Neredeyse bütün hediyelik eşya mağazalarında Hırvatistan bayrağı göze çarpıyor, tabii özellikle bu bayrağın Hırvatlarla özdeşleşmiş kırmızı-beyaz dama motifi. Bu motif, ilkin, 1527’de, Hırvat Meclisi, Habsburglardan I. Ferdinand’ı Hırvat Kralı olarak seçtiklerinde görülmüşse de, milliyetçilik, herhangi bir konuyu mutlaka tarihöncesine kadar taşımaya meraklıdır.
Birbirinden farklı etnisitelerin birarada yaşadığı çokkültürlü bir devlet, milliyetçilikle tanıştığında artık öyle kalamaz, ne kadar mücadele ederse etsin günü geldiğinde yıkılır.
Yugoslavya’nın başına gelen de buydu.
Tito’nun ölümünden sonra gevşeyen bağlar Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tamamen ortadan kalktı; milliyetçiliğin yanı sıra Sırplar Ortodoksluğa, Hırvatlar Katolikliğe, Boşnaklar da İslam’a sığınınca soykırıma varan bir vahşet yaşandı.
Her ne kadar Sırplarınkine bakınca yumuşak görünürse görünsün -Sırplarla mukayese pek ayırt edici bir özellik olmayabilir- Hırvat milliyetçiliği de işi Mostar Köprüsü’nü yıkmaya kadar götürdü.
Bunun genç bir cumhuriyet olmakla bir alakası hiç şüphesiz ki var, Hırvatistan bağımsızlığını kazanalı daha elli sene olmadı, ama anlamak başka hak vermek başka, benim milliyetçilikle başım hiçbir zaman hoş olmadı, Hırvatların milliyetçiliğinden de hiç hazzetmedim.
Neredeyse bütün hediyelik eşya mağazalarında Hırvatistan bayrağı göze çarpıyor, tabii özellikle bu bayrağın Hırvatlarla özdeşleşmiş kırmızı-beyaz dama motifi.
Bu motif, ilkin, 1527’de, Hırvat Meclisi, Habsburglardan I. Ferdinand’ı Hırvat Kralı olarak seçtiklerinde görülmüşse de, milliyetçilik, herhangi bir konuyu mutlaka tarihöncesine kadar taşımaya meraklıdır.
15. yüzyılda bazı ahşap oymalarında yine bu dama motifinin görüldüğü söyleniyor.
Gene de bir milliyetçiyi bunlar tatmin etmez; “ilk insan Hırvat’tı, ha bu mağarada yaşıyordu, bak ne kadar gelişmişti, üstelik Hırvatça konuşuyordu ve Hırvat bilincini gösteren bu motifi işte şu duvara resmetmişti,” derseniz belki huzur bulabilir.
O zamanlar bu dama, sekize sekiz bir kareden oluşuyormuş -şimdiki bayrakta ise beşe beş çünkü Hırvatistan’ın beş bölgesi de temsil ediliyor: Merkez, Dubrovnik, Dalmaçya, Istria ve Slavonya.
Ayrıca, kırmızı ve beyaz Hırvatistan’ın, kırmızı ve mavi Slovanya’nın, mavi ve altın ise Dalmaçya’nın rengi ve hepsini bayrağın üstünde görmek mümkün.
Kadim bir devlet geleneğine sahip olmadıklarını, bağımsızlığın tadını ancak 1990’larda çıkarabildiklerini söyleyen Hırvatların resmi tarihine bakınca 925’te bile ilk Hırvat Kralı Tomislav’ın altında yaşadıkları ortaya çıkıyor.
Yetmez, bundan da elli sene önce Papa, Hırvat Dükü Branimir’e bir mektup yazmış da işte orada Hırvatistan’ı tanımış da…
Milliyetçilerin mazi yaratmak için yaptıkları tarih arkeolojisinin sonu hiç gelmez.
Rivayete göre, 10. yüzyılda yaşayan ve Venediklilere esir düşen Hırvat Kralı Drzislav bir satranç tutkunuymuş.
Şans bu ya, aynı dönemde Venedik’i yöneten Peter II Orseolo da satrancı çok severmiş.
Drzislav ile Orseolo oturmuşlar masanın başına, “özgürlüğüne” oynamışlar.
Kazanan Drzislav olmuş, memleketine döndüğünde sekize sekiz ölçüsündeki bu kare motifi armasına işlemiş.
Daha sonra, bu motif savunma ve dayanıklılık gibi başka anlamlar da edinmiş.
Şimdi bu armayı görebileceğimiz en güzel yerlerden birine gidelim.
Zagreb’in üst kısmında yürürken gözden kaçmayacak Sv. Marka Kilisesi var.
Bu kilise, 13. yüzyılda yapılmışsa da 1880’deki büyük depremde epey hasar almış.
Tamamen elden geçirilen kilisenin çatısına baktığımızda Hırvatların başka hiçbir ülkenin bayrağında olmamasıyla çok övündükleri damalı motifi göreceğiz.
Milliyetçilik hakikaten tuhaf bir şey, Zagreb’den dönerken, bir kitapçı vitrininde 30 Hikâyede Hırvatistan diye bir kitap gördüm, aldım, yolda uçakta okumaya başladım.
Hiç kimse kusura bakmasın, Hırvatların faşizmle karşılaştıklarındaki sicilleri temiz değil.Zaten sanırım bu yüzden Zagreb’de İkinci Dünya Savaşı’na dair hiçbir ibare yok.
Mesela, bu kitapta “Hırvat mutfağı dünyaca bilinen bir mutfaktır” veya “Hırvatlar olmasaydı pek çok icat yapılamazdı” türünden cümleler görmek, aslında kimsenin tanımadığı bilmem neredeki bir Hırvat’ın çok meşhur biri olduğundan bahsetmek hadi neyse de nefret edilen Sosyalist Yugoslavya’nın başındaki isim olan Tito’nun da aslen Hırvat olduğunu belirtme ihtiyacı beni milliyetçilik üzerine bir kez daha düşündürdü.
Nazilerin kukla hükümeti Ustasa’dan sadece birkaç kelimeyle bahsedilirken onu alaşağı edenin de aslında Hırvat partizanlar olduğu yazıyor.
Hiç kimse kusura bakmasın, Hırvatların faşizmle karşılaştıklarındaki sicilleri temiz değil.
Zaten sanırım bu yüzden Zagreb’de İkinci Dünya Savaşı’na dair hiçbir ibare yok.
Zagreb’den arabayla bir yarım saat kadar uzaklaşıp Medvednica dağına çıkarsanız, burada, Ustasa’nın lideri Ante Pavelic’in şimdilerde hayli harap olan karargâhı Villa Rebar’ı görürsünüz.
Üstelik bu harabenin Villa Rebar olduğuna dair de hiçbir tabela ya da bilgilendirme bulunmuyor.
Buradaki tünellerin şehre kadar indiği söyleniyor, birine girdim, içinde biraz yürüdüm.
Nazilerin ana merkeziyse Villa Rebar değil, şehrin içindeki Esplanade Oteliymiş.
Malaparte, müthiş sahnelerle bezeli romanı Kaputt’ta o dönemin Zagreb’ini tasvir eder.
Benim gezdiğim Zagreb’de o günlere ait hiç iz yoktu.
Hayat böyle; yeri gelir milliyetçilik bile aşırısından utanır, onu saklamaya çalışır.

Yorum Yazın