Yakın zamanda Kariye’yi gezmeye gittim. Binanın içinde sırtını duvara yaslamış dua eden bir turiste güvenlik görevlisinin müdahale ederek burada dua edilmez demesi ise bardağın artık taşmış olduğunu gösterdi. Güvenlik görevlisine ben ve başka insanların gösterdiği tepkiye karşılık siz bilmiyorsunuz yazılı olmayan talimatlar var açıklaması ise soğuk savaş ruhunun hiç bitmediği anlamına geliyor.
Türkiye’yi tek cümle ile anlat deseler Soğuk Savaşın yenik ülkesi diye tanımlarım.
Ülkemizi hala yaşlı ve Soğuk Savaş dönemini yaşamış, politize olmuş insanlar yönetiyor.
Soğuk Savaşın ülkemize verdiği iktisadi/politik/toplumsal zararları ciltlere sığdıramayız. Buna karşılık bu zararların hala telafi edilemiyor olması da zararın bir yerinden dönemediğimiz anlamına geliyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarının bazı anlayış ve uygulamaları sanki dün yaşanmış gibi ağır biçimde eleştirilirken soğuk savaş döneminin çok daha yakın tarihli ve etkileri süren uygulamalarına karşı kayıtsız kalınıyor.
Soğuk Savaşın ikiye bölünmüş dünyasının bir cephesinde hür dünyayı temsilen Amerika diğerinde ise dinsiz/ateist komünizmi temsil eden Sovyetler bulunuyordu.
Türkiye 1945-91 döneminde bu bölünmenin tarafı olarak Sovyetlere karşı Amerikan cephesinde yer alırken, en güçlü anti komünist argüman olarak Marxizm’in dine karşı olan mesafeli duruşu da tezgahta hep satışa sunuldu.
Bu kış ülkeye komünizm gelirse camiler kapanacak, ahlaksızlık kadınları ortaklaştıracak, din elden gidecekti. Bu söylem çok uzun süre iş gördü ve ülkeyi adeta ağzını açan her muhalif için cehenneme çevirdi. İşçi Hakları, Kadın Hakları, İnsan Hakları hep komünistlerin ekmeğine yağ sürmek, dini yok etmek olarak yaftalandı.
BU KIŞ ÜLKEYE KOMÜNİZM GELİRSE…
Komünizmi dinsizlik/allahsızlık/ahlaksızlık üçgenine hapsetmek halkın geniş yığınlarına bu propaganda ile pek çok uygulamayı benimsetmek ve onları manipüle etmek mümkün oluyordu.
Bu kış ülkeye komünizm gelirse camiler kapanacak, ahlaksızlık kadınları ortaklaştıracak, din elden gidecekti.
Bu söylem çok uzun süre iş gördü ve ülkeyi adeta ağzını açan her muhalif için cehenneme çevirdi. İşçi Hakları, Kadın Hakları, İnsan Hakları hep komünistlerin ekmeğine yağ sürmek, dini yok etmek olarak yaftalandı. Askeri Darbeler bu işi normal siyaset yoluyla yapılamayan noktalarda kilitte dönen anahtar işlevi gördü. Özellikle 12 Eylül Darbesi anti komünist tavrını elinde Kuranla gezen paşasıyla simgeledi. Amerikada Reagan’sa Sovyetlerin defterini ilelebet dürmek için yeşil kitaba sarılmıştı. Beyaz Saray’da ağırlanan Afgan Mücahidler Amerikanın kurucu babalarına eş değer görülüyordu.
11 Eylül 2011’de Amerika’yı vuran uçaklar Beyaz Saray’dan havalandı desek yalan olmaz.
Amerika 1990’lar başlarken Berlin Duvarını Sovyetler’in tepesine yıkarak Hür Dünyayı Komünizm tehlikesinden kurtarsa da açtığı Pandora Kutusundan çıkan din siyaseti özellikle İslam ülkelerinde yeşil kuşağı oluşturmuştu bile.Türkiye’de tüm muhalefetin ezildiği bu ortamda iktidarı İslami duyarlığı yüksek partinin devralması sadece 10 yıl gerektirmişti. İstanbul’da elde edilen başarıyı dikkate aldığınızda bu daha da kısa sürede gerçekleşti.
2024’ün Türkiye’sinde hala din elden gidiyor, değerler erozyona uğruyor retoriği iş yapmakla kalmıyor bir de üstüne harekete geçiyor ve Türkiye’yi evrensel değerlerden uzaklaştırıyor. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi bunun en dolaysız örneği oldu.
DİN ELDEN GİDİYOR RETORİĞİ VE AYASOFYA
Türkiye soğuk savaşın dini siyasete dolaysız alet eden politikaları ile 1980’den beri baş etmeye çalışıyor. İşleri askeri darbe kurgulayacak noktaya bile getiren bu dinsel siyasetle siyaset kurumunun koalisyonu iniş çıkışlı da olsa hiç kesilmedi.
2024’ün Türkiye’sinde hala din elden gidiyor, değerler erozyona uğruyor retoriği iş yapmakla kalmıyor bir de üstüne harekete geçiyor ve Türkiye’yi evrensel değerlerden uzaklaştırıyor.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi bunun en dolaysız örneği oldu. Dinsel siyasetin biten ekonomiye doping sağlaması adına hepimizin gözü önünde Atatürk’ün karar ve imzası yok sayıldı. İslamcıların hep yakın dostu olan milliyetçiler de bu sürece teorik destek verdiler. Yusuf Halaçoğlu gibi akademisyenler soğuk savaşın Türk İslam sentezinin hiç yok olmadığını göz önüne serercesine Atatürk’e attığı imzadan bihaber yaftasını koymada tereddüt görmediler…
Son olarak Kariye de bu süreçten nasibini aldı ve o da camiye dönüştürüldü. Yakın zamanda Kariye’yi gezmeye gittim. Bu konuda gösterilen duyarlılık etkili olmuş olsa gerek cami olarak ayrılan bölümün dışındaki mozaikler gayet iyi bir sunumla izlenebiliyor.
Ama memlekette cami yokmuşçasına geniş bölümü Camiye çevrilen ve kapısında tuhaf biçimde geleni geçeni gözleyen bir güvenlik görevlisi duran yapı anakronik bir soğuk savaş projesini çağrıştırıyor.
Binanın içinde sırtını duvara yaslamış dua eden bir turiste güvenlik görevlisinin müdahale ederek burada dua edilmez demesi ise bardağın artık taşmış olduğunu gösterdi.
Güvenlik görevlisine ben ve başka insanların gösterdiği tepkiye karşılık siz bilmiyorsunuz yazılı olmayan talimatlar var açıklaması ise soğuk savaş ruhunun hiç bitmediği anlamına geliyor.
Sessizce dua eden Kanadalı turiste binanın önündeki çay bahçesinde çay ısmarladım ve Türkiye’de dinin siyasete nasıl ve neden araç olduğunu anlattım. Ayasofya’da da benzer bir durumun başına geldiğini söyledi.
Türkiye’de dini kullanarak iktidar olmanın mümkün olmadığı gün Soğuk Savaş bitecek. O günü ulusal bayram ilan etmeliyiz. Böyle devam ettiği sürece varacağımız yol kısır döngüden çıkamayacak.
Yorum Yazın