Türkiye’de bazı siyasî kriz dönemlerinde en sık atıfta bulunulan kavramlardan birisi “Demokratik Toplum Düzeni”dir. Örneğin, son yıllarda yaşanan olaylara baktığımızda, politik aktörlerin birbiriyle tartışmaları ve karşılıklı suçlamalarının bu kavram etrafında döndüğünü görürüz. Peki, nedir bu kavramın işaret ettiği politik gerçeklik?
Demokratik toplum düzeni kavramı, her şeyden önce, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin esaslarına işaret eder. Bu noktaya özellikle dikkat çekmek gerekiyor, çünkü “demokratik toplum düzeni” dendiğinde, genellikle yapılan “Batı demokrasileri” gibi soyut ve bir o kadar muğlak çağrışımdır. Oysa “Batı demokrasileri” ana doğrultularda benzeşme göstermekle beraber, devlet-toplum ilişkilerinin mahiyeti hepsinde aynı olan bir politik rejimler topluluğunu ifade etmemektedir. Örneğin, bu rejimlerin bazıları hem bir merkeze hem bir devlete sahipken (Fransa), bazıları bir devlete sahip, fakat bir merkezden yoksundur (İtalya). Diğer bazıları ise bir merkeze sahip, gerçek bir devletten yoksunken (İngiltere); ne bir devlete ne de bir merkeze sahip olanlar da vardır (İsviçre). Dolayısıyla katılımın ve çoğulculuğun mahiyeti her Batı toplumunda aynı değildir.
Bu bakımdan, Batı demokrasilerinin işleyişleri uygunlamada farklılık gösterirken, her biri kendi somut sosyo-kültürel ve politik temeli üzerinde oturur. Bu noktadan hareketle, demokrasinin somut bir mekanizma olarak o toplumun kendi toplumsal/politik gerçekliği üzerine inşâ edilmesi gerektiği düşüncesine varabiliriz.
Öte yandan, Batı demokrasileri, katılım ile rekabetin dengelendiği bir politik anlayışa dayanır. Bunun sebebi, rekabet fırsatından yoksun bir politik katılmanın hegemonya yaratmasını önlemek ama katılma olmadan vukû bulan bir rekabetin oligarşi doğurmamasını sağlamaktır. Örneğin, bu ikisi arasındaki dengeyi beşleyen kültürel ögeler Türk toplumunda ne oranda mevcuttur? Bildiğim kadarıyla, birçok araştırma, kültürümüzün, ahengi ve etkinliği bozar diye katılmayı reddetmeye yatkın hiyerarşik nitelikte olduğuna işaret ediyor. Bunun bir başka ifadesi, sosyolog Doğan Ergun’un bir çalışmasında (TürkBireyi Kuramına Giriş, 1991) vardığı sonuca göre, Türk bireyinin kamucu/devletçi oluşudur. Oysa demokrasi üzerine yapılan görgül araştırmalar, bireyci kültür tipinin, demokratik yönetimi mümkün kılmada daha destekleyici işlev gördüğünü kanıtlamaktadır.
Toplumumuz açısından kamu kavramı, aslında tamamen devletin kontrolüne tâbi bir alan olarak algılanmaktadır. Bunu hiyerarşik bir kültürün varlığı ile bağlantılı olarak düşündüğümüzde; bireyi devlet karşısında korumayı esas alan politikalar veya devlet yerine toplumun yüceltilmesine dair yaklaşımlar çok iyi ayarlanmak durumundadır. Aksi takdirde varılacak nokta popülizm olur. Popülizmin (sağ veya sol türünün olsun) demokrasiyi pekiştiren bir işlev gördüğüne tarihsel olarak rastlanmamıştır ama demokrasiyi riske soktuğunun, hatta yıktığının örnekleri boldur.
O hâlde, “Demokratik Toplum Düzeni”ni amaçlarken, düzensizliğin tuzaklarına düşmekten sakınmak gerektiği açıktır. Bunun için, kullandığımız kavramların sadece bir isimden ibaret olmadığına; somut ama farklı gerçeklikleri ifade edebileceğine dikkat etmemiz gerekmektedir.

Yorum Yazın