Eskilerin deyimiyle söylersek; "deniz bitti." Bilinçli eksiltilen varlıkların yarattığı, ekonomik yıkımın etkilerinin, halk kitlelerine yansımasını geciktirmeye çalışılıyor. Bu amaçla yürütülen yeni programın çözüm getireceği de kuşkulu.
Türkiye; sonuçlarının güvenilirliği tartışmalı halk oylaması ile köklü bir rejim değişikliğine uğradı. Ülke 9 Temmuz 2018 gününden bu yana altı yıldır "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" adı verilen bir sistemle yönetiliyor. Adı iktidar blokunun ikinci üyesi MHP Genel Başkanı Bahçeli tarafından verilen bu yönetim şeklinin, demokratik kurallara uygun işlediğinden söz edilemiyor.
İktidar blokunu oluşturan iki partinin siyasal anlayışları, son yerel seçim sonuçlarına bakıldığında oy kaybetmelerine neden oluyor.
Geçmişte özellikle ekonomideki başarısızlıklarını, büyük ölçüde dış dünyaya bağlayarak kendi seçmen kitlesini ikna etmeyi başardılar. Ancak taktik üstünlüğünü tam denetim altındaki kaynak yönetimine borçlu olan, "Cumhur İttifakı" moral üstünlüğünü hızla yitiriyor.
Türk toplumunun yüzyıllara dayalı, gelenekselleşmiş bir toplumsal ortak paydası var. Üretmek yerine üleşmeyi öncelemek olarak tanımlanabilecek bu yaklaşım, hızla tüketilen tasarruflar ve borçlanma yoluyla, sağlanan dış kaynaklarla yürütülebildi.
Eskilerin deyimiyle söylersek; "deniz bitti." Bilinçli eksiltilen varlıkların yarattığı, ekonomik yıkımın etkilerinin, halk kitlelerine yansımasını geciktirmeye çalışılıyor. Bu amaçla yürütülen yeni programın çözüm getireceği de kuşkulu.
Aslında gelişmeyi iktidarın fark etmemesi söz konusu olamaz. Cumhur İttifakı; bulunduğumuz koşullarda sorunu doğru tanı ile çözmek yerine, kendi seçmenleri ile bir anlamda safları sıkılaştırma politikasına yönelineceğini gösteriyor. Bu amaçla tartışmaların eksenini, ekonomiden inanç ve aidiyetler üzerine kaydırmayı deniyor.
Başta Diyanet İşleri Başkanı ile atanmış bakanların demeçleri; yeniden bir laiklik tartışmasının gündeme alınacağını gösteriyor. Örneğin DİB; Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında evlerde kuran okunmasının yasaklandığı rahatlıkla öne sürüyor.
Bilinçli olarak bir yandan Cumhuriyet ile başlayan aydınlanma dönemi, baskıcı olduğu iddialarıyla kötülenirken, iktidarın anlayışına uygun genişletilmiş din eğitimiyle, kamuoyunun dikkatleri ekonomiden uzaklaştırılmaya çalışılıyor.
KAMUOYUNUN DİKKATLERİ EKONOMİDEN UZAKLAŞTIRILIYOR
Milli Eğitim Bakanı; başında bulunduğu kurumun adını Maarif’e çevirme çabasında. İlk adım;2021 yılında açıklanan ÇEDES protokolüydü. Orta öğrenim ve İmam Hatip Liseleri öğrencilerini "bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere göre" yetiştirmek amaçlıydı. Proje ile din görevlilerinin öğrencilere "Değerler Eğitimi" vermelerinin yolu açıldı. Geçtiğimiz 2023 yılında yeni bir aşamaya geçilerek, ilkokul öğrencileri de proje kapsamına alındı.
Bilinçli olarak bir yandan Cumhuriyet ile başlayan aydınlanma dönemi, baskıcı olduğu iddialarıyla kötülenirken, iktidarın anlayışına uygun genişletilmiş din eğitimiyle, kamuoyunun dikkatleri ekonomiden uzaklaştırılmaya çalışılıyor.
Milli Eğitim Bakanı; iktidar ile uyuşan din eğitimine ağırlık veriyor. Ancak yangına duyarlı bölgelerdeki öğrencileri, orman varlığının korunmasını destekleyen eğitim programlarına yönlendirmeye gerek bile duymuyor. Boş durur mu? Orman Bakanı da basit önlemlerle yangın riskini azaltacağına, "Eski Türkiye'de" başörtülü annelerin çocuklarının okullarına giremediklerinden söz ediyor.
Ana muhalefet partisi CHP’nin o zamanki yönetimi; 2017 yılındaki anayasa değişikliği sırasında kullanılan mühürsüz oy pusulalarının geçerliliğine ilişkin YSK kararına karşı etkili muhalefet yapmamıştı. Yeni yönetimi bu hatayı görerek, Eğitim Kurumlarındaki sendikalar ve STK’lar ile bu uygulamaya karşı çıkmakta daha fazla gecikmemeli. Veliler dışındaki aile bireyleri birlikte karşı çıkmalılar.
Yorum Yazın