Türkiye; Etnik olarak Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Rum vs. toplamı Türkiye’dir. Dinsel olarak Sünni, Alevi, Hristiyan, Yahudi, Ezidi, Süryani vs. toplamı Türkiye. Yaşam biçimi olarak laik ve muhafazakârların toplamıdır Türkiye. Bunun değişmesinin yolu da kamusala alanda farklı olanla ortak gelecek kurma iradesinin siyasetini yapmaktır.
Türkiye’de ‘sonuçsuz’ kalan siyasi tartışmaları izlediğinizde, tarafların tepkilerine baktığınızda, toplumda var olan kutuplaşmayı açık biçimde görmek mümkün.
Örneğin iktidara yakın bir TV kanalında, iktidarı eleştirdiğinizde sadece olduğunuz kanaldan değil seçmenlerinden de tepki almanız mümkün. Ya da bunun tersi de mümkün. Her alanda bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.
Açıkçası toplumun her alanında fay hatları derinleşmiş durumda. Ancak bu sadece son yıllara özgü bir durum da değil. Bu açıdan şunu kabul etmek güç gelse de gerçek şu ki; Türkiye evrensel ölçülerde hiç bir zaman toplum olamadı. Geçmişten bu yana toplumun farklı kesimleri büyük ölçüde kendi gettolarında, mahallerinde yaşıyor.
Evet güneş doğduğunda herkes kamusala alana çıkıyor, pazarda karşılaşıyor ama güneş battığında herkes kendi gettosuna, mahallesine dönüyor.
Önce AKP’nin 2011 sonra izlemeye başladığı toplumsal mühendislik projesi, takip eden yıllarda AKP+MHP blokunun Cumhur İttifakı olarak izledikleri politika ve söylemler var olan toplumsal fay hatlarını çok daha belirgin ve görünür hale getirdi. Nitekim, Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile bu politika ve söylemler makro düzeyde toplumu yönetmenin aracı oldu.
Karşımızda, popülist siyasetin temel ayrımı olan “biz” ve “öteki”den daha derin fay hatlarını ima ediyor.
Erdoğan siyasi iklimin “yumuşaması”, Özel siyasetin “normalleşmesi”, Bahçeli ise bir anlamda partisinin akarte edilme süreci olarak adlandırıyor süreci. Süreci anlamlandırma farkı bile toplumda var olan bölünmenin siyasi yansıması.
YUMUŞAMA/NORMALLEŞME SÜRECİ
31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan siyasi iklimde iktidar ortağı liderleri ile ana muhalefet lideri arasında başlayan görüşme trafiği MHP liderinin son çıkışından sonra daha ne kadar sürecek henüz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz gerçek şu; Erdoğan da, Özel de, Bahçeli de bu süreci farklı isimlerle anıyorlar.
Erdoğan siyasi iklimin “yumuşaması”, Özel siyasetin “normalleşmesi”, Bahçeli ise bir anlamda partisinin akarte edilme süreci olarak adlandırıyor süreci. Süreci anlamlandırma farkı bile toplumda var olan bölünmenin siyasi yansıması.
Oysa bir süredir sadece Erdoğan değil Bahçeli de kendini dokunulmaz kılmak istiyor. Bunun için sürekli olarak düşman üretiyorlar. Böylece kendi dışında kalan birbirinden farklı siyasi, ideolojik ve kültürel kimlikleri aynı kategoriye sokup, “hain”, “öteki” ve “gayri milli” ilan edebiliyorlar.
Bu yüzden ki, siyasi iktidar toplumsal, siyasal her sorunu demokratik bir tercih, tartışma olmaktan çıkarıp, ontolojik yani kendi siyasal kimliği, siyasal iktidarı için bir varlık/yokluk düzlemine indirgemektedir. Ne olduğunu, neyi temsil ettiğini, toplumsal karşılığının olup olmadığını bilmediğimiz bazı kavramlar bunu sağlamak için devreye sokuluyor.
Yakın geçmişe kadar sıkça kullanılan milli irade kavramı bunlardan biriydi. Son dönemde ise milli iradenin yerini yerli ve milli kavramı aldı. Bu kavram, kullananlar için sadece değer değil kutsallık da taşıyor.
Siyasi iktidar bloku, kültürel kimlik olsa da ideolojik sürekliliği takip etmektedir. Türk/Laik vatandaş prototipi yerini Türk/Sünni’ye bırakmıştır. Yerli ve milli olanlar dışında kalan herkesin öteki ve gayri milli ilan edilmesi, toplumsal kutuplaşmayı beslediği ölçüde iktidar için işlevsel. Bu karşıtlığın siyasal anlamı bizatihi siyasetsizliktir.
TOPLUM OLMAYAN TÜRKİYE
Ama bu siyasi iktidar blokunun ürettiği değil taklit ettiği bir yöntemdir.
Şu bir gerçek ki Türkiye’de devleti kuran irade, kurduğu sistemin siyasal meşruiyetini ise tanımladıkları “Türk/laik” referanslı vatandaş kimliğine dayandırdı. Bu tanım dışında kalan ya da bu kültürel kimliği benimsemeyen herkes, yeni kurulan devletin “ötekisi” oldu.
Kürtler, muhafazakârlar, Aleviler başta olmak üzere kendi kültürel ve dinsel kimliklerini muhafaza etmek isteyenler, kamusal alanın dışına itildiler ve özel alanlarda varlıklarını sürdürdüler. Kamusal alanının, o alanda toplumsal sorunların çözüldüğü bir siyasetin olmamasının en temel sonuçlardan birisi Türkiye’nin henüz “toplum” olamaması gerçeğidir.
Osmanlı’dan Cumhuriyete millet sistemi devam etmiş, ülke farklı katmanlarda, farklı toplumsal kesimlerin toplamı olmuş ama ortak değerler etrafında buluşmuş bir millet olamamıştır. Türkiye bu hali ile toplum değil bir cemaatler/mahalleler toplamıdır. Bu açıdan Türkiye; Etnik olarak Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Rum vs. toplamı Türkiye’dir.
Dinsel olarak Sünni, Alevi, Hristiyan, Yahudi, Ezidi, Süryani vs. toplamı Türkiye.
Yaşam biçimi olarak laik ve muhafazakârların toplamıdır Türkiye. Bu toplam halini, farklı toplumsal tabakaları çoğaltmak da mümkündür. Yine her toplumsal tabakayı da kendi içlerinde farklılıklara da ayırmak da. Siyasi iktidar bloku, kültürel kimlik olsa da ideolojik sürekliliği takip etmektedir.
Türk/Laik vatandaş prototipi yerini Türk/Sünni’ye bırakmıştır. Yerli ve milli olanlar dışında kalan herkesin öteki ve gayri milli ilan edilmesi, toplumsal kutuplaşmayı beslediği ölçüde iktidar için işlevsel. Bu karşıtlığın siyasal anlamı bizatihi siyasetsizliktir.
Siyaset, herkesin kendi cemaatsel gettolarınızdan çıkarak kamusal alanda siyasete katılmasıdır. Yani bizatihi siyasallaşmadır, yeni bir kamusal alan inşa etmektir, farklı olanla konuşabilmek, onunla iletişim kurabilmektir. Bu ortak siyasallaşma talebi, aynı zamanda toplum olma yolunda da iradi olarak atılmış ilk büyük adım olacaktır.
SİYASETE SAHİP ÇIKMA ZAMANI
Eğer Türkiye evrensel ölçülerde normalleşecekse önce toplum olmayı başarması gerekiyor. Ve bunun ilk adımı da iktidar blokunun kendi iktidarını sürekli kılmak için kullandığı siyasi dili, siyaset yapma zihniyetini ve muhalefetle, toplumla kurduğu ilişkiyi gözden geçirmek ve değiştirmek zorundadır. Bunun bir sonraki adımı da var olan siyasal sistemin önce denetim ve denge mekanizmalarıyla normalleşme sürecine girmesi ve zaman içinde de değiştirilmesidir.
Tabi bütün bunların olmasının yolu da siyasetten geçmektedir. Talep etmekten, bu talebi kamusal alanda siyasallaştırmaktan. 31 Mart seçimleri bu açıdan bir umuttur ve Bu açıdan siyasete sahip çıkan herkesin yapması gereken üzerimize giydirilmek istenen bu siyasetsizlik gömleğine itiraz ederek yeni bir siyasallaşmaya girişmesidir.
Bunun yolu ise herkesin kendi cemaatsel gettolarınızdan çıkarak kamusal alanda siyasete katılmasıdır. Yani bizatihi siyasallaşmadır, yeni bir kamusal alan inşa etmektir, farklı olanla konuşabilmek, onunla iletişim kurabilmektir.
Bu ortak siyasallaşma talebi, aynı zamanda toplum olma yolunda da iradi olarak atılmış ilk büyük adım olacaktır.
Unutmayalım ki siyaset, siyasetçilere bırakılmayacak kadar değerlidir. Çünkü onların aldıkları kararlar bugünümüzü ve yarınımız belirliyor. Eğer bugünümüzden memnun değilsek yapmamız gereken, tepkilerimizi sosyal medyadan siyasal alana kaydırmak olmalıdır.
Yorum Yazın