Siyaset Bilimci Edgar Şar CHP’nin yol haritası konusunda; “Bu muhalefetin yalnızca olup bitene itiraz etmekle yetinmeyip, aynı zamanda toplumun önüne inandırıcı, kapsayıcı ve umut veren bir alternatif koyması gerekir. Haklılığı, moral üstünlüğü ve toplumsal çoğunluktan aldığı enerjiyle muhalefetin asıl odaklanması gereken nokta budur. Türkiye’nin bu gidişattan tek çıkış yolu budur.” dedi
---
CHP’nin yol haritası ne olmalı? dosyasındaki tüm yazı ve söyleşileri okumak için buraya tıklayınız.
---
CHP’nin 19 Mart sonrası süreçteki siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP, 19 Mart’ı, Türkiye’nin siyasal rejiminde demokrasiye dair kalan son unsurlara yönelik kapsamlı bir saldırı olarak doğru şekilde değerlendirdi ve ilk andan itibaren bu farkındalıkla hareket etti. Bu tutum, uzun süredir ülkenin gidişatından rahatsız olan toplumsal muhalefet ile siyasal muhalefet arasında belki de ilk kez bu düzeyde bir uyum ve ortaklaşmayı mümkün kıldı. Sonuç olarak, 19 Mart sonrası giderek artan otoriter baskıya karşı orantılı bir toplumsal ve siyasal direnç ortaya çıktı. Türkiye’nin bir gün yeniden demokrasiye dönüşü mümkün olacaksa, bu dönemde sergilenen bu direncin kilit bir rol oynayacağını düşünüyorum.
Toplumsal tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
19 Mart’tan bu yana yaşanan gelişmeler karşısında rahatsızlık duyan kesimlerin tepkilerini çok çeşitli biçimlerde ortaya koyduklarını görüyoruz. Toplumsal ve siyasal muhalefetin, AK Parti iktidarında emsali görülmemiş bir uyumla hareket etmesi sayesinde protestolar, mitingler, ön seçim, boykot ve imza kampanyası gibi farklı araçlarla güçlü bir toplumsal itiraz örgütlenebildi.
Tüm bunların, otoriter baskının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşiyor olması, korku eşiğinin aşılmakta olduğunu gösteriyor. Her ne kadar toplumsal kutuplaşma, 19 Mart sonrası gelişmelere dair tartışmaların tüm kesimlere eşit biçimde ulaşmasını zorlaştırsa da, yapılan araştırmalar Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanması konularında toplumsal fay hatlarını aşan bir rahatsızlık oluştuğuna işaret ediyor. Bu durum, verilen toplumsal tepkinin meşruiyeti açısından son derece önemli.
Liselere kadar inen bir tepkisellik oluştu tüm Türkiye’de bunu nasıl değerlendiriyoruz?
Her ne kadar artık klişe bir tespit haline gelmiş olsa da altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor: Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir kuşak, önceki kuşaklara kıyasla daha kötü yaşam koşullarına mahkûm olma riskiyle karşı karşıya. Yürüttüğümüz araştırmalarda gençlere Türkiye’nin en büyük sorununun ne olduğunu sorduğumuzda, artık yalnızca ekonomik kriz ya da ona bağlı yan sorunlardan değil, tüm bunları kapsayan ve çözüm konusunda ciddi bir umutsuzluğu da içeren derin bir “geleceksizlik sendromu” ile karşılaşıyoruz.
Bu durumun, 18-30 yaş aralığındaki gençler dışında kalan kesimler tarafından tam anlamıyla kavranmasının kolay olmadığını düşünüyorum. Otoriter baskı ortamı bu kadar yoğunlaşmışken, 19 Mart’ta İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin polis barikatını aşmalarını ya da liselilerin tüm engellemelere rağmen gerçekleştirdiği protestoları, bu bağlamda anlamlandırmak gerekir. İktidar, gençlerin tepkisini Gezi olayları travması üzerinden kriminalize etmek için kullansa da, burada aslında Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren gerçek bir beka meselesiyle karşı karşıyayız.
Her hafta yapılacak ilçe/il mitingler bu toplumsal tepkiyi canlı tutar mı?
19 Mart’tan bu yana siyasal ve toplumsal muhalefet, tepkisini oldukça gür bir sesle ortaya koydu. Ancak bu tepkiyi aynı kararlılıkla sürdürmek, muhalefet açısından ciddi bir sınav niteliğinde. Bu nedenle, tepkilerin yalnızca belirli bölgelerde sınırlı kalmaması, ülke geneline ve özellikle sembolik açıdan kritik öneme sahip İstanbul geneline yayılması, bu canlılığın korunması açısından isabetli bir strateji olarak öne çıkıyor.
Şimdiye dek Şişli ve Beylikdüzü’nde düzenlenen mitingler, toplumsal itirazın sürdürülebilirliğini ortaya koyarken; Samsun ve Yozgat gibi Cumhur İttifakı’nın güçlü olduğu kentlerde yapılan mitingler ise, sanılanın aksine bu bölgelerdeki seçmenlerin de CHP’nin mesajına kulak vermeye açık olduğunu gösterdi. Bu açıdan bakıldığında, önümüzdeki dönemde İstanbul’daki AK Parti yönetimindeki ilçelerde ve genel olarak Cumhur İttifakı'nın kaleleri olarak görülen bölgelerde düzenlenecek mitingler, CHP’ye mesafeli toplumsal kesimlere ulaşmak ve onlara hitap etmek için bir fırsat olarak görülmeli.
CHP farklı olarak ne yapabilir ve neler yapmalı?
Eğer 19 Mart süreci yaşanmamış olsaydı, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı 23 Mart’ta kesinleşecek ve Nisan ayı itibarıyla uzun soluklu bir kampanya süreci başlatılacaktı. Ancak mevcut koşullarda, 19 Mart’ta yaşananlara karşı gösterilen toplumsal tepkinin örgütlenmesi bir öncelik haline geldi.
Kamuoyu araştırmaları bu sürecin CHP’ye bir ivme kazandırdığını ortaya koysa da, partinin bununla yetinmeyip, İmamoğlu dışardaymış gibi kampanyasını başlatması gerektiğini düşünüyorum. Bu strateji, CHP’yi yeni bir adaylık tartışmasına sürüklenmekten koruyacağı gibi, mevcut desteği konsolide etmenin ve daha geniş bir seçmen kitlesini bu kadroların ülkeyi mevcut iktidardan daha iyi yöneteceğine ikna etmenin de bir yolu olabilir diye düşünüyorum.
Muhalefete bir bütün olarak baktığınızda ne görüyorsunuz?
Türkiye’de normal koşullarda, seçim takviminden uzak dönemlerde yapılan kamuoyu araştırmalarında kararsız seçmen oranı genellikle yüksektir. Ancak 19 Mart’tan bu yana ülkede adeta seçim atmosferi oluşmuş, toplumsal kutuplaşma derinleşmiş ve farklı toplumsal kesimler siyasi pozisyonlarını netleştirmiş gibi görünüyor. Bu nedenle muhalefet seçmeni içinde CHP etrafında bir kenetlenme gözlemlenmesi son derece doğal. Bununla birlikte, iktidar karşıtlığının gölgesinde kalsa da, muhalefet içindeki fay hatlarının tamamen ortadan kalkmadığını belirtmek gerekir.
Bu bağlamda, CHP’nin çevresinde yer alan ve aralarında ciddi mesafe bulunan iki farklı bloğun — İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin temsil ettiği seküler milliyetçiler ile DEM’in temsil ettiği Kürt seçmenlerin — aynı muhalif eksende bir araya gelmesi CHP’nin bundan sonraki stratejik tercihleri açısından önemli bir dinamik olmaya devam edecek.
Öte yandan, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile Selahattin Demirtaş ve Ümit Özdağ’ın aynı dönemde cezaevinde olması, muhalefetin çok geniş bir yelpazesini temsil eden üç farklı figürün aynı baskıya maruz kalması açısından son derece sembolik. Bu durum, iktidarın muhalefeti zayıflatmak amacıyla uyguladığı baskının, ironik biçimde geniş tabanlı bir çoğunluk bloğunun oluşmasına nasıl katkı sunduğunu da gösteriyor.
19 Mart süreciyle ilgili beklentiniz nedir?
19 Mart 2025, 1950’den bu yana tüm kusurlarına rağmen ayakta kalmayı başarmış olan Türkiye’nin demokratik siyasal rejimini, eşi benzeri görülmemiş bir sivil otokratikleşme sürecine sokan bir dönüm noktası olarak hatırlanacak. Türkiye’nin, Rusya veya Venezuela örneklerinde olduğu gibi hızla hegemonik bir otoriter rejime dönüşmesini engelleyen bazı yapısal dinamikler mevcut olsa da, iktidarın yöneldiği bu dönüşüm ancak güçlü bir siyasal ve toplumsal muhalefetle durdurulabilir.
Bu muhalefetin yalnızca olup bitene itiraz etmekle yetinmeyip, aynı zamanda toplumun önüne inandırıcı, kapsayıcı ve umut veren bir alternatif koyması gerekir. Haklılığı, moral üstünlüğü ve toplumsal çoğunluktan aldığı enerjiyle muhalefetin asıl odaklanması gereken nokta budur. Türkiye’nin bu gidişattan tek çıkış yolu budur.
19 Mart’tan sonra Türkiye’de sadece siyaset değil toplum da başka bir evreye geçti. CHP sokağa inmedi ama sokakla, toplumla siyaset yapmayı öğrenmeye başladı. Peki bundan sonra ne olacak, CHP ne yapmalı? Toplumun farklı kesimlerinden akademisyen ve yazarlara birbirine benzer sorular sorduk. Bazıları doğrudan sorulara cevap verdi bazıları konu bağlamında müstakil yazılar yazdılar. Yazıları ve söyleşileri okumak için yukarıdaki görsele ya da buraya tıklayınız.

Yorum Yazın