bu aktörlerin nasıl etkileneceğine, ne tür bir davranış sergileyeceklerine karşı duyarlı olmak, bunları hesaba katmak durumunda.
Eğer Avrupa Birliği Türkiye’nin dostluğunu istiyorsa, Türkiye’yi üye yapmanın yolunu açmalıdır, Türkiyesiz kendisini savunması ve hatta gelişmesi bile çok zordur. Amerika’dan ne beklediğimizi Avrupa’ya ifade ettiğimiz berraklıkta ifade etmedik. Daha ziyade kapalı kapılar ardında bir takım görüşmeler yapılıyor. Biz olayı dışardan gözleyenler ise tahminlerde bulunuyoruz, mesela Suriye’de kopmaya sebep olacak Amerikan önderliğinde bir Kürt yapılanmasını engellemeğe çalıştığımızı, Gazze’de yerli halkın başka diyarlara sürülmesine karşı çıktığımızı tahmin ediyoruz. Bun karşılık, İran’la ilgili bir vaatte bulunduk mu, bilemiyoruz.
Dostlarının Türkiye’ye duydukları ihtiyacın artması sonucunda, hükümetimiz bu ülkelerin ülkemizde cereyan eden olaylar karşısında sessiz kalacaklarını, Türk hükümetinin her türlü davranışını kabulleneceklerini düşünüyor. Bunda pek haksız sayılmaz. Avrupa Birliği Türkiye’nin üyelik ihtimalinin uzaklaşması sonrasında üye ülkelere göçü engellemek karşılığında Türkiye’ye karşı sessiz kalmayı benimsedi. Şu veya bu gelişme karşısında memnuniyetsizlik ifade etse bile, siyasetinde herhangi bir ciddi adım atmadı, değişiklik yapmadı. Birleşik Devletler de farklı davranmıyor. Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına halel getirmemesi halinde, ülkemizde gerçekleşen olaylara karşı ilgisiz davranma siyaseti izledi. Bundan sonra neden farklı bir tutum bekleyelim?
Bu noktada hatırlanması gereken birkaç husus var. İlkin, uluslararası politikada hükümetlerin denetleyemediği güçler de var. Örneğin, kararlarını kendi başların veren, bir bölümü zaten bir ülkenin ağırlıklı etkisi altında bulunmayan, daha ziyade hissedarlarının çıkarını gütmeğe çalışan çok uluslu şirketler var. Bir ülke dahili konularda karar verirken, bu aktörlerin nasıl etkileneceğine, ne tür bir davranış sergileyeceklerine karşı duyarlı olmak, bunları hesaba katmak durumunda.
Türkiye’de gerçekleşen olaylar diğer ülkelerin çıkarları uğruna görmezden mi gelinecek? Belki de öyle olur ama farklı tahminlerde bulunmak da mümkün. Bir kere, devletten bağımsız aktörlerin attıkları adımlar baktığınız zaman, olayların arzulanmayan iktisadi sonuçları olduğu hemen görülüyor.
İkinci olarak, özellikle demokrasi ile yönetilen ülkelerde hükümetleri etkileyecek gönüllü kuruluşlar, siyasi partiler, basın ve diğer medya organları ve evet unutmayalım, parlamentolar filan var. Bunlar hükümetlerin izlediği siyasetleri denetliyor, eleştiriyorlar. Demokrasi ile yönetilen ülkelerdeki hükümetlerin bunları görmezlikten gelmesi pek kolay olmadığı gibi, bazen mümkün de olmayabiliyor. Üçüncü bir husus var ki, bunu her zaman hatırlamamız gerekiyor. Herhangi bir konuda nasıl bazı ülkelerin Türkiye ile işbirliğine ihtiyaçları varsa, Türkiye’nin de o ülkelere ihtiyacı olabiliyor. Dolayısıyla, “ben istediğimi yaparım, diğerleri bana karışamazlar çünkü benim ilgili çıkarları var” türünden bir yaklaşım, yersiz bir özgüven ifadesidir ve itibar etmeden önce ciddi bir analitik süzgeçten geçirilmesi gerekir.
Şimdi bu gözlemlerimizin ışığı altında son günlerde ülkemizde cereyan eden olaylara bakalım. Bilindiği gibi, başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere birçok CHP’li ilçe belediye başkanı ve bu kuruluşlarda görev alan ya da bunlarla ilişkisi olan kişi, daha ziyade gizli tanık ifadelerine dayanılarak tutuklandı. Bazı durumlarda ilk nezarete alınma nedenleri ile bilahare yargıçlara sunulan iddianamelerin bir hayli farklı olduğu da görüldü. Birçok kentte bu olayı protesto etmek için gösteriler yapıldı, gösterileri engellemek için polisimiz çok sert tedbirler kullandı. Olayı izleyen basın ve diğer medya mensuplarına da kötü davranıldı, bir kısmı önce tutuklandı fakat sonra serbest bırakıldı. En az bir yabancı gazetecinin ülkemizde kalmasına izin verilmediği, kendisinin yolcu edildiği ifade ediliyor.
Bu olayların yurtdışında etki yarattığı muhtelif basın organlarında yer aldı. Yurt dışını basını izleyenler şu veya bu gazete veya dergi şunu veya bunu yazdı diye, okuduklarını da dostlarıyla paylaşıyorlar. Pekiyi, bunun dışında herhangi bir sorun çıkmayacak ve Türkiye’de gerçekleşen olaylar diğer ülkelerin çıkarları uğruna görmezden mi gelinecek? Belki de öyle olur ama farklı tahminlerde bulunmak da mümkün. Bir kere, devletten bağımsız aktörlerin attıkları adımlar baktığınız zaman, olayların arzulanmayan iktisadi sonuçları olduğu hemen görülüyor.
Türk lirası değer kaybetmeğe başladı, Merkez Bankasının müdahalesi ile bu kayıp şimdilik kısmen durdurulsa da, birçok gözlemci devam edeceğini söylüyor. Ülkeden yabancı aktörlerin para çıkardıkları söylendi. Ülke içinde de dolar hesaplarında bir artış görüldü. Yurt dışı borçlar için ödenecek faizde de yükselme olmuş. Daha genel olarak, mevcut ortamın istikrarsız bulunduğu, özellikle hukuk sisteminin işleyişinin tereddüt yarattığı, bu durumda dış aktörlerin Türkiye’ye yatırım yapmakta çok ihtiyatlı hatta isteksiz davranacakları söyleniyor.
Ülkemizde cereyan eden olaylara karşı yabancı basın yaygın tepki gösteriyor. Bu tutumun dış ülkelerdeki kamuoylarını etkilemesi önlenemez. Kaldı ki, basın dışında başta siyasi partiler olmak üzere birçok gönüllü kuruluş hükümetimizin tutumunu onaylamadığını dile getirmiş bulunuyor. Bu kuruluşların kendi hükümetlerini etkilemeleri ve hükümetlerinin ülkemize karşı vaziyet almalarını sağlamaları mümkün. Bu durumda hükümetler Türkiye’ye karşı daha sert tutumlar benimseyecekler, ülkemizle birlikte hareket etmek için Türkiye’den daha fazla ödün vermesini isteyeceklerdir. Bu konuda yönetimi demokrasiye düşkünlük sergilemeyen Amerika’nın dış işleri bakanının bile olanlar karşısında endişe izhar etmesi özellikle kayda değer bir gelişmedir.
Görüyorsunuz, ülkemizde cereyan eden olaylarla başka ülkeler ve kuruluşlar yakından ilgileniyorlar. Dünya yokmuş ve biz onlara muhtaç değilken onlar bize muhtaçmış gibi hareket etmek istenilen sonuçları vermiyor. Ülkemiz attığı adımların dünyaca izlendiğinin bilincinde olarak davranmalıdır. Bunu yaparken, özellikle hangi ülkeler gurubuna yakın olmak istediğimizi de hesaplamak mecburiyeti vardır. Dünyada yalnız olmadığımızı, başkalarının bize muhtaç olduğu kadar bizim de başkalarıyla işbirliği yapmak zorunda olduğumuzu her zaman hatırlamak mecburiyetindeyiz.

Yorum Yazın