Geçtiğimiz hafta bir kütüphanede tesadüfen gördüğüm bir kitap: İzzeldin Abuelaish’in “Nefret Etmeyeceğim” başlıklı otobiyografisi. Bu kitabı geçen gün bir halk kütüphanesinde fark ettim. Gazzeli bir hekimin acılı ama bir o kadar da umut veren öyküsü bu, Gazze’deki gündelik rutin haline gelmiş eziyet ve sıkıntıların bir hekim gözüyle aktarımı.
Kişisel olarak hayatta başıma gelenlerin de getirdiği deneyimle, öfkeyle nefretin arasının ayrılması gerektiğini, aşikâr bir haksızlık karşısında öfkenin kaybolmaması ama nefrete de dönüşmemesi gerektiğini düşünürüm. Zira öfke ne kadar haklı bir zemine dayansa ve insanı ayakta tutan bir motivasyon sağlasa da, nefrete dönüştüğü zaman hem kişiyi hem de toplumu aşağı çeken zehirli bir dinamik oluşturuyor.
Bu satırları bir kitabın, sadece başlığının zihnimde yarattığı çağrışımlar olarak kaleme aldım. Geçtiğimiz hafta bir kütüphanede tesadüfen gördüğüm bir kitap: İzzeldin Abuelaish’in “Nefret Etmeyeceğim” başlıklı otobiyografisi.[1] Kitapçılarda veya kütüphanelerde vakit buldukça her bir kitabın yazarı ve başlığına tek tek göz atarım, bir şeyi kaçırmaktan korkar gibi yaparım bunu. Kitapları da böyle okurum şahsen, dipnotlarına varana kadar ve bir şeyleri kaçırmaktan korkarcasına.
Bu kitabı geçen gün bir halk kütüphanesinde fark ettim, yazarını duymamıştım ama isminden Arap olduğunu anlayınca Ortadoğu’ya dair bir metin olduğunu düşünerek merakla alıp okudum. Gazzeli bir hekimin acılı ama bir o kadar da umut veren öyküsü bu, Gazze’deki gündelik rutin haline gelmiş eziyet ve sıkıntıların bir hekim gözüyle aktarımı.
Gazze neresi, neden sadece acı ve kahırla anılıyor?
Dr. İzzeldin Abuelaish (Ebu el-Ayş) Gazze’nin kuzeyindeki Cibaliye Kampı’nda doğup büyüyen sıradan bir Filistinli adam. Gazze’nin zaten çok küçük bir nüfusu, mesela bir asır önce de orada yaşıyordu; geriye kalan neredeyse iki milyon insan bir felaketin süpürüp bu talihsiz beldeye attığı, fırtınaya tutulup batmış bir gemiden karaya vuran parçalar adeta. Ebu el-Ayş ailesi de Siderot yakınlarındaki Houg köyünden aslen, bugün İsrail toprakları olan bu bölgedeki evlerini bir dönem İsrail başbakanlığı da yapan General Ariel Şaron 1948 Savaşı’ndan sonra almış ailenin elinden ve bugün onun kişisel mülküne dönüşmüş bu gasp.
1948’den itibaren köylerinden kasabalarından terör ve tedhiş içinde çıkarılıp sürülen, bir zamanların zengin ve eğitimli, ama bugünün fakir ve çaresiz insanları. Abuelaish şu şekilde tarif ediyor bu çaresizliğin yılgınlığını ve onun getirdiği psikolojik sarmalı: “Filistinliler fiziksel olarak yaşıyorlar ama ruhlarımız bitkin ve sabrımız azalıyor. Bu yüzden dinlemiyorsak ve mantıklı davranmıyorsak bizi suçlamayın” (s. 234).
Gazze’nin üç tarafı İsrail topraklarıyla çevrili, Mısır’a geçilen Refah kapısı ise istisnai haller haricinde devamlı kapalı, karadan da denizden de tam bir abluka sözkonusu bu küçücük kara parçasına. Gazze’den çıkabilmek için İsrail tarafından haftalar süren bir izin prosedürü gerekiyor, sıradan halk için neredeyse imkânsız olan bu çıkış izni alınsa bile kontrol noktalarında saatler süren keyfi muamele ve aşağılamaya maruz bırakılıyor Filistinliler. Kitapta buna dair çok sayıda canlı tanıklığı var Dr. Ebu el-Ayş’ın, her gün çıkabilme izni olmasına rağmen kendisi de bu keyfi uygulamaların bir istisnası değil. İşsizlik, fakirlik, buna bağlı olarak umutsuzluk ve şiddetin eksik olmadığı bu bölgenin insanları her şeye rağmen direnmeye ve ayakta durmaya çalışıyor.
Biriktirdiği parayla da hem ailesine bakıyor hem okul masraflarını karşılamaya çalışıyor. Nihayet doktor olunca Gazze’de hayatın zorluğuna para kazanmanın güçlüğü ve aile geçindirme de eklenince Suudi Arabistan, Ürdün, Uganda, Afganistan gibi ülkelerde geçici projelerde çalışıp hayatını kazanmaya çalışıyor.
Hekimlik ve eğitimle ayakta kalma mücadelesi
Bu direniş ve ayakta kalma mücadelesi Gazze’deki hemen herkeste farklı bir şekilde vücut buluyor; kimisi silaha sarılıyor direnmek için, kimisi sivil itaatsizlikle ayakta duruyor, kimisi dinin yatıştırıcı iklimine sığınıyor. Ebu el-Ayş gibi az sayıdaki kişiyse dişini tırnağına takıp yokluklar içinde okumaya, eğitim alarak halkına faydalı olmaya uğraşıyor. İzzeldin Kahire’de tıp okumuş, orada okuyacak ama bir dönem varlıklı olan lakin Gazze’ye sürüldükten sonra bahçelerde inşaatlarda bekçilik yaparak hayatını kazanan babasının imkânları olmadığı için kendisi bir Yahudi ailenin bahçesinde çalışıyor birkaç ay. Biriktirdiği parayla da hem ailesine bakıyor hem okul masraflarını karşılamaya çalışıyor. Nihayet doktor olunca Gazze’de hayatın zorluğuna para kazanmanın güçlüğü ve aile geçindirme de eklenince Suudi Arabistan, Ürdün, Uganda, Afganistan gibi ülkelerde geçici projelerde çalışıp hayatını kazanmaya çalışıyor.
Ancak Ebu el-Ayş Gazze’deki insanların büyük çoğunluğu gibi kaderine küsmüş değil, nefret içinde hareket etmiyor. Muhtemelen kozmopolit ortamlarda yetişmesi, farklı kültürleri tanımasının da etkisiyle İsraillilere karşı varoluşsal bir nefretle dolu değil. Çocukluğunda Gazze’den çıkışların nispeten kolay olduğu zamanlarda Yahudiler için ufak tefek yapı ve tamirat işlerinde çalışmış, kötülerini çokça gördüğü gibi iyileriyle de tanışmış ve dost olmuş. Hekimlik yaparken de kadın-doğum alanını seçmiş ve ihtisasını, kendisine ve çalıştığı hastanelerdeki Yahudi tanıdıklarına yapılan aksi yöndeki tüm baskılara rağmen, İsrail hastanelerinde yapmış. Bu sayede çokça dostlar edinebilmiş, ama sanırım vurgulamaya gerek yok; bu dostları İsrail toplumunda sayısı ve etkisi giderek artan sol/seküler Yahudiler. Artık büyük çoğunluğu oluşturan sağ/dindar/milliyetçi Yahudilerin nazarında, Ebu el-Ayş gibi hekimler dahi Filistinli, barbar ve potansiyel terörist olarak görülüyor.
Bir feryat, bir çağrı ve sonrası
Yurtdışında çalıştığı bir dönemde eşini kaybediyor, son saatlerine yetişebilse de ailesinin yanında olamıyor çoğu zaman. Sekiz çocuğu var Ebu el-Ayş’ın, ancak üçünü 2009 yılı başında 22 gün süren Dökme Kurşun Operasyonu’nda kaybetmiş. Aynı evin içinde günler süren kuşatma esnasında evin on metre önünde duran bir İsrail tankı keyfi bir kararla doktorun evinin bir odasını iki tank mermisiyle yok ediyor, üç kızı ve bir yeğeni ölüyor, iki yakını uzuvlarını kaybediyor bu saldırıda. Doktor Ebu el-Ayş’ın kamusal bir figüre dönüşmesi ve uluslararası çevrelerde tanınan biri haline gelmesi de bu saldırı sırasındaki tavırlarına bağlı olarak gelişiyor.
Kızlarının odasına girip parçalanmış cesetlerini görünce çaresizlikle inliyor doktor, sokağa çıkıp yardım isteme imkânı yok, daha önce tanıştığı İsrailli bir televizyoncu dostunu arıyor can havliyle. O sırada canlı yayında olan, İsrail’de Filistinlileri en iyi bilen muhabir ve gazetecilerden Şlomi Eldar, arkadaşının telefonunu anlık bir refleksle açıyor ve canlı yayında tüm izleyicilere savaşın bu vahşi yönünü dinletiyor. Bir İsrail televizyonunda canlı yayında, üstelik İsrail hastanelerinde o sırada görev yapmakta olan Gazzeli bir doktor, kızlarının öldürüldüğünü ve parçalanmış cesetleriyle baş başa oturduğunu, o sırada konforlu evlerinde canlı yayında “terörist avı” izlediğini düşünmekte olan İsraillilere hadisenin tüm vahşetiyle naklediyor.
İyi derecede İbranice bilen Ebu el-Ayş bu röportajlarına ve İsrail kamuoyuna sesini duyurmaya devam ediyor ilerleyen günlerde de. Evinin adresi bilinmesine rağmen bu şekilde hedef alınmasının ve kızlarının öldürülmesinin de kuvvetle muhtemel bu aktivist yanına verilen bir ceza olduğunu düşünüyor. Ordu üzerindeki baskılar artıyor 2009’un şartlarında, genelkurmay hata yaptığını kabul ediyor, ama özür dilemiyor. İsrail’de o dönem Savunma Bakanlığı’nda sol kökenli İşçi Partili Ehud Barak oturuyor, Başbakansa merkez sağdan liberal eğilimli Ehud Olmert; bu politik konfigürasyon hem İsrail kamuoyunda daha çoğulcu seslerin çıkmasına imkan tanıyor hem de ordu yanlış yaptığını kabul ediyor.
Yaklaşık 1500 Gazzelinin öldüğü dökme Kurşun Operasyonu zamanında hükümet geri adım atıp hata yaptığını kabul etmişti. Ancak 7 Ekim 2023 sonrası başlayan ve 16 ay süren katliamda ise 50 bine yakın insan öldürülmesine rağmen, ne İsrail kamuoyunda bu yönde güçlü bir ses duyulabildi ne de ordu ve hükümet üzerinde bir halk baskısı. Bunda şüphesiz Hamas’ın kanlı eyleminin doğurduğu tepki kadar, İsrail iç siyasetinin son yıllarda hızla sağa kaymasının ve güç sarhoşluğunun doğurduğu Filistinlilere karşı nefretin de çok büyük rolü var.
2009 şartlarında Şlomi Eldar gibi İsrailli cesur gazeteciler bütün baskılara rağmen Filistinlilerin sesini duyurabiliyordu, bugün ana akım İsrail TV kanallarında bu sahneyi hayal etmek dahi çok güç. 2009 şartlarında bir Gazzeli hekim İsrail hastanelerinde görev yapabiliyor, kendi halkından eleştiri alıyor ama hekim olduğu için topluma sağladığı toplam katkıya bakılıyordu; o hekim çok iyi derecede İbranice öğreniyor, İsrailli bakanlar ve başbakanlarla görüşüp uğradığı haksızlıkları anlatabiliyordu. Bugün, 2025 Şubat şartlarında böyle şeyler artık sadece bir hayal. ABD’nin koşulsuz desteğiyle onbinlerce insanın canlı yayında katledilebildiği tarifsiz bir zamanda yaşıyoruz.
***
Ebu el-Ayş 2009’daki bu katliamdan sonra Kanada’da bir akademik kadroya başvurdu ve çocuklarını da yanına alıp terk etmek zorunda kaldı vatanını. Katliamdan geriye kalan beş çocuğuyla bugün Toronto’da yaşıyor. Ama o kendi kabuğuna çekilmedi, çalışmalarıyla artık uluslararası bir insan hakları aktivistine dönüştü, hatta bu mücadelesiyle Nobel Barış Ödülü’ne aday da gösterildi Avrupa Parlamentosu tarafından. Bugün hak mücadelesini sürdürüyor Ebu el-Ayş, İsrail mahkemeleri nezdinde kızlarının öldürüldüğü katliamın sorumlularını arıyor hala, bir yandan da Filistin davasını anlatıyor her fırsatta, geçtiğimiz sene Gazze konulu bir programa katılmak üzere İstanbul’a da gelmişti hatta.
Yanyana ve barış içinde yaşamanın mümkün olduğunu savunuyor Ebu el-Ayş, ilk baskısı 2010’da çıkan “Nefret Etmeyeceğim” başlıklı otobiyografisinde, duvarlar inşa etmek yerine köprüler inşa etmenin gerekli olduğunu, öfkenin haklı sebepleri olduğunu ama nefretin nefret doğurduğunu, şiddetin sadece daha büyük bir şiddeti davet ettiğini savunuyor. İki halkın yanyana ve aynı çatının altında yaşamasının 2023-24 Gazze Savaşı’nın ardından hala mümkün olup olmadığını bilmiyorum. Ama Filistinliler (hatta Gazzeliler) içinde de bu şekilde düşünen insanlar hala var ve iki halk için bir birlikte yaşam veya iki devletli çözüm mümkün olabilecekse, Ebu el-Ayş gibi insanlara büyük ihtiyaç var.
----
[1] Kitaptan yapılacak alıntılar için bu nüshayı kullanacağım: Izzeldin Abuelaish (2014), Nefret Etmeyeceğim, (Trc. Esra Kılıççı), İstanbul: Pegasus Yayınları

Yorum Yazın