Doğal olan özgürlüktür. Normal olan seçme hakkıdır. Anormal olan, bu düzende kadın olmaktır.
Kadın bedeninin 2500 yıllık felsefi, politik ve feminist hikâyesi
> Stadyumlarda “Doğal Olan/Normal Doğum” pankartları açıldığında, aslında yalnızca bir sağlık tercihi değil; kadın bedeni üzerine yazılmış 2500 yıllık bir politik metnin son sahnesi oynanıyordu.
“Doğa” adı altında anlatılan her şeyin arkasında, çoğu zaman doğaya aykırı bir vesayet gizlidir.
I. DOĞA, DEVLET VE KADIN: FELSEFİ KÖKLERİN FEMİNİST ELEŞTİRİSİ
~ Herakleitos’un Ağlayan Gölgesi
“Doğa (physis) her şeyin anasıdır” diyen Herakleitos, bugün devletin kadın bedenine “doğal” adı altında nasıl müdahale ettiğini görseydi, belki de “Her şeyin anası, iktidar tarafından rehin alınmıştır” derdi.
Antik Yunan’da doğa bir bilme çabasıydı. Ama doğa kavramı, hızla kadının doğurganlığına indirgenmiş bir tahakküm aracına dönüştü.
~ Platon’un Devletinde Kadınlar Ortak Mülk
Platon, Devlet’te kadınların ve çocukların “ortak” olması gerektiğini savunarak kadın bedenini bireysel haklardan soyutladı. Diotima'nın aşka dair bilgeliği, Akademia’da kamu mülkiyetine çevrildi.
~ Aristoteles ve Biyolojik Determinizm
Aristoteles'e göre kadın, eksik erkektir. Bu fikir, kadın bedenini ikincil ve kontrol edilebilir ilan etti. Bugün “normal doğum” vurgusu yapan politikalar, onun doğa anlayışının modern gölgeleri olabilir mi?
~ Hipokrat’tan Modern Tıbba
Kadim tıbbın doğa anlayışı da kadını sadece doğuran bir beden olarak tanımlar. Bugün jinekolojik normlar, kadının karar hakkını değil, istatistiksel hedefleri merkeze alıyor.
~ Hypatia: Katledilen Kadın Aklı
İskenderiye’de felsefe yapan Hypatia, bilimin cinsiyeti olmadığını gösterdi. Ancak erkek egemen iktidarın hoş görmediği akıllardan biri olarak linç edildi. Bugün sosyal medya linçleri, Hypatia’nın öldürüldüğü meydanın dijital versiyonu gibi işlemiyor mu?
> Kadının yalnızca bedeni değil, aklı da tehdit sayıldığında filozoflar susar, kalabalık konuşur.
II. DİN, AKIL VE MODERNLİK: DOĞAL OLANIN YENİDEN TANIMLANIŞI
~ Ortaçağ'ın Karanlığında Hildegard'ın Işığı
Kadın bedeni Ortaçağ’da günahın konutu olarak tanımlandı. Ancak Hildegard von Bingen, doğayı ve bedeni kutsayan bir kadın bilgini olarak öne çıktı. Doğum kontrol otlarını yazması, bugün sosyal medyada “ahlaka aykırı” diye damgalanacak bir cesaretti.
~ Aydınlanma Çağı: Akılın Kadına Yabancılaşması
Rousseau, Emile'de kadını doğası gereği eve ait ilan etti. Descartes ise beden-zihin ayrımıyla kadını, akıldan uzak bir doğurganlık nesnesine dönüştürdü. Eğer Descartes bir kadın olsaydı, belki de şöyle derdi:
> Düşünüyorum, dolayısıyla kimse bedenim hakkında karar veremez.
Doğumun hastaneye taşınmasıyla birlikte kadın bedeni, klinik değil, ideolojik bir alan hâline geldi. Türkiye’de sezaryen oranları artık yalnızca bir tıbbi mesele değil; biyopolitikanın doğurganlık üzerinden kurduğu denetimin açık bir göstergesi.
III. MODERN DEVLETİN BİYOPOLİTİK TAKTİKLERİ
~ Üreme Emekçisi Olarak Kadın
Kapitalist üretim ilişkilerinde kadın bedeni, görünmeyen emeğin taşıyıcısıdır. Marx yaşasaydı, “Devlet kadın bedeninin artı değerine el koyuyor” diyebilirdi. De Beauvoir’ın sözü bugün şöyle yankılanıyor:
“Kadın doğmaz, doğurganlığı üzerinden tanımlanır.”
~ Tıbbileşen Beden, Biyopolitik Denetim
Doğumun hastaneye taşınmasıyla birlikte kadın bedeni, klinik değil, ideolojik bir alan hâline geldi. Türkiye’de sezaryen oranları artık yalnızca bir tıbbi mesele değil; biyopolitikanın doğurganlık üzerinden kurduğu denetimin açık bir göstergesi.
“Doğal doğum” kampanyaları, sağlık hakkının değil; kadının üreme kapasitesi üzerinde kurulan toplumsal, ideolojik ve ahlaki tahakkümün güncel yüzüdür.
> Doğurmak doğanın işi; doğurtmak devletin takıntısı.
~ Foucault’nun Kabusu: Bedenin Yönetimi
Michel Foucault, modern iktidarın artık ölüme değil, hayata odaklandığını; bireyleri öldürmekten çok “nasıl yaşayacaklarını” belirlemeye çalıştığını söyler. Bugün devlet, kadınlara doğurmaları gerektiğini söylemekle kalmıyor; nasıl, ne zaman, hangi yöntemle doğurmaları gerektiğini de belirliyor.
Doğumhaneler, yalnızca sağlık merkezleri değil; disiplinin uygulandığı alanlar hâline geliyor.
Kadın doğurmuyor; doğurtuluyor.
Seçim hakkı görünür, özgürlük hakkı ise görünmez.
> Biyopolitika, kadının doğurganlığı üzerinden bedenine, anneliği üzerinden kimliğine hükmetmenin binlerce yıllık stratejisidir.
IV. TÜRKİYE'DE KADIN BEDENİ ÜZERİNDEKİ SİYASAL TAHAKKÜM
~ Politik Söylemin Anatomisi
•• “En az üç çocuk” çağrıları
•• “Aile yılı” ilanları
•• Annelik üzerinden tanımlanan kadınlık
•• Sezaryen karşıtı kampanyalar
•• Eş seçme seminerleri
Tüm bunlar, kadının bedenine değil; doğurganlığına yatırım yapan bir devlet tahayyülünü yansıtıyor.
~ Hukuki Geriye Gidiş ve Toplumsal Sonuçları
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme süreci, kadınların yaşam hakkını doğrudan etkiledi. 6284 sayılı yasanın etkin uygulanmaması, şiddetle mücadeleyi zayıflattı. HPV aşısı ücretsiz değil, ped hâlâ vergilendiriliyor, doğum sonrası iş güvencesi zayıf.
~ Küresel Kıyaslar
•• Fransa’da kürtaj anayasal güvenceye alınıyor,
•• İsveç’te babalık izni altı aya çıkarılıyor,
•• Polonya’da kadınlar kürtaj yasağına karşı sokakta
Felsefenin doğduğu topraklarda kadın hâlâ doğumda yalnız, tercihlerinde güvencesiz, yasalar karşısında yetersiz. Ama artık bu hikâye değişiyor. Hypatia'nın sesi, Butler’ın sorusu, Haraway’in isyanı büyüyor.
V. FEMİNİST DİRENİŞ: DOĞA, BEDEN VE ÖZGÜRLÜK
~ Benim Hikâyem: Bir Kadının Bedeninden Geçen Sessiz Bilgi
Pankartlara yazılan o cümleye sinmiş kibirli parmak...
O parmak, doğumun sancısını bilmeyen bir adamın parmağı.
Rahmi olmayanların, yargısı bol olanların.
Sadece doğumu değil, doğuranı da denetlemek isteyenlerin.
Annem bir hastanenin lohusa katında değil, arka kapısından kaçırıldığı bir ölümün başucunda bıraktı beni.
Kan kaybıymış dediler.
Ama ben biliyorum:
O, yoksulluğun ödeneğiydi.
Güvencesizlikti asıl sebep.
Sistemin en sessiz infaz biçimi.
> Güvencesizlik doğal mı?
Kimsesizlik peki?
Doğumda ölen bebek…
Kan kaybıyla yitip giden bir anne…
Bu da mı doğal?
Annem, kardeşimi doğurduktan iki gün sonra öldü.
Ben sezaryenle doğurdum çocuğumu.
Hayatta kalmak için.
Anneme benzememek için.
O sessiz gidişi tekrarlamamak için.
Bunu da mı yargılarsınız?
Benim bedenim travmanın evidir.
Benim bedenim annemin mezarıdır.
Benim bedenim bir karar değil, bir hayatta kalma mücadelesidir.
> Doğumun en doğal hâli, hayatta kalmaktır.
~ Teoriyle Direniş: Butler, Haraway ve Anlatamadıklarımız
Judith Butler’a göre cinsiyet doğallık değil; kültürel bir inşadır. Donna Haraway’in “siborg” manifestosu ise kadını yalnızca doğurganlıktan değil, tüm biyolojik yazgılardan özgürleştirmeyi önerir.
Ama bazı hakikatler yalnızca bedenin sessizliğinden çıkarak yazılır. Ve o hakikat şudur:
> Kadın, doğurgan olduğu için değil; hayatta kalmak zorunda olduğu için mücadele eder.
SONUÇ: FELSEFENİN DOĞDUĞU TOPRAKLARDA EN BÜYÜK DÖNÜŞÜM
Felsefenin doğduğu topraklarda kadın hâlâ doğumda yalnız, tercihlerinde güvencesiz, yasalar karşısında yetersiz. Ama artık bu hikâye değişiyor. Hypatia'nın sesi, Butler’ın sorusu, Haraway’in isyanı büyüyor.
Doğal olan nedir?
Kadının ne zaman, nasıl, ne şekilde doğuracağına kendisinin karar vermesi.
Devletin, dinin ve tıbbın vesayetinden azade bir yaşam.
Kısacası: Özgürlük.
> Doğal olan özgürlüktür.
Normal olan seçme hakkıdır.
Anormal olan, bu düzende kadın olmaktır.
EK OKUMALAR
•• Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi 1: Bilme İstenci
•• Silvia Federici, Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim
•• Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi
•• Donna Haraway, Siborg Manifestosu: Geç Yirminci Yüzyılda Bilim, Teknoloji ve Sosyalist Feminizm
•• Vandana Shiva, Yaşamı Sürdürmek: İnadına Canlı/Kadınlar, Ekoloji ve Kalkınma
•• 90'larda Türkiye'de Feminizm (İletişim Yayınları, 2002) - Aksu Bora & Asena Günal (der.)
•• Türkiye'de Kadın Örgütlenmeleri (KAOS GL yayınları) - İlknur Üstün'ün katkılarıyla.
YAZAR NOTU
Bu yazı yalnızca kuramsal bir inceleme değil; kişisel bir yasın, anne kaybının, kız çocuğu olmanın ve kadın olarak hayatta kalma çabasının izidir.
Simone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” demişti.
Biz bu topraklarda kadın olduk!
Doğurmak değil, doğumda ölmemek belirler yaşam hakkını.
Ve bazen, kadın olmak sadece susmaktan yorulmakla başlar.
Benim bedenim yalnızca bir istatistik değil.
Benim bedenim annemin mezarıdır.
Benim doğumum bir yaşam değil; bir ölümün ardından kalan sessizliktir.
Ve bu yazı, o sessizliğin kırıldığı yerdir.

Yorum Yazın