Sonuç olarak, Nisan 2025’in ekonomi hikayesi hem trajikomik hem öğretici. Bir yanda rekor bütçe açığımız var, kasadan para su gibi akıyor; diğer yanda rekor faizimiz var, ekonomi frene basarak yavaşlatılmaya çalışılıyor. Biri elinde kepçe bütçeden para dağıtıyor (faiz ödemelerine), öteki enflasyon canavarını durdurmak için yüksek faiz kalkanını tutuyor. Bu ikili durum biraz “sağ cebimden alıp sol cebime koymak” gibi de duruyor: Faizler yükseldikçe enflasyon düşsün diye umut ediyoruz, ama faizler yükseldikçe bütçeden çıkan faiz ödemesi de artıyor, dolayısıyla gelecek nesillere borç yükü büyüyor.
Ekonomi gündeminde bu hafta rakamlar dudak uçuklatıyor, ama biz yine de işin içine biraz mizah katalım dedik. Düşünün, devletin kasasından her saniye yaklaşık 60 bin TL uçup gidiyor – şaka değil, saniyede 60 bin TL! Öte yandan Merkez Bankası, “faizi artırma” düğmesine basıp politika faizini %46 seviyesine çıkardı . Biri para saçıyor, diğeri parayı pahalılaştırıyor; ortaya hem güldüren hem düşündüren bir ekonomik tablo çıkıyor. Şimdi bu tabloya yakından ve biraz da gülümseyerek bakalım.
Hazine Bütçesi: Açık var, hem de ne açık!
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı merkezi yönetim bütçe sonuçlarına göre devletin kasası yılın ilk çeyreğinde (Ocak-Mart 2025) 710,8 milyar TL açık vermiş durumda. Yani devlet, üç ayda giderlerinin gelirlerinden yaklaşık 711 milyar lira fazla olduğunu itiraf etti. Geçen sene aynı dönemde açık 513 milyar liraydı; aradaki fark bir hayli “ödünç aldığımız” paraya tekabül ediyor. Tabii “ödünç aldığımız” paranın bir de faizi var ki, işte o faiz bütçemizin adeta kara deliği haline gelmiş durumda.
Nasıl mı? Sadece ilk üç ayda ödenen faiz gideri 463,95 milyar TL’ye ulaşmış. Rakam o kadar büyük ki daha anlaşılır kılmak için günlük hayat benzetmeleri yapalım: Bu, her gün yaklaşık 5,1 milyar TL, her saat 215 milyon TL, her dakika 3,6 milyon TL faiz ödemesi demek. Ve evet, başta dediğimiz gibi her saniye yaklaşık 60 bin TL sırf borçların faizine gidiyor. Siz bu cümleyi okuyana kadar Hazinenin kasasından belki 200 bin TL daha faiz ödemesi çıktı bile! Dile kolay, devlet neredeyse her saniye bir iPhone parasını faiz olarak ödüyor desek yeridir (Türkiye fiyatları malum ?).
Bütçedeki deliği biraz daha anlayalım: İlk çeyrekte faiz dışı açık (yani faiz ödemelerini çıkarırsak bütçenin durumu) yaklaşık *246,9 milyar TL. Demek ki 710,8 milyar TL toplam açığın geri kalanı – yani aslan payı – faiz ödemelerinden kaynaklanıyor. Hani yıllardır tartışılan “faiz lobisi” var ya, eğer böyle bir lobimiz gerçekten mevcutsa şu aralar köşeyi dönmüş olmalı: Devlet onlara oluk oluk para akıtıyor. Nitekim Mart 2025’te faiz harcamaları geçen yılın Mart ayına göre %116,3 artışla 161,2 milyar TL’ye fırlamış durumda. Evet, yanlış okumadınız, sadece bir ayda iki katından fazla artan bir faiz faturamız var.
Bütçe giderleri de maşallah hız kesmiyor; ilk çeyrekte toplam harcama 3,12 trilyon TL olmuş, bunun yaklaşık %15’i faize gitmiş. Gelirler ise 2,41 trilyon TL’de kalmış. “Gelir artmadı mı, vergiler toplanmadı mı?” diye soracak olursanız, aslında vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre %50 civarı artmış. Fakat masraflar da aynı dönemde %45 büyümüş, özellikle personel, sosyal güvenlik, cari transfer gibi kalemlerde ciddi artışlar var. Hal böyle olunca, kasanın dengesini en çok bozan kalem faiz ödemeleri oluvermiş. Üç aylık 464 milyar TL faiz demek, bütçenin adeta yüksek faizli kredi kartına dönmesi demek; borcu borçla çevirip faizine çalışıyoruz. Bu gidişle yılın ortasında ek bütçe ihtiyacı doğarsa kimse şaşırmasın – zira yıllık bütçe harcama hedefinin şimdiden %21’inden fazlası kullanıldı bile.
Mizah bir yana, bütçe açığının bu kadar büyümesi gelecekte daha fazla borçlanma ve dolayısıyla daha da fazla faiz yükü anlamına geliyor. Devletin her saniye 60 bin TL faiz ödemesi, ekonomimizin sürdürülebilirliği açısından kara mizah değil de nedir? Umarız ki bu trend tersine döner de, “faiz lobisi” yerine vatandaş kazanır. Aksi halde Hazinenin diline şu arabesk şarkı dolanacak: “Faize kurban mı oldum, ey bütçe sen söyle!” ?
Tüketici davranışları açısından bakarsak, yüksek faiz ortamı genelde harcamaları azaltıp tasarrufu özendirir. Bankalar mevduata da yüksek faiz vereceğinden, parası olan “harcayacağıma faize koyayım, nasılsa getiri yüksek” diyebilir. Parası olmayan da zaten artan fiyatlar ve yüksek borç maliyeti yüzünden mecburen kemer sıkabilir. Sonuçta toplam talep azalıp enflasyon baskısı azalacak – teoride plan bu.
Merkez Bankası’nın Faiz Kararı: Enflasyona Karşı %46’lık Reçete
Gelelim haftanın diğer bomba gelişmesine: Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplanıp politika faizini bir kez daha artırdı. Üstelik öyle sembolik bir artış değil, 350 baz puanlık (yani 3,5 puanlık) ciddi bir yükselişle faiz oranı %42,5’ten %46’ya çıkarıldı. Böylece Merkez Bankası, enflasyonu dizginlemek için elindeki acı ilacı biraz daha dozajında artırmış oldu. “Faiz %46 olur mu yahu?” diye şaşıranlar olabilir; evet, Türkiye şu an dünyadaki en yüksek politika faiz oranlarından birine sahip. Amaç ne? Tabii ki hala çok yüksek seyreden enflasyonu frenlemek. Bir de 19 Mart olaylarının gölgesinde eriyen rezervleri yerine koymak dolayısıyla kaçan yabancıyı geri getirmek.
Malum, resmi verilere göre enflasyon Mart 2025 itibarıyla %38,1 düzeyin ((bağımsız ENAG grubuna sorarsanız %75’in üzerinde ama o başka hikâye). Enflasyon, geçen yılın sonlarına göre düşüş eğiliminde olsa da hâlâ hedefin epey üzerinde. Merkez Bankası da “frene basmaya devam” diyor. Banka açıklamasında, Mart ayında enflasyonun ana eğiliminde bir miktar iyileşme olsa bile, ilk çeyrekte iç talebin öngörülenden güçlü seyrettiği ve fiyat artışlarını düşürme etkisinin zayıfladığı belirtil. Yani ekonomi hala hararetli, alışveriş ve tüketim canlı; bu da fiyatları yukarı itiyor. Ayrıca enflasyon beklentilerinin ve fiyatlama davranışlarının henüz tam kontrol altına alınamadığı vurgulanıyor. Kısacası, Merkez Bankası “enflasyon ateşi düşmedi, biz de ilacı artırdık” demek istiyor.
Peki bu %46 faiz kararı ne anlama geliyor, etkileri ne olabilir? İlk akla gelen, kredi maliyetlerinin iyice artacak olması. Bankadan kredi alıp işini döndürmeye çalışan esnaf da, konut kredisi hayali kuran genç çift de, ihtiyaç kredisiyle borç kapatmaya çalışan vatandaş da bu kararla biraz karamsarlığa düşmüş olabilir. Zira politika faizi %46 olunca, bankaların uygulayacağı kredi faizleri muhtemelen %60’lara ulaşacak. Yani krediyle ev, araba almak artık Nuh’un gemisine bilet almak kadar zor (biraz abarttık belki, ama durumu anlatıyor). Kredi kartı faizleri de tavan yapabilir; “alışverişe taksit” keyfi yerini “faizine dikkat” tedirginliğine bırakabilir.
Öte yandan, döviz kuru cephesinde bu karar bir nebze rahatlama sağlayabilir. Yüksek faiz, yabancı yatırımcıya “gel TL’de dur, yüksek getiri al” mesajı verir. TL mevduata verilen faizler de artacağından, vatandaşın da parasını döviz yerine TL’de tutması teşvik ediliyor. Sonuç? Türk Lirası’nın değer kazanması veya en azından daha az değer kaybetmesi muhtemel. Nitekim Merkez Bankası da sıkı para politikası duruşunun TL’de reel değerlenme sağladığını ve dezenflasyon sürecini güçlendirdiğini belirtiyor. Yani kurdaki ateşi söndürmeden enflasyonu düşürmek zor, o nedenle bu faiz artışı aynı zamanda dövize karşı da bir hamle.
Tüketici davranışları açısından bakarsak, yüksek faiz ortamı genelde harcamaları azaltıp tasarrufu özendirir. Bankalar mevduata da yüksek faiz vereceğinden, parası olan “harcayacağıma faize koyayım, nasılsa getiri yüksek” diyebilir. Parası olmayan da zaten artan fiyatlar ve yüksek borç maliyeti yüzünden mecburen kemer sıkabilir. Sonuçta toplam talep azalıp enflasyon baskısı azalacak – teoride plan bu. Tabii psikolojiyi de unutmamak lazım: Yıllarca düşük faizle krediye alıştırılan toplum, şimdi %46 gibi bir oran duyunca şaşkınlıktan küçük dilini yutabilir.
İşin ucu nereye varır? Enflasyon tahminlerine bakacak olursak, uluslararası kurumlar bile yıl sonu için oldukça yüksek rakamlar öngörüyor. JP Morgan ekonomistleri 2025 sonu enflasyon tahminini yakın zamanda %29,5’ten %30,5’e yükseltti. Yani bu sıkı para politikası ile bile yıl sonunda enflasyonun %30 civarında olacağı düşünülüyor. %5 enflasyon hedefi ise hâlâ hayal gibi uzak – Merkez Bankası da bu nedenle enflasyon kalıcı olarak düşene kadar sıkı duruşa devam mesajı veriyor. Bu, uzun bir yüksek faiz dönemi anlamına gelebilir. Elbette yüksek faizin yan etkileri de var: Yatırım yapmak pahalı, büyüme hızı düşük olacak, belki işsizlik üzerinde baskı yaratacak. Ama ekonomide her ilacın bir yan etkisi var; enflasyon illetine karşı seçilen ilaç da yüksek faiz oldu şu an.
Sonuç olarak, Nisan 2025’in ekonomi hikayesi hem trajikomik hem öğretici. Bir yanda rekor bütçe açığımız var, kasadan para su gibi akıyor; diğer yanda rekor faizimiz var, ekonomi frene basarak yavaşlatılmaya çalışılıyor. Biri elinde kepçe bütçeden para dağıtıyor (faiz ödemelerine), öteki enflasyon canavarını durdurmak için yüksek faiz kalkanını tutuyor. Bu ikili durum biraz “sağ cebimden alıp sol cebime koymak” gibi de duruyor: Faizler yükseldikçe enflasyon düşsün diye umut ediyoruz, ama faizler yükseldikçe bütçeden çıkan faiz ödemesi de artıyor, dolayısıyla gelecek nesillere borç yükü büyüyor.
Ünlü bir söz vardır, “Beklentiler alınır, gerçekleşmeler satılır” derler piyasada. Bizde beklenti ne? Enflasyon inecek, ekonomi düzelecek… Gerçekleşme ne? Bütçe açığı şimdiden dağ gibi, faiz oranı çatıda. Ama merak etmeyin, biz Türk milleti olarak bu ekonomik labirentte hem güleriz hem ağlarız, sonunda bir çıkış yolu buluruz. Krizlere dayanıklıyız!

Yorum Yazın