İçi dolu bir milliyetçilik mümkünken içi boş milliyetçilik ikrar içerisinde kendi kendine referans verip duruyor ve büyüğü dışında kimseye hesap verme ihtiyacı gütmüyor. Nihayetinde, bu mekanizmanın kurumsallaşması ve kodlaşması yüzünden sosyal sözleşmemiz ihlal ediliyor.
Türkiye’de hükümete yakın kanatta güncel olarak milliyetçiliğin bir kod olduğunu gözlemliyorum. Yani, milliyetçilik, iktidar kanadı tarafından kullanıldığında milliyetçi düşüncenin öne sürdükleri dışında anlamlara gelen bir sembol, bir kod olmuş durumda. Çok bilinen bir kod ancak çözüldüğü iddia edilince ahlaksızlıkla suçlanılıyor. Bu yazıda milliyetçiliğin tamamen içi boş bir akım olduğunu iddia etmiyorum; ancak milliyetçilik örneğinde siyasi akımların içinin nasıl boşaltıldığını anlatacağım. Milliyetçiliği seçme sebebim tamamen güncel olarak hükümetin yanında dominant bir aktör olması, aynı analizi bu düzlemde İslamcılara, sekülerlere ve muhaliflere de yapabiliriz.
Milliyetçilik (görsel olarak) ikrara ihtiyaç duyuyor. İçi boş bir milliyetçilik siyaseti bir var olma, gözükme olarak görüyor. Gözükmek için ise ekonomik olarak var olmak zorunda, çünkü milliyetçiliğin kodu bu anlama geliyor: Devlet imkanlarından yararlanarak kaynaklara erişme.
İKRAR VE İÇİ BOŞ MİLLİYETÇİLİK
Milliyetçilik (görsel olarak) ikrara ihtiyaç duyuyor. Milliyetçiliğinizi ikrar etmek için ve milliyetçi bir imaj inşa etmek için birtakım şovlarla ve maskülen pozlarla milliyetçi olduğunuzu ispatlamalı, milliyetçi figürlere göndermeler yapmalısınız. Çünkü (devletçiler ve) milliyetçiler düzenli olarak kendilerini ikrar etme ihtiyacı duyuyorlar. Eğer bu ihtiyacı duymadan, kendilerini tesadüfî olarak hatırlatsalardı ya da toplumun milliyetçilerin kim olduklarını kendi başına anlamasına izin verselerdi, o zaman bu milliyetçilik reformlar yapabilecek, iktidara tek başına oynayabilecek ve içi dolu bir milliyetçilik olurdu. Bu cümleyle içten içe kast ettiğim bir şey var, içi dolu siyasi akımların kendini politikanın yanında hatırlatacağı görüşündeyim. Örneğin iktidara ortak bir milliyetçi partinin çevre ve şehirciliğin hayatı pratikleştirecek şekilde, insan sağlığını ve güvenliğini öne çıkaran icraatlar ürettiğini ya da bunun için hükümete talep yarattığını düşünelim. İnsan güvenliğini yalnızca askeri manada ele almayan bir milliyetçilik, icraatten sonra temsil ettiğini iddia ettiği millî grubun korunmasını sağlayacak, bunun üzerinden milliyetçiliği sinyallenebilecekti. Yani kimlik icraatte görünecekti. Böylece, bu içi dolu bir milliyetçilik olacaktı. Ancak bunun yerine şehrin çeşitli caddelerine milliyetçi figürlerin isimlerini takmak, milliyetçi sembollerin heykellerini küçük meydanlara vererek milliyetçilik ikrarı yapılıyor. Aynı şeyi yıllardır İslamcı camia ağır bastığında AKP yapıyordu. Buradaki doluluk tanımım şöyle: politikayı bir mahal olarak ele alıp bu mahalde icraat yapmak, kimlik ve sembollerinizi de bu mahal aracılığıyla icraatin içinde ve arkasında göstermek. Bu tanımın kullanışlı ve okuyanda farkındalık uyandırıcı nitelikte olduğunu düşünüyorum.
İkrar, ilkelerinizi ve kendinizin kim olduğunu sürekli kendinize (ve çevrenize) hatırlatmanız anlamına geliyor. Eğer kendinizi icraatte göstermiyorsanız, kendinizi var edebilmek için sürekli ikrara ihtiyaç duyabilirsiniz, çünkü başka bir şekilde toplumun sizin varlığınızı ve öneminizi tekrar etmesini sağlayamazsınız. Bu mantığa göre, kendi milliyetçiliğinizi ikrar ederken de diğer bir aktörün ahlaken ne kadar kötü olduğunu belirtmeniz gerek, çünkü işin ucunda ne olduğunu söylemeniz lazım: “Biz burada olmazsak teröristlerin/İslamcıların/din düşmanlarının/yabancıların eline kalırsınız.” Ancak bu cümlede “biz”in tam olarak nasıl bir hayat kurgulayacağını (icraati ya da icraatin kullanış açısından faydasını) içermiyor. Buna ikrar yoluyla var olma (görünme) ihtiyacı diyelim. Siyasetçilerin insanları ve kitleleri terörize etme, güvenlikleştirme (birini/konuyu/şeyi en başat güvenlik tehdidi olarak ilan etme), karalama, toplumun önüne atma pratiklerine başvurmalarına yol açan temel motivasyon bu. Örneğin muhalif siyasetçilerin terörist ilan edilmesi veya İran’ın ABD başkanını terör lideri ilan etmesi ya da kültür alanında gelişim gösteremeyen hükümetimizin kültür yatırımlarını ülkenin güvenlik meselelerinden biri olarak ilan etmesi bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Youtuber Oğuzhan Uğur’un programında Kürt seyircilerin düzenli olarak maruz kaldığı “Kürdüm ama terör örgütünü desteklemiyorum/devletimin yanındayım” cümlesini söyleme sebebi buradan geliyor, çünkü karşılarında kendini icraatle var etmeyen bir milliyetçi kitle var. Yani, içi boş milliyetçilik sadece müttefik bireyleri etkilemiyor, dışladığı ya da arasında hiyerarşi kurduğu kitleleri de etkiliyor; milliyetçiler dominant göründüğü için kendinizi aynı zeminde temize çıkarma ihtiyacı hissediyorsunuz. Böylece milliyetçiler ne kadar gerekli olduklarını ikrar ederken, milliyetçi olmayanlar da milliyetçilerin zararlı gördüğü insanlar olmadıklarını ikrar etmek zorunda kalıyor. Bu ikrar sonucunda aslen kim olduğunuz ya da talep edebileceğiniz icraatler hep ikinci planda kalıyor, görece olarak önemsizleşiyor.
Milliyetçilik, kadim, kutsal, güvenlikçi ve müdahil bir devlet imgesini arkasına alıp buna hakikat diyor ve bu hakikati savunduğunu iddia ediyor. İkrarın ikinci manası da bu: “Devletimin ve polisimin yanındayım/Devlet meselesi/bekâsı.” Milliyetçilik, bu bağlamda büyüklüğü ve kapasitesi azalan devleti işlevsizleştirmeye fakat daha müdahil kılmaya devam ediyor. Bu sırada kendinden olmayanları da ikrara muhtaç bırakarak toplumsal varlığını sürdürüyor.
Peki içi boş bir milliyetçilik ne anlama geliyor ve ne sonuçlara sebep oluyor?
İçi boş bir milliyetçilik siyaseti bir var olma, gözükme olarak görüyor. Gözükmek için ise ekonomik olarak var olmak zorunda, çünkü milliyetçiliğin kodu bu anlama geliyor: Devlet imkanlarından yararlanarak kaynaklara erişme. Kısacası bireysel ve kanun dışı zenginleşme/var olma, kitle arttırma. Bu alanlarda (alandan kastımız bir sektör de olabilir) kimliğini icraate dayandırmadan, sadece var olarak ve varlığını sürdürmek için yapıyor. Hükümete ise popüler (seçmeni arkasına alarak) değil, görünmeyen politika alanından baskı oluşturuyor, yani bürokrasi kademelerinde network oluşturarak.
Eğer siyasette bir başka aktör sizi var ettiyse, TV’lerde ve sokaklarda bir başka siyasi büyüğünüz aracılığıyla görünüyorsanız ve dolayısıyla ekonomik kaynaklar size aktarıldıysa, yalnızca o siyasi büyüğünüze hesap verme zorunluluğu hissediyorsunuz.
GÖRÜNÜRLÜK VE HESAP VERME YÖNÜ
Eğer birini görünür kılmak istiyorsanız ya da belli bir bürokratik çevrede alakalı kılmak (yani görünür kılmak) istiyorsanız bunun yollarından biri para ve kaynak aktarımı yapmaktır. Ancak bu iş asla tek yönlü olmuyor. Eğer birini görünür kılarsanız ortaya bir güç ilişkisi çıkıyor. Güç ilişkisi içinde de artık siyasete başladığınızda çantanızda olan siyasi ilke ve motivasyonların devam etmesi neredeyse imkânsız. Bunu biraz Max Weber’in Meslek Olarak Siyaset kavramına atıfla söylüyorum. Bahsettiğim çalışmasında Weber bir siyasetçinin profesyonel olarak bu işi yaptığında nasıl hesap verilebilirlik ilkelerini taşıması gerektiğinden bahsediyordu: kendine ve kamuya karşı. Ancak bahsettiğim tipte bir güç ilişkisinde hesap verebilirliğiniz yalnızca sizi görünür yapan siyasi büyüğünüze karşı oluyor. Toparlayalım: Eğer siyasette bir başka aktör sizi var ettiyse, TV’lerde ve sokaklarda bir başka siyasi büyüğünüz aracılığıyla görünüyorsanız ve dolayısıyla ekonomik kaynaklar size aktarıldıysa, yalnızca o siyasi büyüğünüze hesap verme zorunluluğu hissediyorsunuz. Çünkü bu güç ilişkisinde aslen hiyerarşik olarak en aşağıda olan halk kitlesi oluyor. Aşağıdan yukarıya doğru: halk siyasetçi/bürokrat “siyasi büyük”.
Adil bir argüman kurmak adına, bu durumun şu anda milliyetçilere özel olmadığını mutlaka söylemem gerekiyor: Türkiye siyasetindeki aktörlerin, muhalefet dahil, çoğunluğu bu şekilde var olmuş durumda. Bu şekilde var olmayan siyasetçiler kendilerini ya da görüşlerini icraatte gösterebiliyor ya da icraatle görünmek adına projeler üretebiliyor ve büyüğüne değil, kamuya hesap veriyor.
Ancak milliyetçilere geri dönersek, bir kitle karşısında kendini ikrar etmek, devleti ve milliyetçiliği bir kod haline getiriyor. Eğer başkası tarafından görünür kılındıysanız ve bunun için kaynak aktarıldıysa, bir pozisyondaysanız ve bu sayede artık kaynak yönetiyorsanız milliyetçilik ya da muhaliflik bir kod hâlini alıyor. Kod: halka milliyetçilik derken ikrar ya da güvenlikle alakalı bir gönderme yapılıyor, ancak siyasi elitler bunun aktarılan kaynakları yönetmeye devam etmek olarak algılıyor. Bir nevi izin kodu gibi, telefona gönderilen doğrulama kodunu bankanızın uygulamasına girmek gibi. Böylece içi dolu bir milliyetçilik (bütün parçayı milliyetçi kelimesini İslamcı ya da muhalif kelimeleriyle yer değiştirerek de okuyabilirsiniz) mümkünken içi boş milliyetçilik ikrar içerisinde kendi kendine referans verip duruyor ve büyüğü dışında kimseye hesap verme ihtiyacı gütmüyor. Nihayetinde, bu mekanizmanın kurumsallaşması ve kodlaşması yüzünden sosyal sözleşmemiz ihlal ediliyor.
Yorum Yazın