Mesele sadece lider seçmek değil aynı zamanda toplumu tüm sosyolojik gerçekliğiyle, onun kimliğiyle kabullenmek, toplumsal mağduriyetleri görmek, gerçekçi çözümler üretmek olmalıdır. Bunun için CHP’nin önünde seçilecek liderden bağımsız olarak Giddens’in ifadesiyle; “fikri”, “stratejik” ve “taktik” savaşı kazanma zorunluğu vardır.
21 yıllık AKP iktidarında CHP’nin iki başkanı oldu.
2010 yılına kadar Deniz Baykal, sonrasında ise Kemal Kılıçdaroğlu. Kabaca bu 23 yılda iki farklı AKP ve iki farklı CHP’den bahsetmek mümkündür.
AKP’nin ilk döneminde izlediği politikalarla öncülü olan siyasi gelenekten kopuşla bir kitle partisine dönüşürken; Baykal liderliğinde CHP ise, askeri ve bürokratik elitlerle var olan işbirliğini sürdüren laikçi bir parti olmayı seçti.
2010 yılına kadar izlediği politikalarla bir anlamda “Türkiyelileşmeyi” seçen AKP, Arap Uyanışı sonrası izlemeye başladığı politikalarla tam tersine bir savrulma yaşadı ve önce bir “kimlik”, 2015 sonrasında MHP’yle kurduğu koalisyon ile de bir “devlet” partisine dönüştü. AKP -MHP birlikteliğiyle- izlediği politikaları şu anda derinleştirerek sürdürüyor.
Cumhur İttifakı’nı desteklemeyen, muhalif olan herkesi “öteki” ve “hain” ilan ederek tabanını konsolide ediyor. AKP -MHP’yle- izlediği bu politikaların tersine Kılıçdaroğlu liderliğiyle başlayan dönemi, bir anlamda selefinden, yani Baykal CHP’sinden kopma, partinin laikçi kimlik partisinden çıkarak toplumun farklı kesimleriyle konuşan, diyalog kuran, kendini anlatabilen bir merkez, Türkiye partisi oldu.
2019’DA NE OLDU?
Kılıçdaroğlu’nun 2011’den sonra izlediği “açılım politikası” ilk sonucunu, nihayet 2019 yerel seçimlerinde elde etti.
İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyükşehir ve ilçe belediyesi kazandı. Bu siyaset yapma anlayışı, 2023 seçimleri öncesinde de sürdü. Altılı Masa’dan Millet İttifakı’na dönüş, üretilen ortak metinler, liderler buluşması, içeriğinden bağımsız olarak, bu siyaset yapma anlayışının pratik sonuçları olarak karşımıza çıktı.
Ne yazık ki muhalefet, hem 14 Mayıs hem de 28 Mayıs’ta seçimleri kaybetti.
Bunda en önemli neden, Millet İttifakı partilerinin liderlerinin yaptıkları 18 toplantıya rağmen birbirlerine karşı yeterince “dürüst” ve “açık” olmamaları ve bu durumun bir sonucu olarak, arka kapıdan yapılan pazarlıklar ile elde edilenle yetinilerek sandıkta başarı için yeterince çalışılmaması oldu. 14 ve 28 Mayıs seçimleri sonucunda muhalefet, başarısızlığın nedenlerinden -üstelik liderler düzeyinde- birbirlerini suçlamalarıyla moral üstünlüğü kaybetti.
Buna karşın iktidar neredeyse bir şey yapmadan moral üstünlüğü güçlendirdi. Ve iktidar, sanki seçim kaybetmişçesine -siyasal sonuçları değiştirmese de- vitrinde birçok değişikliğe giderken; muhalefet ise bu konuda neredeyse hiçbir adım atmadı.
Bu noktada yapılması gereken, CHP’nin günümüz koşullarında “solcu” olmayı hak eden ideolojik ve siyasi çerçeveye oturtulmasıdır. Unutmayalım ki “solcu” olmayı hak etmek, sadece kendinizi solcu ilan etmekle değil, başkalarının sizi “solcu” bulmasıyla anlamlıdır.
CHP’Yİ NE YAPMALI?
Kuşkusuz 14/28 Mayıs seçimlerinin kaybedeni tek başına CHP ve lideri Kılıçdaroğlu olmasa da, en çok tartışılan partisi ve lideri oldu.
Seçimin hemen arkasında başlayan “değişim” tartışmaları, geride kalan 5 ay içinde somut bir program önerisi olarak değil “kişilerin” değişimi olarak karşımıza çıktı. Bu hafta sonu Ankara’da toplanacak CHP Kurultayı’nda CHP değişmesini, değişim yönünü, programını vs. değil, liderin değişip değişmediğini izleyeceğiz.
Bunun en büyük sonucu AKP’ye siyaseten alternatif olabilecek bir lider, siyasi parti değil ana muhalefet partisine lider seçeceğiz. Ve ne yazık ki muhalefet partisinin zayıflaması, iktidarın -doğal olarak Cumhur İttifakı’nın-, her gün biraz daha nobranlaşması olarak karşımıza çıkacak.
Evet, Türkiye’de ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor ama bunun üzerinden yürütülebilecek bir muhalefet ise, tek başına iktidar habercisi olmayacak. Hele hele parti içi küçük iktidarın peşinden koşanların bunu gerçekleştirmesi çok daha zor.
Tam da bu noktada yapılması gereken, CHP’nin günümüz koşullarında “solcu” olmayı hak eden ideolojik ve siyasi çerçeveye oturtulmasıdır. Unutmayalım ki “solcu” olmayı hak etmek, sadece kendinizi solcu ilan etmekle değil, başkalarının sizi “solcu” bulmasıyla anlamlıdır. Bunun temel koşulu da solun ortak nitelikleri olan evrensellik, değişim, toplumsal talepleri ve ahlaki duyarlılıkları siyasete taşımaktan geçer.
Mesele sadece lider seçmek değil aynı zamanda toplumu tüm sosyolojik gerçekliğiyle, onun kimliğiyle kabullenmek, toplumsal mağduriyetleri görmek, gerçekçi çözümler üretmek olmalıdır.
Bunun için CHP’nin önünde seçilecek liderden bağımsız olarak Giddens’in ifadesiyle; “fikrî”, “stratejik” ve “taktik” savaşı kazanma zorunluğu vardır. Yoksa CHP’yi tartışmak bir spor olmaktan öteye gidemez…
Yorum Yazın