Dün CHP PM üyesi Baki Aydöner bir mesaj paylaştı. Mesajın altında yer alan fotoğraf, Türkiye’nin deprem ve doğal afetlere neden hazır olmayacağını en sarih işaretidir. İlki CHP İBB Meclis Grubu’nun mesajı idi. Burada acil durum için tüm ilçeler için birer iletişim numarası var iken; AKP İl Meclis Grubu’nun yayınladığı görselde ise sadece AKP’li ilçe belediyelerine ait numaralar vardır. Sanki diğer ilçelerde AKP seçmeni yokmuş gibi. CHP ne kadar kapsayıcı iken AKP o kadar dışlayıcı.
Dün evden oğlumun 23 Nisan törenini izlemek üzere çıkıyordum ki, korkunç bir sallantıya yakalandım. 6.2 şiddetinde ve 13 saniye sürdüğünü ilerleyen saatlerde öğrendiğimiz deprem, sonrasında belki de uzun yıllardır yaşamadığım en korkunç 30 dakikayı yaşattı bana. Ellerim titriyor, nefesim daralıyor ve kızıyordum.
Sonrası ise tam bir keşmekeşti. Okula ulaşmak, okuldan oğlumu almak bir anda sokaklara dökülen arabalardan dolayı hayli zor oldu. Oğlumu görüp sarıldığımda, o da ağlamamak için zor tuttum kendini.
Gerçekten o yarım saat içinde bir kez daha aradan geçen onca yıla -referansa olarak 17 Ağustos 1999’u alırsak 26 yıl geçmiş- rağmen alınmayan tedbirler bizi karşıladı.
Üstelik her seferinde tedbir alıyoruz, yatırım kaynıyoruz, şehri dönüştürüyoruz açıklamalarına rağmen.
Yine telefon şebekeleri çekmiyordu, yine yollar arabalarla yolmuş trafik kilitlenmişti ve yine insanlar bulundukları çevrede toplanma yeri arıyorlardı. Kendi kendime “Ben bu filmi görmüştüm” desem de, her depremde aynı şeylerin yaşanması da kaderin değil ama siyasi tercihlerin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Yaşanan bunca felakete, bu kadar uyarıya rağmen neredeyse hiç bir tedbirin alınmaması “normal” mi? Normal şartlarda bu sorunun cevabı “normal değil” olurdu. Ama burası Türkiye ve bu sorunun cevabı ne yazık ki; “normal”. Çünkü Türkiye’de “anormal” hal artık“normal”. Anormalin, normalleşmesinin temel nedeni “siyasetsizlik”tir.
YAPILMASI GEREKEN NEDEN YAPILMIYOR?
Ben hem 17 Ağustos 1999 İzmit’i hem de 12 Kasım 1999 Düzce Depremleri’ni yaşadım ve yardım sahasında bulundum. 6 Şubat 2023 Maraş merkezli depremlerin ortaya çıkardığı acıları yakından yaşadım.
Ama insan aradan geçen 26 yılda deprem için alınması gereken tedbirlerin ne devlet ne de siyaset kurumu tarafından neden yapılmadığını sormadan edemiyor.
Oysa deprem konusunda bilim insanları yapılması gerekenleri defalarca söylediler, söylemeye devam ediyorlar. Deprem uzmanı Naci Görür ısrarla şunu ifade ediyor; “Deprem deprem olduğu zaman konuşulmayacak kadar önemli bir konudur. Depremin olmadığı zaman konuşup önlem almak lazım. Bunu başta hükümet, sonra belediye ve halk el ele vererek kenti depreme hazırlaması lazım. Kentsel dönüşüm, bina yapmak kenti depreme hazırlamak değildir. Deprem dirençli kent apayrı şeydir. Artık gerekeni halk yapmalıdır. Yapacağı şey gözetim ve denetimdir.”
Uzmanlar, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği ile kırılması beklenen ve İstanbul başta olmak üzere pek çok ili etkileyecek Kuzey Anadolu Fayı’nın üreteceği “büyük” deprem öncesi yapılması gerekenler defalarca anlattılar.
Bu gerçeğe rağmen, yapılan hiç bir uyarı neredeyse karşılık bulmadı. Dahası hiçbir tedbir alınmadığı gibi, devletin mali kaynak ihtiyacından dolayı çıkarılan “af” düzenlemeleri ile var olan sorunlu yapılar bile “normal” vasfı kazandı. Bunun anlamı olası bir depremde zarar görecek bina sayısının devlet eliyle iradi olarak arttırılmış olduğu gerçeğidir.
Bütün bu gerçekler karşısında devletin, siyasetin, yerel yönetimlerin yapması gereken şeyler açıktır. Öncelikli olarak fay hattı çevresinde olan var olan yapı stoğunun çıkarılması ve planlı bir dönüşümün gerçekleştirilmesidir.
Yani zemin etüdleri yapılarak daha sağlam zeminlere yeni yerleşimler inşa etmek ve yıkılması gerekenlerin yıkılarak depreme dayanıklı yeni binalar yapılmasıdır.
Evet, İstanbul ve başka illerde “kentsel dönüşüm” projeleri görüyoruz. Ama bunların çoğunluğunun da depremden korunma amaçlı olmadığını da biliyoruz.
Diğer yandan TC vatandaşı olup 1999’dan bu yana cep telefonu kullanan her bizirimiz “özel iletişim vergisi” adı altında deprem vergisi ödüyoruz. Bu süre içinde ne kadar para toplandı, bu paralar nereye harcandı, ne kadar depreme hazırlık için harcandı?
Yine biliyoruz ki, 1999 depremden sonra toplanma alanı ilan edilen pek çok yer, bu süre içinde yapılaşmaya açıldı. Belli yerlere konulan deprem konteynerleri yerinde durmuyor.
Bunların akıbetini sorduğunuzda, yine işitmediğimiz hakaret kalmıyor, hain edilmemeniz içten bile değil.
İnsan bütün bu yaşananlar üzerine sormadan edemiyor; neden tedbir alınmıyor, neden yapılması gerekenler yapılmıyor?
Yaşanan bunca felakete, bu kadar uyarıya rağmen neredeyse hiç bir tedbirin alınmaması “normal” mi?
Normal şartlarda bu sorunun cevabı “normal değil” olurdu. Ama burası Türkiye ve bu sorunun cevabı ne yazık ki; “normal”. Çünkü Türkiye’de “anormal” hal artık “normal”.
Anormalin, normalleşmesinin temel nedeni “siyasetsizlik”tir.
Ekrem İmamoğlu ile birlikte ikisi belediye başkanı (Resul Emrah Şahan ve Mehmet Murat Çalık) olma üzere beş şehir plancısının Silivri Cezaevinde olması tesadüfle açıklanabilir mi? İmamoğlu’nun dün deprem sonrasında yaptığı açıklamada vurguladığı “ortak akıl” devreye almak bulunduğumuz noktada çok önemlidir. Alınması gereken tedbirlerde merkezi yönetim yerel yönetimi yok saymak değil onunla işbirliği yaparak “ortak aklı” devreye almalı çok geç olmadan tedbirler alınmaya başlamalıdır.
DEVLET/SİYASET TOPLUMU DİNLEMEZSE…
“Siyaseti” çok kabaca, toplumsal taleplerin, karar süreçleriyle kesişip kamusal alanda çözülmesi olarak tanımlarsak; talep eden toplum ve çözüm üretecek siyasal aktör/ler/den bahsetmiş oluyoruz. Ve doğal olarak ikisi arasında bir etkileşim ve diyalogdan.
İşte Türkiye’de sorun bu etkileşim ve diyaloğun olmamasıdır. Siyasetsizlik hali dediğim budur.
Bu açıdan 19 Mart’tan itibaren yaşadıklarımız bu anormal halin normalleşmesi ve siyasetin alanının bizatihi siyaset (iktidar) tarafından daraltılmasıdır..
Ve merkezi idare yerel yönetimleri -evet sadece farklı partiden oldukları için- yok saymakta ve olması gereken açık iletişimden kaçmaktadır. Bu durum siyasetsizliği besleyen temel nedendir.
Siyasi iktidar blokundaki partilerin, muhalefetteki partileri siyaseten “rakip” değil, siyasi “hasım”olarak görmesi, bu etkileşim ve diyaloğu baştan koparmaktadır.
Bunun en sarih örneğini dün CHP Parti Meclisi Üyesi Baki Aydöner’in sosyal medya paylaşımında gördüm. Aydöner mesajında; “Acil durum iletişim numaralarını paylaşırken dahi siyasi düşüncesine tutsak olan, Aziz Milletimizin oylarıyla seçildiğini yok sayan, meclis üyeleri grubuna sesleniyorum, yakışık olmayan durumunuzu acilen gözden geçirin! Fikirlerimiz ayrı olabilir ama bizi biz yapan değerlerimizi zedelemeyin!” diyordu.
Bu mesajın altında paylaştığı görselde iki fotoğraf var. İlki CHP İBB Meclis Grubu’nun mesajı idi. Burada acil durum için tüm ilçeler için birer iletişim numarası var iken; AKP İl Meclis Grubu’nun yayınladığı görselde ise sadece AKP’li ilçe belediyelerine ait numaralar vardır. Sanki diğer ilçelerde AKP seçmeni yokmuş gibi.
CHP ne kadar kapsayıcı iken AKP o kadar dışlayıcı.
İşte siyasetsizliği en sarih örneklerinden biri bu.
İktidarın muhalefet partilerini siyasi rakip değil, siyasi hasım olarak görmesi, sadece parti düzeyinde değil o partilerin yerel yönetimlerini de kapsamaktadır.
O noktada siyasal iktidar muhalefete ait yerel yönetimleri, valiler, il başkanlıkları aracılığıyla bypass etmekte ve işlevsiz kılmaya çalışmaktadır. Bunu özellikle büyük şehirlerdeki deprem çalışmalarında, doğal afetlerde sık sık görmekteyiz. Örneğin İstanbul’da deprem ya da doğal afet olayları ile ilgili toplantılara İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı özellikle davet edilmemektedir.
Ekrem İmamoğlu ile birlikte ikisi belediye başkanı (Resul Emrah Şahan ve Mehmet Murat Çalık) olma üzere beş şehir plancısının Silivri Cezaevinde olması tesadüfle açıklanabilir mi?
İmamoğlu’nun dün deprem sonrasında yaptığı açıklamada vurguladığı “ortak akıl” devreye almak bulunduğumuz noktada çok önemlidir. İmamoğlu Silivri’de bulunduğu şartlara rağmen elini siyaset için uzatıyor, bu şehre, bu ülkeye katkı sunmak istiyor. Bunu eli iktidar görmeyecek belki ama devlet içinde görecek sağduyulu insanların varlığına güveniyorum.
Ve alınması gereken tedbirlerde merkezi yönetim yerel yönetimi yok saymak değil onunla işbirliği yaparak “ortak aklı” devreye almalı çok geç olmadan tedbirler alınmaya başlamalıdır.
Siyaset geleceğimize sahip çıkmak. Bunun yolu da sahada olmak, talep etmek ve değiştirmek için katılmaktır. Evet siyaset belki depremi önlemenin yolu değil ama ama depremin öldürücülüğünü en aza indirmenin en etkili yoludur.
HELE BİR DEPREM OLSUN DA…
Özetle Türkiye, deprem başta olmak üzere doğal afetlere hazırlıklı değil ve olmayacak da.
Bunun temel nedenlerinden birisi bizatihi siyasetsizliktir. Ve bunun sorumlusu da iktidardır.
Devlet/siyasetin toplumsal talepleri yok sayması gibi; siyasi iktidarın muhalefet partilerini, muhalefete ait yerel yönetimleri yok sayması siyasetsizliği derinleştirdikçe; deprem gibi, doğal afetler gibi ve son olarak yangın gibi afetlerde alınması gereken tedbirlerin alınmasına da engel olduğu açıktır.
Özetle deprem tedbirlerinin alınması da, yangınlara karşı tedbirlerin alınmasının yolu da siyasetten geçiyor.
Siyaset geleceğimize sahip çıkmak. Bunun yolu da sahada olmak, talep etmek ve değiştirmek için katılmaktır.
Evet siyaset belki depremi önlemenin yolu değil ama ama depremin öldürücülüğünü en aza indirmenin en etkili yoludur.
Aksi durumunda pozisyonumuz, “deprem olsun da bakarız” olacaktır.

Yorum Yazın