Ülke olarak zor bir Ocak ayı geçirdik. 2025 yılının ulusal ve uluslararası sorunlar nedeniyle gergin geçmesini bekliyorduk. Ama sadece Ocak ayında bile bu kadar çok gerginlik yaşamamız, bizi gelecek 11 ay için korkutmuyor değil.
2025’i uluslararası düzlemde önemli kılan şey, ABD’de yaşanan başkanlık seçimi ile hız kazanacağı anlaşılan yeni dünya düzeninde her ülkenin pozisyonunu netleştirme gayreti. Evet yeni bir dünya ile karşı karşıyayız. Dengeler oturuncaya kadar çokça çalkalanacağız. Küresel ve bölgesel birçok gelişme kapıda ve her devlet bu duruma hazırlıklı olmak istiyor. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere, Türkiye de bu döneme en fazla hazırlanan ülkelerden birisi. Tabiri caizse Türkiye yeni döneme, alan temizliği yaparak başlamak istiyor ve bunun için de anti demokratik ve hukuk dışı görünmekten çekinmiyor. Hoş artık dünyada dademokrasi ve insan hakları yükselen değerler değil.
Ulusal/yerel anlamda da Türkiye, yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle kemer sıkma politikasını bu yıl uygulamaya koydu. Seçimsiz geçmesi planlanan bu yılda halkın acı reçetede yazılı ilaçları içmesi gerekiyor. Böyle olunca da gündemin hızla ve sürekli değişmesi ekonominin konuşulmasını engellemiş oluyor. O yüzden bu yıl bizi hemen her zaman ekonomi dışındaki gündemlerle meşgul etmek isteyen bir iktidar göreceğiz.
Ocak ayının son sürprizi ise Devlet Denetleme Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklik ile gerçekleşti. Benim gibi birçok hukukçunun sürekli eleştirdiği bir kanun yapma şekli olan torba kanun ile çok önemli değişiklikler TBMM’de kabul edildi.
7539 sayılı kanunla, aslında daha önce 5 numaralı Cumhurbaşkanı Kararnamesinde yapılan bazı değişikliklerin Anayasa Mahkemesi tarafından (bu tür konuların kişi hak ve hürriyetini ilgilendirdiği için Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile düzenlenmesini Anayasa’ya aykırı bularak) iptal edilmesi (AYM, 2018/121E., 2021/84 K sayılı 11.11.2021 tarihli kararı) nedeniyle, düzenleme bu kez kanun şeklinde yapılmış oldu. Şimdi yeniden Kanun’un Anayasa Mahkemesi’ne götürüleceği söyleniyor. Önceki iptal gerekçesindeki sorunların ortadan kalkmış olması nedeniyle AYM’nin bu kez ne yapacağını merak ediyoruz.
Esasen değişiklik birçok açıdan sorunlu görünüyor. Düzenleme ile Devlet Denetleme Kurulu (DDK) bundan sonra, “kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların her türlü ortaklık ve iştiraklerinde” her türlü idari soruşturma, inceleme, araştırma ve denetleme yapabilir hale gelmiş oldu. Elbette bir hukuk devletinde her kurum ve kuruluşun eylemi denetlenmeli ve yargı kontrolüne tabi olmalıdır. Burada sayılan kurumlar da şimdiye kadar hem iç ve hem de dış denetime tabi tutuluyordu. Bu kurumların ayrıca DDK’nın görev sahasına girmesi, idarenin sivil toplumu vesayet alma çabası olarak değerlendirilebilecektir.
Asıl daha büyük sorun ise Kanun’un 6. maddesinde yapılan değişiklik ile geldi. Buna göreilgili kurul üyesi veya denetçiye, bazı koşulların varlığı halinde memurlar ve diğer kamu görevlilerini görevden uzaklaştırma yetkisi tanındı.
Görüldüğü ve kamuoyunda tartışılmaya başlandığı üzere, kanun sadece DDK’nın görev alanını genişletmekle kalmıyor aynı zamanda denetlenen kurumda bulunan memur ve kamu görevlilerini görevden alma yetkisi veriyor. Bu durumda, kanun gereği denetlenemeyen yargı mensupları dışında, atanmış ve seçilmiş tüm kamu görevlileri (yani belediye başkanları ve üniversitede görev yapan akademisyenler de dahil olmak üzere) DDK tarafından denetlenebilecek ve görevden alınabilecektir.
Oysa Meclis’te muhalif olarak adlandırılan 275 milletvekili bulunmakta. Hepimizin beklentisi bu vekillerin, seçmenden aldığı oya sahip çıkarak görevlerini eksiksiz yerine getirmesi olmalıydı değil mi? O halde oylamaya katılıp ret veren 69 milletvekili dışında kalan 206 milletvekilinin o sırada ne yaptığını kamuoyu olarak çok merak ediyoruz!
Burada şu hatırlatmayı yapmak lazım: Kanun’un 3. maddesine göre DDK üyelerinin tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır ve Cumhurbaşkanı’na karşı sorumludur.
Elbette böyle bir düzenleme, hukukun üstünlüğüne uygun bir düzenleme değildir. Zira eskiden DDK, denetleme sonrası hazırladığı raporu ilgili birime (parlamenter sistemde iken Başbakan’a) iletir ve gerekli tedbirleri almasını isterdi. Şimdi doğrudan görevden almaya varan düzeyde bir yetkinin kullanılması yürütmenin yargı yetkisini kullanmaya başlaması anlamına gelmektedir. Zaten fiilen erkler ayrılığındaki çizgilerin kaybolduğu bir dönemde bir de bu kadar radikal bir yetkinin yürütme organına verilmesi büyük sakıncalar barındırmaktadır. Diğer taraftan şimdiye kadar sadece rapor hazırlayan kurumun bundan sonra idare hukuku anlamında iş ve işlem yapması da mümkün olduğu için Kurul kararlarına karşı nasıl bir yargısal kontrol başka bir belirsizlik halin geldi. Değişiklik bu haliyle de önü-arkası iyi planlanmamış bir düzenleme olarak görünmektedir. AYM’nin bu sorunlu düzenleme konusunda cesur bir Anayasa’ya uygunluk denetimi yapması en büyük temennimiz olacaktır.
Konunun bir diğer ve önemli tarafını ise ne yazık ki yeterince konuşmuyoruz. DDK, parlamenter sisteme özgü bir kurum olup, tarafsız bir Cumhurbaşkanı için oluşturulmuş bir denetleme aracıdır. Zira devletin birliğini ve kurumların uyum içinde çalışmasını gözetecek olan Cumhurbaşkanı, örneğin devlet kurumlarından birinin görevini yerine getirmediğini veya haksız birtakım işler yaptığını görürse ve yürütme organının bu konuda bir tedbir almadığını düşünürse Kurum’u devreye sokarak bir rapor hazırlatabilir ve yürütme organının(başbakanın) gerekli tedbiri almasını sağlayabilirdi. Bundan dolayı da siyasi erk üzerinde bir idari denetim işlevi görürdü. Bu nedenlerle bu kurumun tarafsız olmayan bir Cumhurbaşkanı’na verilmesi ve hatta adında geçen devlet ibaresini aşacak şekilde dernek, vakıf ve sendikaları denetlemeye başlaması anayasal açıdan da sorunlu görünmektedir.
Olayın bir de muhalefete düşen yönü var ki ona da değinmeden geçmemek lazım. Elbette muhalefet açısından zor bir dönem olduğunu kabul ediyorum. Ama milletvekillerinin asli görevi yasamadır. Yasama görevi de en başta kanun yapma faaliyetlerine katılmakla gerçekleşir. İktidar, meclis çoğunluğunu kullanarak kendisini güçlendirmek isterken, muhalefetin buna karşı çıkması, Meclis’te konunun tüm sakıncalarını ortaya koyması, gücü yetmediği zamanlarda da diğer demokratik kurumları ve kamuoyunu uyarması ve desteğe çağırması gerekir. Oysa biz bu kanunu, görüşülürken ve hatta komisyon çalışmaları devam ederken değil kanun kabul edildikten sonra öğrenmiş olduk. Ve sonra dönüp baktığımızda söz konusu kanunun 236 kabul 69 ret oyu ile yasalaştığına üzülerek şahit olduk. Oysa Meclis’te muhalif olarak adlandırılan 275 milletvekili bulunmakta. Hepimizin beklentisi bu vekillerin, seçmenden aldığı oya sahip çıkarak görevlerini eksiksiz yerine getirmesi olmalıydı değil mi? O halde oylamaya katılıp ret veren 69 milletvekili dışında kalan 206 milletvekilinin o sırada ne yaptığını kamuoyu olarak çok merak ediyoruz!
Yorum Yazın