CHP’nin müstakbel adayı görünümü veren İmamoğlu’nun, adaylığını kendi partisi nezdinde resmileştirmesi halinde, bazı avantajları ve dezavantajları da konuşmakta fayda var diye düşünüyorum. İmamoğlu’nun isminin öne çıkması durumunda, kamuoyunda bitmek bilmeyen aday tartışmaları durulacaktır. Seçmen katında, bir uyanış ve heyecanla birlikte iktidara karşı CHP saflarında kitlesellik yaratabilir. Bunlar kuşkusuz avantajlarıdır. Ancak bu işin ihmal edilmemesi gereken bir dezavantaj boyutu da vardır.
Türkiye’de gündem o kadar hızlı akmaya başladı ki insan hangi konulardan söz edeceğini şaşırıyor doğrusu. Ama ben naçizane Türkiye’nin önceliğinin demokrasi ve sistem krizlerini artık aşması gerektiğini düşünüyorum. O nedenle tarihsel bağlam itibariyle Türkiye’nin kronik bir problemine dönüşen, iktidarın giderek otoriterleşmesine karşın muhalefetin artan demokrasi taleplerinin yarattığı gerginliğin giderilmesi elzemdir.
CHP’nin müstakbel adayı, Türkiye’de otoriterizm ve demokrasinin birbirine uyguladığı şiddetli basıncı sağaltma noktasında umut ışığı veriyor. Bu arada CHP’nin müstakbel adayı diyorum, zira bu artık herkesin bildiği bir sır. CHP, -malumunuz- tüm üyelerin katılımıyla parti içi demokrasi mekanizmalarını çalıştırarak cumhurbaşkanı adayını belirleme kararı aldı. Son anda çırak çıkmak istemem ama CHP’nin cumhurbaşkanı adayı kuvvetle muhtemel Ekrem İmamoğlu olacaktır. Önümüzdeki günlerde hepimiz göreceğiz zaten.
İmamoğlu politik duruşu itibariyle Türk siyasetinin belirgin üç veya dört damarına birden hitap edebiliyor. Siyasî profil olarak İmamoğlu’nun milliyetçilik, muhafazakârlık ve sosyal demokratlık gibi hatları kalın politik çizgilere seslenebilmesi kendisini kamplar arası köprü kuran bir figür haline getiriyor. Türk siyasetinde İmamoğlu’na benzer üç, dört eğilimi birden kucaklama mahareti daha önce de görülmüştü. Mesela Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan bunların en öne çıkanlarındandır. Geçmiş örnekler bize gösteriyor ki; Türk siyasetinde ipi göğüsleyen liderlerin en önemli ortak özelliği birbirine zıt politik kutuplara seslerini duyurabilmesidir.
İmamoğlu, aynı Demirel, Özal, Ecevit ve Erdoğan örneklerinde olduğu gibi geniş bir siyaset yelpazesine hitap edebilme becerisini gösteriyor. Bu yönüyle CHP’lilerin beklediği müstakbel cumhurbaşkanı adayının doğru bir tercih olduğu rahatlıkla söylenebilir. Seçilmesi halinde Türkiye’nin son yıllarda fazlaca gömüldüğü şiddetli polarizasyonu yumuşatma ve belli başlı sistemsel tıkanıklıkları giderebileceğine dair sinyaller vermesi de olumlu bir izlenim uyandırıyor.
CHP’nin müstakbel adayı görünümü veren İmamoğlu’nun, adaylığını kendi partisi nezdinde resmileştirmesi halinde, bazı avantajları ve dezavantajları da konuşmakta fayda var diye düşünüyorum. İmamoğlu’nun isminin öne çıkması durumunda, kamuoyunda bitmek bilmeyen aday tartışmaları durulacaktır. Seçmen katında, bir uyanış ve heyecanla birlikte iktidara karşı CHP saflarında kitlesellik yaratabilir. Bunlar kuşkusuz avantajlarıdır. Ancak bu işin ihmal edilmemesi gereken bir dezavantaj boyutu da vardır.
İmamoğlu’nun muhtemel adaylığı kesinleşince birden sahne ışıklarının altına alınacaktır. Bu durum hem partisinin lideri Özgür Özel’i, hem de adaylığı konuşulan diğer bir isim olan Mansur Yavaş’ı gözden düşürecektir. İmamoğlu, CHP’nin bir numaralı ismi haline gelecektir. Özel ve Yavaş ikilisinin kamuoyunun doğal olarak ilgisine mazhar olan İmamoğlu’na yönelik çıkışlarında daha dikkatli olması gerekecektir.
Özel, en baştan “ben aday değilim” diyerek cumhurbaşkanlığı koltuğundan feragat ettiği için CHP’nin bir numarasıyken iki numarasına dönüşmesi dışında pek bir olumsuzlukla karşılaşacağını sanmıyorum. Yavaş içinse aynı durum geçerli değil. Çünkü Yavaş’ın adaylığı durumunda aynı İmamoğlu gibi ciddi bir kitlesel desteği olduğu herkesçe biliniyor. Bu nedenle Yavaş’ın da iyi bir formül düşünülerek adaylık denkleminin dışında bırakılmaması icap eder.
Yavaş’ın ismini zikretmişken bazı noktalara temas etmekte yarar vardır. Türkiye’nin son zamanlardaki adaylık gündeminde Yavaş’ın tezi, parlamenter demokratik sisteme dönüş üstüne kuruludur. Yavaş, anketlere göre Türk halkının önemli bir kısmının ekonomi başta olmak üzere pek çok sorunun temelinde mevcut sistem olduğunu değerlendirdiğini söylüyor. Ayrıca Türk milletinin ağırlıkla parlamenter sisteme geri dönme arzusu olduğunu da ekliyor.
Anketlerdeki parlamenter sistem taleplerinin ben de farkındayım. Ancak burada Yavaş’ın yanılgıya düştüğü bir nokta var. Türkiye’de geçtiğimiz seçim döneminde de benzer parlamenter sistem talepleri öne çıkıyordu. Muhalefet paydaşları anketlerden hareketle seçim kampanyasının çatısını “güçlendirilmiş parlamenter sistem” üzerine kurdu. Buna rağmen halk tercihini parlamenter sistemden yana değil meclisi işlevsizleştiren cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin mimarlarından yana yaptı.
Bir seçim üzerinden tespit koymak doğru olmaz elbette. Son seçimlere bakmak yerine 2010’lara da gidebiliriz. 2010’ların başlarından itibaren Türkiye’nin başkanlık sistemine geçip geçmemesi üzerine tartışmalar dönüyordu. Bu konuda anketler yapılıyordu. Halka “başkanlık sistemine geçelim mi?” diye sorulduğunda “evet, geçelim” yönündeki cevaplar sadece yüzde üç falan çıkıyordu. Ne zaman ki Erdoğan mikrofonları eline alıp üstüne basa basa başkanlık sisteminden bahsetmeye başladı anayasa referandumunda yüzde ellilerle kabul edildi.
Kabaca son on veya on beş yıl gibi kısa bir zaman dilimindeki halktaki değişim ve dalgalanmalara bakıldığında ciddi bir sistem talebinden ziyade liderlerin peşinden gitmeyi adet edinen bir yapı görüyoruz. Buradan şu sonuç çıkıyor; Yavaş’ın yol haritasını çizdiği gibi seçimleri parlamenter sisteme endekslemek pek makul değil kanımca. Halkın rüzgâra göre değişen sistem talepleri yerine arkasından uzun yıllar yürüyebilecekleri bir lider profiline ihtiyaçları vardır.
Türkiye artık bir liderler siyasetine gömülmüş durumdadır. Demokrasinin geleceği açısından güçlü liderlere fazlasıyla angaje olan yapıları hoş görmesem de seçimi kazanmanın yegâne yolu karizmatik bir lider çıkarmaktır. Sistem tasarımları sonraki iştir. Seçimleri kazanmadan sistem değişmez. Seçim kazanmak için de kitleleri harekete geçirebilecek bir lider gerekiyor. CHP’de bu konuda umut ışığı uyandıran tek kişi şu anda İmamoğlu’dur.
İmamoğlu’nunsa önünde zor bir kavşak var. Karar vermesi ve ona göre aksiyon almasını gerektiren bir kavşağa doğru yaklaşıyor. İmamoğlu, CHP’nin mi cumhurbaşkanı olacak yoksa muhalefetin tüm paydaşlarının mı? Önündeki kavşak budur.
CHP’nin cumhurbaşkanı adayını herhangi bir ittifaka dâhil olmadan tek başına çıkarması mevcut iklimde kuşkusuz bir demokratik cesaret örneğidir. Cumhurbaşkanı adayını parti içi demokrasiyle belirlemek isteyen CHP, siyasal veya ideolojik bir duruş sergileme eğilimi gösteriyor. Belki de seçmenine geçmiş travmalarını yaşatmak istemiyor. CHP seçmeni malum son yıllarda hep kendi aday ya da adaylarına oy verememe travması yaşadı. Özellikle Ekmeleddin İhsanoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu taban tarafından benimsenmedi. Son iki milletvekilliği genel seçimlerinde CHP’nin listelerinde bugünkü iktidar partisinden çıkma adaylar yer alıyor. CHP seçmeni gönülsüz bir şekilde sandığa gidip, içine sinmeyen adaylara oy atmak zorunda bırakılıyordu. Seçmenlere “bu sefer iktidara geliyoruz, sakin olun” mesajları gönderilerek yatıştırılıyordu. Şimdiyse bu birikmişlik travmaya dönüşmüş durumdadır. CHP, kendi seçmenine aynı travmayı tekrar yaşatmamak adına sandığı önce üyelerinin önüne koyuyor.
CHP’nin parti içi demokrasiyle seçeceği cumhurbaşkanı adayının kendi partisinin duvarlarını aşma mecburiyeti önündeki büyük bir handikaptır. Çünkü CHP’nin müstakbel adayı olan İmamoğlu’nun sadece kendi partisinin oyuyla cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması imkânsızdır. Muhalefetin yüzde elli bandına yakınsayan oyunu toparlayabilmesi ve karşı mahalleden oy alması gerekiyor. İttifak siyaseti olmadan salt partinin öz kaynaklarına yaslanarak bu zor görünüyor.
Kaldı ki Türkiye önümüzdeki seçime –artık ne zaman yapılacaksa- bir aday enflasyonuyla gidiyor gibi duruyor. Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Fatih Erbakan ve Ümit Özdağ gibi isimler şimdiden adaylık sinyalleri vermeye başladı. Muhalefet bloğundaki çoklu aday denklemine karşın iktidar saflarında Erdoğan’a alternatif bir rakip çıkmıyor ya da çıkamıyor. Belli bir siyasî kampın tüm oylarını toparlayan tek bir lidere paralel biçimde karşı cephenin oylarını parçalayan birden fazla adayla seçime gitmek ne kadar doğru? Bu ciddi biçimde tartışılması gereken bir meseledir. Hele hele yüzde elli artı bir sisteminde, artı bire bu kadar önem atfedilirken.
Karşı mahalleye büyük tavizler vermeden, güçlü liderlik ve birinci parti olma imajını besleyerek ilerlemelidir. Doğru politikalar uygulandığı takdirde, bütün bu süreçler, CHP’nin İmamoğlu’nun omuzlarına basarak iktidara gelmesiyle sonuçlanıyor gibi duruyor. Ancak unutmayalım ki İmamoğlu’nu bir şekilde siyasî yasaklı hale getirmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız.
Burada yeni bir altılı masa projelendirmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Altılı masa benzeri şablonlar, muhalefet bloğunun amiral gemisi konumundaki CHP seçmeninde ve belki de bütün muhalif kesimde geçmiş travmaları yeniden tetikleyecektir. Üstelik iktidar mahfilleri geçtiğimiz süreçte altılı masayı hem kriminalize eden, hem de karikatürleştiren söylemler ortaya atmıştı. Altılı masa paydaşları, iktidar saflarından gelen eleştirilere tatmin edici cevaplar geliştiremediği için toplum katında olumsuz bir intiba bırakmaktan geri duramadı.
CHP’nin ve İmamoğlu’nun yapması gereken altılı masa gibi bir projeden ziyade muhalif safların kendi arkasında hizalanmasını sağlayacak politikalara imza atmaktır. Karşı mahalleye büyük tavizler vermeden, güçlü liderlik ve birinci parti olma imajını besleyerek ilerlemelidir.
Doğru politikalar uygulandığı takdirde, bütün bu süreçler, CHP’nin İmamoğlu’nun omuzlarına basarak iktidara gelmesiyle sonuçlanıyor gibi duruyor. Ancak unutmayalım ki İmamoğlu’nu bir şekilde siyasî yasaklı hale getirmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. CHP’nin düşüncesi sanırım İmamoğlu’nu aday göstererek üstüne bir zırh giydirmektir. Kanımca CHP’nin “adayımız İmamoğlu’dur” demesi, güçlü bir koruma kalkanı sağlamayacaktır. İktidar mahfilleri, altlarındaki koltuğun kaymasından endişelenerek her defasında akıl erdirilemeyen başka başka yöntemlere imza atabiliyor. Her şeyin arkasından dolaşabiliyor.
Eğer CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’ysa, geçmişte gene bu platformda paylaştığım üzere, bir zırha kavuşturmanın tek yolu vardır. CHP, diğer muhalefet paydaşlarıyla görüşerek uygun bir il üzerinden ara seçimin yolunu açmalıdır. İmamoğlu, bu vesileyle önce milletvekili seçtirilmeli sonra da partisinin genel başkanlığı koltuğuna oturtulmalıdır. Böylece adaylığı durumunda partisinin de desteğiyle hem konumunu güçlendirecektir, hem de daha kolay politik manevra yapabilecektir.
Sonuçta dediğim gibi, görünen köy kılavuz istemez. CHP için en uygun aday tercihi İmamoğlu’dur. Ancak İmamoğlu’nu, cumhurbaşkanlığına partisiyle birlikte yürüteceği stratejiler taşıyacaktır.

Yorum Yazın