Şüphesiz, günümüz dünyasında kimlik (ler) ile demokrasi arasında nedensel bir bağ vardır ama bu bağ -sanıldığının aksine- kimliklere ontolojik bir öncelik atfetmez; demokrasinin güçlenmesinin, kimliklerin garantisi olduğunu imâ eder. Dolayısıyla, bu doğrultuda, kimlik meselesini deterministik bir çerçeve içinde değil, ilişkisel bir ontoloji bağlamında değerlendirmek gerekir. Bazı kavramlar yaygın kullanıma kavuştukça, gündelik hayatta uyardığı beklentiler artıyor, giderek güçlü bir nedensellik bağının simgesi haline geliyor. Buna en güzel örnek, dünyada ve Türkiye’de çok uzun süre artık dillere pelesenk edilmiş kimlik meselesidir. O kadar ki, “kimlik meselesi”ni halletmek, kendiliğinden hâlâ da demokrasiye/demokratikleşmeye yol açacakmış gibi bir sanıyı güçlendirmiş görünüyor. Şüphesiz, günümüz dünyasında kimlik (ler) ile demokrasi arasında nedensel bir bağ vardır ama bu bağ -sanıldığının aksine- kimliklere ontolojik bir öncelik atfetmez; demokrasinin güçlenmesinin, kimliklerin garantisi olduğunu imâ eder. Dolayısıyla, bu doğrultuda, kimlik meselesini deterministik bir çerçeve içinde değil, ilişkisel bir ontoloji bağlamında değerlendirmek gerekir.Bu, her şeyden önce, herhangi bir kimliğin (etnisiteye, ırka, toplumsal cinsiyete, vs. bağlı olarak) sadece kendine has bir özelliği olmadığı anlamına gelir. Çünkü, farklı bir kimlikten bahsettiğiniz zaman, aslında, diğer kimliklerin varlığını ister istemez onaylıyorsunuz ve onların iddialarını da kabulleniyorsunuz demektir. Saniyen, bir başka husus, “tikel”(particular, muayyen) kimlik iddiasında bulunabilmek, esasen, kendini aşan evrensel bir hakikate atıfta bulunmayı gerektirir. Bu ise, kimlik-ötesi bir yönelişi zorunlu kılar ve zaten demokrasi de bu yüzden kimlikleri önceler.Demokrasinin kimlikleri öncelemesi, şöyle bir politik ontoloji meselesiyle de bağlantılıdır: Kimlik tanımı yaparken, hâkim politik söylemden ve etkiden ne kadar arınmış olarak bir kimlik formüle edebiliyoruz? Meselâ, bir insan kendine etnik/ırksal bir kimlik biçtiğinde; herhangi bir fiili durumda veya siyasi ortamda hâkim ideolojinin veya egemen olanın o biçilen kimliği tanımladığından ne kadar farklı olarak kendini tanımlayabilme imkânı vardır?Demokratik bir kimlik politikası bu sorulara, kimliği özsel görerek cevap veremez. Kimlik meselesinin ilişkisel ve ötekini önemseyen boyutları böyle olmasını gerektirir. Çünkü, özsel bir kimlik tanımı, kişinin gerçekliğini belirli normlar kapanına sıkıştırır, dolayısıyla değişim ve dönüşüm olasılıklarını yok eder.
Kimlik (ler)i, demokrasiyi önceleyen bir mesele olarak görmenin, bir başka çok önemli sonucu da şudur: Tikel olan içinde tekil (singular, münferid) olanın erimesi. Bu durumda, mesela, “ben şu kimliğe sahibim” deme hakkı karşısında; bu tanımlanan anlamda “ben öyle bir kimlik sahibi olarak kendimi görmüyorum” deme özgürlüğü ne olacaktır? Bu özgürlüğü kullanmak isteyen kimlik sahiplerini nereye oturtacağız?
TİKEL OLANIN İÇİNDE TEKİL OLANIN ERİMESİ
Daha beteri, bu “özcülük” mantığı, son tahlilde, ikili karşıtlıkları gündeme getireceği için, anti-demokratik tutum ve davranışları teşvik edebilir (Söz konusu ikili karşıtlıkların ne olduğunu, bunları çok uzun süredir tecrübe etmiş bir toplum olduğumuzdan, hatırlatmaya bile gerek yoktur herhalde. Ama, söz konusu karşıtlıkların toplumu bazen potansiyel olarak, bazen de fiilen dost-düşman kutuplaşmasına kadar ittiği hiç unutulmamalıdır).Kimlik (ler)i, demokrasiyi önceleyen bir mesele olarak görmenin, bir başka çok önemli sonucu da şudur: Tikel olan içinde tekil (singular, münferid) olanın erimesi. Bu durumda, mesela, “ben şu kimliğe sahibim” deme hakkı karşısında; bu tanımlanan anlamda “ben öyle bir kimlik sahibi olarak kendimi görmüyorum” deme özgürlüğü ne olacaktır? Bu özgürlüğü kullanmak isteyen kimlik sahiplerini nereye oturtacağız?Bir insanın herhangi bir kimliği sahiplenmesi, aslında yukarıda bahsedilen ikili karşıtlıklar doğrultusunda bir ayrışmanın kaçınılmaz olacağını kendiliğinden ortaya çıkarır. Çünkü, özsel bir kimlik tanımı, beraberinde kategorileştirmeyi getirir ve neticede en hafifinden “biz”-“onlar”, en ağırından ise "dost"-"düşman" ayırımını kaçınılmaz kılar. Bu ise demokrasinin bel kemiği olan eleştiri/muhalefet/sorgulama hakkını/özgürlüğünü daha baştan tahrip eder.Hal böyleyse, yapılacak şey, filozof Max Stirner (1806-1856)’den esinlenerek, her hâlükârda “kendilik”(owness) denen bir tutumun demokrasi için daha hayırlı olacağında ısrar etmektir: Kendime şu ya da bu kimliği biçmiş olayım, bana dayatılanın, dolayısıyla tanımlananın dışında kendimi tanımlama ve herhangi bir varolma formülasyonunu ileri sürme özgürlüğünde ısrar etmek!Bu noktada ileri süreceğim iddia, demokrasinin, her şeyden önce, aktif eşitlik ve tekillik gibi iki kaide üzerinde dikildiği bir "şey" olduğudur. Dolayısıyla, demokratikleşmeden bahsetmeye başlamamızın, kimlik etrafında dönüp durmaktan daha çok, eşitlik ve tekillik konusunda somut adımlar atmamızla mümkün hale geleceğidir.
Yorum Yazın