Hakikat ve aklın bilincin zorunlu bir unsuru olmaktan çıkması bakımından post-modernizm post-truth için başlangıç durumu gibi işlevi görür. Ancak post-truth tipi bir düşünce iklimi sadece göreciliğe ve belirsizliğe indirgenemez. Sosyal medya determinizmi ve popülizm de en az post-modernizm kadar önemlidir.
Post-truth hakikatin önemsizleştiren tüm epistemolojik ve politik koşulları ortak bir çerçevede yeniden üreten bir kavramdır. Post-truthla post-modernizm arasında neden-sonuç ilişkisi olduğu yaygın bir şekilde kabul edilir. Her şeyin göreceli hale gelmesi ve yorumun bilginin yerine geçmesi post-truthla sonuçlanan gelişmelerin başlangıcı sayılır. Ayrıca yorumlarda nesnel değerlendirme olanakları zayıflamış, çok olasılıklı bir simülasyon evreninde herkesin söylediğinin kendince doğru ve haklı olduğu bir algı dünyası olguların yerine geçmiştir. Kısaca “düşünüyorum öyleyse varım” ilkesi “inanıyorum, o halde gerçektir” anlayışı lehine güç kaybetmiştir. Hakikat ve aklın bilincin zorunlu bir unsuru olmaktan çıkması bakımından post-modernizm post-truth için başlangıç durumu gibi işlevi görür. Ancak post-truth tipi bir düşünce iklimi sadece göreciliğe ve belirsizliğe indirgenemez. Sosyal medya determinizmi ve popülizm de en az post-modernizm kadar önemlidir.
Medya ve sosyal medya meselesi bir epistemoloji tartışması olarak da okunabilir. Sosyal medya yanıltıcı malzeme, yalan haber ve çarpıtılmış içeriği hızla yaymaktadır. Çok sayıda kaynağı belirsiz veriye muhatap kalan bireyler ya yankı odalarına çekilmekte ya da demagogların abartılı tepkilerine maruz kalarak uyuşmaktadır. Medya teknolojisinin yankı odası yaratma konusundaki kabiliyeti insanların hoşuna gitmeyecek fikirleri savunan kesimlerden kendilerini soyutlamalarını kolaylaştırmıştır. Bu durumun iletişim çağı ve bilgi toplumuna dair tüm iyimser beklentileri çökerttiği ise açıktır. Sosyal medyanın öznelerarası süreci güçlendirerek evrensel bir kamusal alan inşa edeceği düşünülüyordu. Gelinen yer ise kimsenin kimseyi dinlemediği, linç ve trol kültürünün müzakerenin yerini aldığı yeni bir ortaçağ gerçekliği oldu. Gücünü sosyal medyadan alan post-truth, inkarcılık, safsata ve komplo teorilerin popülerleştiği bir düşünsel iklime yol açtı.
Post-truth çağından önce de yalan siyasetin asli bir unsuruydu. Hannah Arendt gibi pek çok düşünüre göre hakikat siyaset kurumunun önem listesinde son sıralarda yer almaktaydı. Dürüstlük işe yaramadığından genelde yalan söyleyip rakiplerini ve halkı kandırıyordu siyasetçiler. Makyavalizm gibi etik politik çıkarımlar ise siyasete uzun vadeli bir yalan perspektifi sunmaktaydı. Kötülük iyi bir amaç için gerekli olabilirdi. Post-truth çağı ise yalan-siyaset ilişkisine dair bu zemini yeniden kurdu.
POST-TRUTH ÖNCESİ VE SONRASI
Post-truthun üçüncü ayağı ise popülizmdir. Post-truth çağından önce de yalan siyasetin asli bir unsuruydu. Hannah Arendt gibi pek çok düşünüre göre hakikat siyaset kurumunun önem listesinde son sıralarda yer almaktaydı. Dürüstlük işe yaramadığından genelde yalan söyleyip rakiplerini ve halkı kandırıyordu siyasetçiler. Makyavalizm gibi etik politik çıkarımlar ise siyasete uzun vadeli bir yalan perspektifi sunmaktaydı. Kötülük iyi bir amaç için gerekli olabilirdi. Ortak iyiyi koruma adına yalan söylemek, gerçeği saklamak, şiddete başvurmak gibi seçenekler makul görülebilirdi. Post-truth çağı ise yalan-siyaset ilişkisine dair bu zemini yeniden kurdu. İyi bir amaç için yalan söyleme gibi etik politik yükler tümüyle ortadan kalktı. İnsanlar inandıkları şeyleri doğru kabul ettikleri, kendi inanç ve yargılarını tartışmaya açmadıkları ve kendileri gibi düşünmeyen insanlara karşı her hangi bir sorumluluk hissetmedikleri için yalan bayağılaşarak genelleşti. Popülistler çok kolay bir şekilde yalan söylemekte; söyledikleri yalanları ortaya çıkaran, ahlak veya hukuk dışı eylemleri ifşa eden karşı çıkışları ise halkın sesini kısmaya dönük elitist girişimler olarak değerlendirmekteler. Post-truthla içinde debelendiğimiz karanlığın iyilik, özgürlük, eşitlik, adalet ve hoşgörü gibi pek çok üstün değere zarar verdiği ise çok açık. Kendi kuyruğunu yiyen bir yılana döndü düşünce hayatı. Her eylemi onu akıldan biraz daha uzaklaştırıp nihilizme yaklaştırıyor.
Yorum Yazın