Adı konulmayan süreci, amasız, sorgusuz destekleyenlerin temel varsayımı şu; PKK’nın silahını bırakması, yani silahın tehdit olmaktan çıkması Türkiye’ye barış getirecek. Bu da barış iklimi de demokratikleşmenin yolunu açacak. Evet, kabaca varsayım bu. Bu süreç, bir yandan dış tehtidi azaltmak için PKK'nın silah bırakmasını hedeflediği ölçüde, iç barış için de bir demokratikleşme hedefi koymalı ve bununla ilgili de bir süreç başlatmalıdır.
Süreci başlatan iktidar bloku, adını bile koyamazken tüm toplumdan sorgusuz biçimde destek bekliyor.
Sadece iktidar değil iktidara yakın medya ve iktidara eleştirel bakan kimi isimler de buna dahil.
Ki şu ana kadar kimi toplumsal kesimler ve siyasi partiler adı konulamayan sürece karşı olduklarını açık açık ilan ettiler.
Bununla birlikte sürecin ana hedefi ve beklenen sonuç olarak ‘barış’a karşı çıkmayan ama sürecin işleyişi üzerine eleştirel bakanlar var. Süreci destekleyenler ise barışa karşı çıkmayan ama sürece eleştirel bakanlara ‘karamsar’ sıfatı yakıştırılıyor.
Peki bu insanların karamsar olmaya hakkı yok mu?
Bence var.
Şuradan başlayıp, sürecin başladığı iç ve dış koşullara bakalım.
İç koşulları değerlendirmeden önce dış koşullara bakalım.
Bu sürecin başlatılmasına yol açan temel neden hiç şüphesiz dış koşullar.
İsrail’in sadece Gazze’de Hamas’a karşı değil Lübnan’da Hizbullah’a ve doğal olarak bu örgütleri himaye eden İran’a karşı verdiği savaş belli ölçüde başarıya ulaştı. Bu başarı kaçınılmaz olarak Ortadoğu’da bir harita değişimini ima etti.
Aynı dönem içinde radikal İslamcı HTŞ’nin İsrail ve ABD desteği ile harekete geçerek kısa sürede Esad’ı devirmesi, harita değişiminin ciddiyetini ortaya çıkardı.
Elbette bütün bunlara Trump’un seçilmesini de ekleyelim.
Tüm bu dış gelişmelerin yarattığı riski gören Erdoğan ilk kez 10 Ağustos’ta “iç cephe” vurgusu yaparak, dışardaki gelişmelerin olası negatif sonuçlarını öngördü.
Ve bu negatif sonuçlarından birinin Suriye’nin kuzeyinde SDG denetiminde Kürt özerk bölgesinin, olası federatif Suriye’de kendisi için tehlike gördü ve Bahçeli’ye “Bu işi biz içerde çözelim” mealindeki diyaloğu sonrasında adı konulamamış süreç başladı.
Hoş Erdoğan, bu negatif sonucu doğrudan İsrail’in Türkiye’ye saldırabileceği olarak açıklamıştı.
Kuşkusuz arada pek çok gelişme, ilişki oldu.
Ama bu tablo bize, iktidar blokunun içerde Kürt sorununu çözme, ülkeyi demokratikleştirme gibi bir gündeminin olmadığını bir kez daha gösterdi.
Nitekim, iktidar bloku için Türkiye’de, ne Kürt sorunu var ne de demokratikleşme ne de temel hak ve özgürlüklerde bir kısıtlama söz konusu.
Bu açıdan bu sürecin iç dinamiklerle, içerdeki demokratikleşme talepleri ile hiçbir bağı yok.
Ve iktidar bloku, dışardaki gelişmelerin riskini sıfıra indirmenin yolunu içerde demokrasinin güçlendirilmesi, siyasi alanın genişletilmesi, Kürt sorunun çözülmesinden değil, özellikle Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin kurduğu yapının tasfiye edilmesinden geçtiğine karar verdi. Bunun için de Öcalan’ın PKK’ya yapacağı silah bırakma çağrısına güvendi. Ve adı konulmayan süreç başladı.
Bugüne kadar olanları hepimiz biliyoruz. Bugün itibariyle Öcalan’a giden DEM Heyeti, Edirne’de tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ettiler.
Ziyaret sonrasında heyetten sonra Demirtaş da süreçle ilgili olumlu görüşlerini açıkladı.
Adı konulmayan süreci, amasız, sorgusuz destekleyenlerin temel varsayımı şu; PKK’nın silahını bırakması, yani silahın tehdit olmaktan çıkması Türkiye’ye barış getirecek. Bu da barış iklimi de demokratikleşmenin yolunu açacak.
Evet, kabaca varsayım bu.
Peki bu gerçekçi bir varsayım mı?
PKK’nın silah bırakması ülkenin demokratikleşmesinin yolunu açmayabilir. Tam tersine içerde var olan otoriter devlet-toplum ilişkisini pekiştirme olasılığı Türkiye pratiğini düşündüğümüzde daha gerçekçi olduğu bile iddia edilebilir. Bunu sadece bugünün Türkiye’sine bakarak değil AKP’nin 2010-11’e kadar olan siyasi pratikleri sonrasındaki savruluşunu göz önüne alarak da söyleyebiliriz
BARIŞA EVET AMA DEMOKRASİYE DE İHTİYACIMIZ VAR
Önermenin ilk kısmı için bunu gerçekçi varsaymak mümkün. Yani PKK’nın silahının bırakması yani silahın tehdit olmaktan çıkması Türkiye’ye barış getirebilir. Evet bu teorik olarak ihtimal dahilinde. Ama iktidar bloku için bunun anlamı dış tehditlerin minimize edilmesidir.
Bu açıdan PKK’nın silah bırakması ülkenin demokratikleşmesinin yolunu açmayabilir. Tam tersine içerde var olan otoriter devlet-toplum ilişkisini pekiştirme olasılığı Türkiye pratiğini düşündüğümüzde daha gerçekçi olduğu bile iddia edilebilir.
Bunu sadece bugünün Türkiye’sine bakarak değil AKP’nin 2010-11’e kadar olan siyasi pratikleri sonrasındaki savruluşuna göz önüne alarak da söyleyebiliriz
Nitekim AKP’nin ilk döneminde, partinin siyasetin alanının, temel hak ve özgülüklerin alanının genişlemesini ‘demokratikleşme’ adına yakın çevremizdekilerin tüm eleştirilerine rağmen savunmuş ve sonuçta hayal kırıklığına uğramıştık.
Sonuç olarak karşımızda bugün yeni sistemle birlikte siyasetin, demokrasinin, özgürlüklerin alanının daraltıldığı bir Türkiye var.
O yüzden sürece mesafeli bakanları ikna etmenin yolu, içerde Kürt sorunu başta olmak üzere, demokrasi, özgürlükler ve siyasi alanın genişleyeceğine dair bir söylemin, siyasi hedefin de ortaya konması gerekiyor.
Açıklaması ile süreci desteklediğini ifade eden Demirtaş’ın, “Herkes şunu bilmeli ki, ortada bazı iyi niyetler ve bu iyi niyetlerle yürütülen hazırlıklar var. Ancak sürecin ete kemiğe bürünebilmesi için, güven verici somut adımların hızlıca atılması gerekiyor. …
Ancak siyasal barış, beraberinde toplumsal barış yani demokratikleşme, eşitlik, adalet ve özgürlükler mücadelesinin tüm kanallarını açacak şekilde yapılırsa kalıcı olur, herkesin ve ülkenin yararına olur. Bu şekilde, siyasal barışın toplumsal desteği de artar, halkın ekseriyetinin sahiplenmesiyle tüm provokasyonlar ve baltalama girişimleri de boşa çıkar.” ifadeleri bize atfedilen karamsarlığın ortadan kalması için önemli olacaktır.
Sonuç olarak, silahın tehdit olması dış tehditleri bertaraf edilmesine yol açabilir. Ama bu süreçte içerde demokrasi ve özgürlüklerin alanını genişletecek siyasi alan açılmazsa; PKK’nın silah bırakması hedefinde başarı sağlansa da, bu sonuç, tek başına Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve siyasetin yolunu açmayacağı için Kürt sorunu dahil olmak üzere hiçbir demokratikleşme talebinin siyaseti söz konusu olmaz.
İşte 'Yerli ve Milli çözüm süreci' de tam budur.
O yüzden bu süreç, bir yandan dış tehtidi azaltmak için PKK'nın silah bırakmasını hedeflediği ölçüde, iç barış için de bir demokratikleşme hedefi koymalı ve bununla ilgili de bir süreç başlatmalıdır.
Yorum Yazın