Caydırıcılık sağlamamasına rağmen, her toplumsal soruna engel olmanın yolunun, o sorunu suç haline getirmek ve kişilere ceza vermekten geçtiğinin düşünülmeye devam etmesinin şöyle bir sonucu da var: Yük, suç gerçekleştikten sonra devreye girebilen ceza adalet sistemi aktörlerinin (polis, savcılık, mahkeme ve ceza infaz kurumu) sırtına yükleniyor. Oysa hem bireylerin hem de kurumların, suç işlenmesini önlemek adına yapabilecekleri birçok şey bulunuyor.
1. Giriş: Toplumsal uyum ve suç
Gün geçmesin ki Türkiye’de yeni bir suç çetesi gündeme düşsün. En son, Yenidoğan çetesi, para kazanmak için yeni doğmuş bebeklerin hayatlarına kastetmekten çekinmeyerek, tepki çekti. Genel anlamda, bu tarz suçların toplumu her defasında daha şoke ettiği; toplumun moralini bozduğu; ve toplumsal güven ve iş bölümüne zarar verdiği ortada. Aslında, Türkiye’de -siyasi kutuplaşmanın da körüklediği- genel anlamda bir toplumsal uyumaşınması (“erosion of social cohesion”) ve sosyolog Emile Durkheim’in deyimiyle “anomie”(bireysel ve toplumsal normlar arasında bir uyuşmazlık) sözkonusu. Her yeni suçta, toplumsal değerler biraz daha erozyona uğruyor duygusu hakim.
Buna rağmen, bir suç işlendiğinde akla gelen ilk ve tek “çözüm” ilgililere ceza verilmesi böylece potansiyel suçluların caydırılması. Bu kısa yazıda, adeta sihirli bir değnek olarak düşünülen caydırıcılık ezberinin niye işe yaramadığı, açıklanmaya çalışılacaktır. Böylece, bu ezber yerine, her toplumsal soruna yargıda ceza aramayan; suçu önleyiciliğe odaklanan;verilen cezaların yerine getirilmesini sağlayan; sosyal psikolojik bilimlere dayalı karma bir suç politikası geliştirilmesi gerektiği açıklanmaya çalışılacaktır.
2. Sosyo-davranışsal bakış
Bir suç işlendiğinde, vatandaşların beklentisi, ilgililerin polisçe yakalanması; tutuklanarak cezaevine gönderilmeleri ve yargılama sonunda da mümkün olan en ağır (kısaca uzun) bir ceza almaları. Böylece kişinin, söz konusu hareketin/günahın bedelini ödemesi (kefaret) vetoplumun adalet duygusunun yerine gelmesi bekleniyor.
Konusu suç teşkil eden eylemlerin cezasız kalmaması (cezasızlığı engellemek) elbette önemli.
Ancak burada altını çizmek istediğim, bu standart yaklaşımın, ceza vermenin caydırıcı olduğu ön kabulüne dayanması. Bir başka deyişle, suç işleyince cezaevi gibi hayatınızın her yönünü kontrol edecek bir yere girecek olmak, yasayı koyanlar (Meclis) yahut yazanlar (Adalet Bakanlığı bürokratları, hukuk profesörleri) açısından bakılırsa, yüksek maliyetli ve kişinin kaçınması gereken bir davranış olarak düşünülüyor.(1) Bu düşünce tarzı, insanları tek tip ve rasyonel varlıklar olarak kurgulanıyor. Dahası, suçu faillerin gözünden değerlendirmiyor. Oysa yasayı koyan/yazanla, cezayı çekecek olan kişi, aynı gerçekliğe farklı bakabilir. Bu üç şekilde olabilir:
1) Yakalanma ihtimaline dair algı farkı;
2) Alınacak cezanın süresine dair algı farkı;
3) Cezaevinde olmaya dair bakış farkı.
a. Yakalanma ihtimali
Örneğin, Yenidoğan çetesindeki bir kişinin yaptığı hesap şu olabilir:
“Bu planı iyi düşünerek uygularsam, delilleri yok edebilirim, sorumluluğu çeşitli aktörler arasında (Hastane; hastane yönetimi; Yoğun Bakım ünitesi; Bakanlık; hemşireler; Sosyal Güvenlik Kurumu) dağıtabilirim. Her müdahaleyi yapmış olmamıza rağmen, ölüm engellenemezdi izlenimini verirsem, kimse şikayetçi olmaz ve yakalanmayabilirim”.
Her ne kadar sözkonusu suçun nasıl gerçekleştiğine dair detayları henüz tam bilmesek de, suç sağlık çalışanlarınca işlenmiş. Bir başka deyişle, bunlar neden oldukları ölümleri nasıl “kitabına uyduracağını” ve dikkati üstlerine çekmeyeceklerini bilen kişiler. Dahası, hasta aileleri ile failler arasında bilgi asimetrisi (biri tıp bilgisine sahip dolayısıyla bilgi üstünden iktidar sahibi, diğeri bilgi sahibi değil) var. Tam da bu nedenle, aileler doktorların verdikleri kararları sorgulayabilecek durumda değiller. Nitekim, suç Sağlık Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği bir denetimle değil, CİMER’e yapılan bir şikayet ile ortaya çıktı. O zamana dek, bir sürü bebek ölümü olmasına rağmen, ortada bir suç olabileceğinden şüphelenilmiş değildi.
b. Alınacak cezanın süresi
Keza aynı kişi şunu düşünebilir:
“Yakalanırsam da, indirimle ya da şartlı tahliyeyle uzun ceza almayabilirim. Yargılama uzun sürer, toplum konuyu unutur, mahkemede boynumu büker dururum ve yırtabilirim. Sonunda ceza alsam da, zaten uzun yatmam.”
Bu tarz bir düşünüş pek de haksız sayılmayabilir. “Bir cezanın caydırıcı olması için, alınacak cezanın ağır ve kesin (kaçınılmaz) olması hem de yargılamanın ivedi olarak yapılması gerekmektedir. Hukuksa, matematik gibi kesinliği olan bir şey değildir. Bir olayın oluş nedenine ve şekline (tek başına-iştirak halinde; silahla-kesici/delici aletle; planlı-ani; failin sabıka durumu) ve uygulanacak tahrik veya iyi hal indirimi gibi faktörlere bağlı olarak,kişilerin alacağı cezalar farklı olabilir. Bu da caydırıcılık için gereken kesinliği ortadan kalıdırır. Son olarak, yargının hızı ortadadır”.(2) Dolayısıyla, faillerin suç işlemekten dolayı yakalansalar da içeride çok uzun kalınmadığına dair bir algısı olabilir.
İçeride uzun kalınmadığı algısının önemli bir unsuru da, failin mahkemede aldığı cezanın uzunluğundan çok, fiilen kaç yılda tahliye olduğudur. Ceza alanlar asıl bu ikinci süreyi önemsiyor. Türkiye’deki ceza infaz yasası ve ilgili yönetmelikler uyarınca, alınan cezanın tümü hapiste geçirilmiyor. Kişi, iyi halli olması ve cezasının 2/3’ünü cezaevinde geçirmesi halinde şartlı olarak salınıyor. Hatta 2024 itibarıyla, bu süre daha da kısaldı. Çünkü bir çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de cezaevleri dolu.(3) Dolayısıyla, her toplumsal sorunu çözmenin yolunun onu suç haline getirip, mahkemelere havale etmek ve sonra da mahkemelerin verdiği cezaların sürelerinin yarısı bile dolmadan kişileri tahliye etmek,faillerin cezaevinde nasılsa uzun yatılmayacağı algısına hizmet ediyor.
c. Cezaevinde olma
Son olarak, fail şöyle bakabilir:
“Bebek gibi kendini ifade edemeyecek bir gruba odaklanır ve ebeveynlerini, en değerli varlıklarının tehlikede olduğuna inandırırsam, bebekleri yoğun bakıma gönderip, sigortadan daha çok para alabilirim. Bundan dolayı alacağım ceza, en önemli değerlerinden biri para olan bu toplumda, zengin olmak için katlanmam gereken bir bedeldir”.
Keza, failin cezaevi şartlarına dair bakışı, örneğin tanıdıkları cezaevinde bulunmuşsa, ona cezaevindeki koşullarla başa çıkabileceğini düşündürebilir. Oysa, toplumun “hak ettiğini buldu” diye yaklaştığı bu kişiler, cezaevinde bulunduklarında bunun farklı sonuçları ile karşılaşabilirler. Bu anlamda, cezaevleri olumsuz bir sosyalleşme ortamıdır. Bir başka deyişle, kişinin suç işlemiş başka insanlarla bir araya gelmesini ve yeni suç şekilleri öğrenmesini sağladığı gibi uzun süreler cezaevinde kalmak, kişilerin akıl hastalığı geliştirmesine neden olmaktadır. Bunun ötesinde, uzun süre cezaevinde yatanların, ziyarete gelenleri azalmakta, bu da aile ilişkisi kaybına yol açmaktadır. Bu ise kişileri yeniden suç işlemeye yöneltmektedir. Nitekim, cezaevinden çıkanların %70’i üç senede cezaevine geri döndüğü gibi, ailesi olmayanların suç işlemede tekrar (tekerrür) oranı da yüksektir. (4)Dolayısıyla suç dendiğinde, sihirli bir formülle çözülemeyecek denli karmaşık bir şeyden bahsettiğimizi hatırlamakta fayda var.
Tüm bu farklar, yasayı koyanların varsaydığı ceza tehdidinin neden caydırma etkisi yaratmadığını açıklıyor. Tekrar vurgulamak isterim ki, burada söylenenler “faillere ağır cezalar verilmesin” demek için değildir. Nitekim, “her işlenen suç toplumsal normlara bir meydan okuma olarak kurgulandığı ölçüde, aynı zamanda toplumun hangi değer yargılarının kendisi için önemli olduğunu tekrar ortaya koyması için de bir fırsattır. Bu anlamda toplumun suç işlenmesinin hoş görülmeyeceği mesajını vermesi siyasal anlamda önemlidir. Ancak tek sonucu mesaj vermek olan bir suç politikası bizler için yeterli midir?”(5)
3. Suç politikası bakımından sonuçlar: Suç işlemenin önlenmesi mi cezalandırma mı?
Bu anlamda, tüm cezaların tamamen yerine getirilmesi fiziki kapasite ve akıl sağlığını koruma gibi nedenlerle mümkün olmadığına göre, hangilerinin tamamen-hangilerinin kısmen (ve hangi oranda) infaz edileceği ve şartlı tahliyeye konu olacağı toplumla tartışılmalıdır. Bu ise bir suç politikası oluşturmak demektir.
Keza hırsızlık veya gasp suçuna karşı, evinize kasa veya kapınıza daha iyi bir kilit almak; binanıza güvenlik kamerası ve daha iyi bir ışıklandırma sistemi taktırmak; araçlarda değerli eşya bırakmamak da bir koruyucu yoldur.
İYİ BİR KİLİT VE GÜVENLİK KAMERASI
Caydırıcılık sağlamamasına rağmen, her toplumsal soruna engel olmanın yolunun, o sorunu suç haline getirmek ve kişilere ceza vermekten geçtiğinin düşünülmeye devam etmesinin şöyle bir sonucu da var: Yük, suç gerçekleştikten sonra devreye girebilen ceza adalet sistemi aktörlerinin (polis, savcılık, mahkeme ve ceza infaz kurumu) sırtına yükleniyor. (6)Oysa hem bireylerin hem de kurumların, suç işlenmesini önlemek adına yapabilecekleri birçok şey bulunuyor. Nitekim, kendilerine yönelik şiddet dosyalarında “ölmemi mi bekliyorsunuz?”diye isyan eden kadınlar, aslında önleyiciliğe ve korumaya dönük eksiklikleri vurguluyor. Örneğin, dolandırıcılık suçlarının bilişim yoluyla işlenmesini önlemek adına bankalara,müşterilerini uyarma ve hatta müşterileri arasında en kırılgan olan yaşlılara dönük,farkındalık eğitimi verme görevi yüklenebilir. Hesap sahiplerine de kolayca tahmin edilebilir şifrelerden kaçınmanın yolları öğretilebilir.
Keza hırsızlık veya gasp suçuna karşı, evinize kasa veya kapınıza daha iyi bir kilit almak; binanıza güvenlik kamerası ve daha iyi bir ışıklandırma sistemi taktırmak; araçlarda değerli eşya bırakmamak da bir koruyucu yoldur. Bireylerin ötesinde, mahalli idarelerin de yapabilecekleri vardır: Örneğin, mahallelerde boş binaların grafiti ve çöplerle dolu mekanlara dönüşmesini engellemek; kişilerin alkol ve uyuşturucu bağımlılığına karşı tedavi görebilecekleri bağımlılık merkezleri açmak (zira bir çok suç madde etkisinde işlenmektedir) ve cezaevinden salıverildiğinde, yatacak-gidecek yeri olmayan kişilere kalacak yer sunmak gibi. Bu tarz önleyici müdahaleler, sağlık sektöründe halihazırda uygulanmaktadır. Örneğin, risk faktörleri varsa kişilerin yıllık kontrol ve testle takibi; gribe karşı aşı; beslenme alışkanlığı değiştirme gibi.
Ancak sadece tıbbi müdahale anlamda değil, Yenidoğan çetesi gibi durumları engellemek adına da, Sağlık Bakanlığı’nın kendi iç denetim yolları, dış denetimle desteklenmelidir. Örneğin İngiltere’de, yaşlılık nedeniyle bakıma muhtaç olan yahut akıl hastalığı nedeniyle kapalı tutulan kişilerin bulundukları mekanlar, sivil toplum kuruluşları tarafından ziyaret edilmektedir. (7) Nitekim, Türkiye’de yaşlıların şüpheli ölüm sayılarının giderek arttığının tespit edildiği bir dönemde,(8) sistemin içinde olanların görmediği yahut fark edemediği ihmal ve istismarlar, hak bakışlı bir yaklaşımla üçüncü gözlerce tespit edilebilir.
Diğer yandan sadece potansiyel suçları önlemek değil, her suçun tipik failinin kim olduğunu bilmeye de ihtiyaç bulunuyor. Buradaki gibi beyaz yaka suçlarını daha iyi anlamak (yaş;sabıka; iş; suçla ilgili ortam ve durum) ve analiz etmek de gerekmektedir. Örneğin, çocuklara yönelik cinsel suç faillerinin, çocuklara yakın olabilecekleri işleri seçtikleri biliniyor. Bu sayede, yüksek risk teşkil eden durumları, failleri önceden tespit etmek, bunlara dair şikayetleri daha ciddiye almak mümkün olabilir. (9)
Her ne kadar cezalandırma gerekliyse de, sistemi tıkayan ve toplumsal düzeni öldürme kadar sarsmayan bir çok suçun, suç olmaktan çıkarılması şarttır. Suç politikası belirlerken neyin amaçlandığı daha net ortaya konulmalıdır.
Son olarak, “önce zarar verme” gibi binlerce yıllık bir meslek etiği kuralına sahip bir meslektekilerin işlediği bu suç, meslek etiği ve toplumsal değerleri uygulayacak ve geliştirecek kurum ve yapılara odaklanılmasına da ihtiyaç bulunduğunu göstermektedir.
-------
- Elveriş İdil, Kadın Cinayeti İşleyenleri Caydırma Efsanesi, Amargi 2013, Sayı 29.
- Dn. 1.
- TÜİK’in verilerine göre cezaevlerinde bulunanların sayısı 2000 yılında 50.6285 iken, 2009’un sonunda 115.920 olmuştur. 2009’u takip eden on sene içinde bu sayı tekrar katlanarak, 2019’un sonunda 291.546’ye ulaşmıştır. Türkiye 2019 yılında 100.000 nüfusa 329 mahpus oranına ulaşmıştır. Bu oranla Türkiye, Avrupa Konseyi ortalaması olan 100.000 nüfusa 125,9’un üç katına yakınken, kapatma oranı açısından Avrupa Konseyi ülkeleri arasında ikincidir. Bu artışın aynen devam etmesi durumunda, 20 sene içinde Türkiye dünyadaki en yüksek kapatma oranına sahip ABD’yi bile geçecektir. Ancak cezaevi nüfusunun artışı, cezaevlerinin kapasite artışının çok üstündedir. Bkz. Galma Akdeniz, İdil Elveriş, Arca Alpan, “Salgın Fırsatıyla Ceza Politikası: İnfaz Kanunu Değişikliği, Siyasi Arka Planı ve Olası Etkileri”, Suç ve Ceza 2021, Sayı: 2.
- Dn. 1.
- Dn. 1.
- Bir kadının yardım çığlığı: ölmemi mi bekliyorsunuz? https://www.gazetekritik.com/gundem/bir-kadinin-yardim-cigligi-olmemi-mi-bekliyorsunuz-h114223.html
- Böyle bir işlev gören sivil toplum kuruluşu Sağlık İzleme (Health Watch) hakkında daha fazla bilgi için: https://www.theadvocacypeople.org.uk/services/healthwatch
- Senex İzleme, (2024). Yaşlılara Yönelik Şiddet ve İhlallerin İzlenmesi: 2024 yılı I. Dönem Raporu. Yaşlanma Çalışmaları Derneği Yayınları https://api.senex.org.tr/Upload/Publication/eda20eaa4deb464a9c1d75ad03ec5925.pdf
- Dn. 1.
Yorum Yazın