Bizim gibi uzun süredir baskı altında yaşayan toplumlarda böyle tepkiler olası. Zira sokakları 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerinden, LGBTİ+ Onur Haftası’na ucu kadına ve LGBTİ+’ya ulaşan her gösteriye kapalı olan; 1 Mayıs’ların Taksim Meydanı’nda kutlanamadığı, Gezi tutuklularının yıllardır hapishanelerde olduğu, görülmeyen ve kabul edilmeyenlerin ülkesinde bu sansasyonel açılış ayrışma için elverişli bir zemin sundu. Benim için törenden çok, bu ayrışmanın kendisi üzerinde düşünülmesi gereken bir alan.
Pandemiden sonraki ilk olimpiyatlar olan Paris 2024 heyecanla bekleniyordu. Ne var ki açılış töreninin görkemi sporun birleştirici gücü, her bahaneye tutunarak ayrışıp kutuplaşanları bir araya getirmeye yetmedi. Televizyon için hazırlandığı besbelli olan, sporcuları doğru düzgün göremediğimiz, Olimpiyat ruhunun hiçbir şekilde oluşturulmadığı bu töreni beğenenler, beğenmeyenleri gerici, cahil gibi sıfatlarla suçladı. Bizim gibi uzun süredir baskı altında yaşayan toplumlarda böyle tepkiler olası. Zira sokakları 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerinden, LGBTİ+ Onur Haftası’na ucu kadına ve LGBTİ+’ya ulaşan her gösteriye kapalı olan; 1 Mayıs’ların Taksim Meydanı’nda kutlanamadığı, Gezi tutuklularının yıllardır hapishanelerde olduğu, görülmeyen ve kabul edilmeyenlerin ülkesinde bu sansasyonel açılış ayrışma için elverişli bir zemin sundu. Benim için törenden çok, bu ayrışmanın kendisi üzerinde düşünülmesi gereken bir alan. Zira bu durumun, değerlendirme aşamasında birtakım körlüklere yol açtığını düşünüyorum.
Performans sanatları pratiğinden gelen bu insanların işleri, ister istemez bizleri performans sanatının bakış açısıyla bir değerlendirme yapmaya zorunlu kılıyor.
AÇILIŞ MESELESİ
Bu körlüklerden biri modern Olimpiyatların açılış törenlerinin hemen hepsinin ev sahibi ülkenin önde gelen tiyatro ve sinema yönetmenleri tarafından hazırlanıp yönetilmesiyle alakalı. Performans sanatları pratiğinden gelen bu insanların işleri, ister istemez bizleri performans sanatının bakış açısıyla bir değerlendirme yapmaya zorunlu kılıyor. Genel geçer beğenilerin ve kişisel yorumların ötesinde alan bilgisine ihtiyaç duyan bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Gelin önce kısaca Olimpiyatların tarihine bakalım.
Antik dönemin en önemli spor etkinliklerinden biri olarak kabul edilen oyunlar, tüm Yunan şehir devletlerinden gelen sporcuların katılımıyla gerçekleştirilirdi. Zaman ve mekan arasındaki koşutluğun bir örneği olarak oyunların yapıldığı Olimpia, adını zamansal bir birime de verdi. Böylece dört yıllık dönemlere Olimpiad denilmeye başlandı. Bugünden farklı olarak Olimpiyatlar aynı zamanda savaşsız bir dönem anlamına gelmekteydi.
ANTİK YUNANDAN GÜNÜMÜZE
Antik Yunan’da çeşitli tanrılara adanmış tapınaklarda yapılan ayinler ve bunlara eklemlenmiş şenliklerin olduğu belirli bir takvim vardı. Nasıl tiyatro tanrı Dionisos onuruna yapılan şenliklerle başlayıp sonrasında düzenlenen tragedya şenliklerinden doğmuşsa, olimpiyatlar da Olimpia’daki Zeus tapınağının bulunduğu yerde düzenlenen bir festivaldi.
Antik dönemin en önemli spor etkinliklerinden biri olarak kabul edilen oyunlar, tüm Yunan şehir devletlerinden gelen sporcuların katılımıyla gerçekleştirilirdi. Zaman ve mekan arasındaki koşutluğun bir örneği olarak oyunların yapıldığı Olimpia, adını zamansal bir birime de verdi. Böylece dört yıllık dönemlere Olimpiad denilmeye başlandı.
Bugünden farklı olarak Olimpiyatlar aynı zamanda savaşsız bir dönem anlamına gelmekteydi. Zira oyunlar tüm savaşların durdurulduğu bir barış döneminde gerçekleştiriliyordu. Başlangıçta bir gün süren bu spor şenliğinde yalnızca bir etkinlik vardı: Stadion adı verilen 180 metrelik kısa mesafe koşusu. Hemen her dilde stadyum kelimesine köken teşkil eden bu yarış, adını mekana vererek günümüzde olimpiyatları hemen her spor dalıyla ilişkili hale getirdi. Yani stadyumların böyle bir anlam alanı var. Ancak oyunlar bu kısa koşu yarışı ile sınırlı kalmadı. Zamanla disk atma, cirit atma, uzun atlama, boks, güreş, atlı araba yarışı ve pentatlon gibi çeşitli spor dalları da programa dahil edildi.
Kılık kıyafet de bugünkünden çok farklıydı. Hatta yoktu. MÖ 720’e kadar iç çamaşırlarıyla yarışan sporcular bu tarihten itibaren çıplak olarak yarıştılar. Diğer taraftan kadınların oyunlara katılması da, izlemesi de yasaktı.
Olimpiyat geleneği yaklaşık 12 yüzyıl boyunca sürdü. M.S. 393 yılına gelindiğinde Roma İmparatoru I. Theodosius tarafından Hristiyanlığı teşvik etmek amacıyla yasaklandı. Modern Olimpiyat Oyunları, Pierre de Coubertin adlı bir Fransız baronun girişimiyle 1896 yılında yeniden canlandırıldı ve ilk olimpiyat oyunları Atina’da yapıldı. Bu kısa özetten sonra konuya devam edelim.
Adanarak çalıştıkları, uğruna yaşamsal tercihlerini değiştirdikleri, ülkelerine bağlı olarak türlü çeşit zorluğun içinden büyük bir mücadeleyle gelen bu sporcular ne Fransa’nın, ne Fransa tarihinin, ne Paris’in, ne de alakasızca araya sokuşturulan cinsel kimlik tartışmalarının gerisinde kalmayacak kadar konunun öznesiydiler. Yağmur altında uzunca saatler bekletilip, sıkış tepiş gezinti tekneleri ile Seine nehrinden geçişlerinin saniyelik sekanslarla ekrana gelmesi kabul edilmesi güç bir yok sayış. Mekanın parçalanması bu çöküşün altından kalkamazdı, kalkamadı da.
PARÇALANAN MEKAN ALGISI
2024 Paris Olimpiyat oyunları açılış töreninin stadyumda değil de şehrin çeşitli yerlerinde yapılması mekan algısını yerle bir eden, Fransa tarihini, kültürünü ve de şehri olimpiyat geleneğinin üzerinde konumlandırması bakımından olması gerekenin hayli uzağından geçiyor.
Bu kadar köklü bir geleneği sarmalayan mekan algısını kırmak ‘ben yaptım oldu’ denilecek basitlikte bir şey değil. Tiyatronun sahneye, sporun stadyumlara ihtiyacının olmasının ardında bu eylemlerin olmazsa olmazı seyirci faktörü var. Ne spor, ne de tiyatro seyirci olmadan gerçekleştirilecek etkinlikler değil. Seyirciden kastım fiili olarak o anda orada olan ve tepkisiyle performansa katkısı olan insanlardan bahsediyorum.
Tribünlerin sadece bir seyir değil aynı zamanda performans alanı olduğunun da altını çizmek gerek. Meksika dalgasından, adı konulmamış pek çok başka yolla varlığını performansa dahil eden seyirciyi bu açılışta göremedik. Bu yenilikçi değil, performansın tanımı açısından hatalı bir tercih. Zira bu haliyle açılış töreni gerek sporun gerekse sahnenin üç saç ayağından biri olan topluca katılımı tümüyle yok etti. Böylesi törenler için bu ne yazık ki telafisi olmayan bir kayıp. Burada hemen bir parantez açıp açılış töreninin stadyumdaki belli sayıdaki insanı değil de televizyon ekranları başındaki milyonları hedeflendiğini başarı olarak sunulmasına değinmek yerinde olur. Tören stadyumda da yapılsaydı da televizyon başındaki insan sayısı muhtemelen aynı olacaktı. Zira bu sayı mekana göre değişen bir parametre değil. O nedenle bu geçersiz bir sav.
Mekanın parçalanmasının bir diğer negatif etkisi olimpiyatlara katılan yaklaşık 10 bin 500 sporcunun temsilinin hak ettikleri biçimde gerçekleştirilememiş olması. Adanarak çalıştıkları, uğruna yaşamsal tercihlerini değiştirdikleri, ülkelerine bağlı olarak türlü çeşit zorluğun içinden büyük bir mücadeleyle gelen bu sporcular ne Fransa’nın, ne Fransa tarihinin, ne Paris’in, ne de alakasızca araya sokuşturulan cinsel kimlik tartışmalarının gerisinde kalmayacak kadar konunun öznesiydiler. Yağmur altında uzunca saatler bekletilip, sıkış tepiş gezinti tekneleri ile Seine nehrinden geçişlerinin saniyelik sekanslarla ekrana gelmesi kabul edilmesi güç bir yok sayış. Mekanın parçalanması bu çöküşün altından kalkamazdı, kalkamadı da.
Törenin gerçekleştiremediği temel akslardan ikisini çok kabaca ortaya koyduğum bu yazıyı yazma nedenim törenin kendisinden çok bizdeki bölünme hali. Düşünce özgürlüğünü savunması beklenen, sözüm ona liberallerin sırf kendileri gibi düşünmüyorlar diye farklı görüşten insanları bağnazlık, tutuculuk ve hatta cahillikle suçlama yarışını çok sorunlu bir nokta olarak değerlendiriyorum.
BASKI TOPLUMLARINDA YOK OLAN ELEŞTİRİ ZEMİNİ
Burada yazının başına dönerek açılış töreni sonrası bizde yaşanan kutuplaşmaya geri dönelim istiyorum. Törenin gerçekleştiremediği temel akslardan ikisini çok kabaca ortaya koyduğum bu yazıyı yazma nedenim törenin kendisinden çok bizdeki bölünme hali. Düşünce özgürlüğünü savunması beklenen, sözüm ona liberallerin sırf kendileri gibi düşünmüyorlar diye farklı görüşten insanları bağnazlık, tutuculuk ve hatta cahillikle suçlama yarışını çok sorunlu bir nokta olarak değerlendiriyorum.
Bilgisizliğin giderek taçlandığı, liyakatin yok sayıldığı, aklın yerini duygusal hezeyanların aldığı baskı ile sıkıştırılmış bir toplumda, gündelik hayatlarımıza hiçbir etkisi olmayan bir açılış töreni üzerinden bu kadar ayrışmak hayra alamet değil. Ortak bakış açısını tutturmak her zaman zor, ancak bunun tamamen kaybolması hayli düşündürücü.
Estetikten yoksun, sanattan, spordan kopuk, herhangi bir hakkı aramak için sokağa çıkmayı aklına getiremeyecek kadar baskı altında, kendi sporcusunun hikayesini bilmeyecek kadar birbirine yabancılaşmış bir toplumda uzaktan bakılan, başkaları tarafından alınan ferah ve özgür bir nefese özgünmüş gibi öykünmek kendine yabancılaşmanın son halkasının tamamlanmış olduğunun bir göstergesi. Bu bir haklı-haksız olma meselesi değil. Analitik bakışın yok olduğu bir zemin kaybı. Beni asıl düşüren işte bu.
Yorum Yazın