Çocuklara ve kadınlara karşı işlenen cinayetler, içinde bulunulan kültürün medeni ve modern olmaktan ziyade barbar ve yozlaşmış niteliklerinin baskın olduğunu göstermektedir.
Sekiz yaşındaki Narin Güran, organize bir şekilde en yakın akrabaları tarafından korkunç bir şekilde öldürüldü. Çocuklara karşı işlenen vahşetle ilk defa karşılaşmıyoruz. Her gün neredeyse çocukların ve kadınların öldürüldüğü bir coğrafyada ve kültürde yaşıyoruz. Çocuğa ve kadına karşı işlenen vahşetle sahici anlamda yüzleşilmediği gibi, çocukları ve kadınları koruyacak etkili bir hukuk ve toplumsal ilişkiler çerçevesi geliştiremiyoruz. Çocuklara ve kadınlara karşı işlenen cinayetler, içinde bulunulan kültürün medeni ve modern olmaktan ziyade barbar ve yozlaşmış niteliklerinin baskın olduğunu göstermektedir.
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet oranları korkunç boyutlara ulaşmış durumdadır. Kadına ve çocuğa karşı şiddet, cinayet ve istismar vakaları artmasına rağmen, toplumda aynı ölçüde derin bir duyarlılığın ve farkındalığın oluşmadığını söyleyebiliriz.
Çocuklara ve kadınlara karşı işlenen vahşet, salt bir adli ve polisiye vaka düzeyine indirgenemez. Hayata, kadına, çocuğa, doğaya düşman, şiddeti her şeyin çözümü olarak gören, erkek kimliğini şiddet merkezli kurgulayan, devlet gücünün imkanlarından yararlandığı zaman kendini tanrısal güçlerle donanmış sanan, öldürmeyi ve şiddeti kendine hak olarak gören patolojik ve çürümüş bir kültürel ve sosyal yapı gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Narin’in öldürülmesi, sadece Narin’in öldürülmesi değildir. Çocuğa ve kadına yönelik şiddet, kaprisleri, zaafları, hırsları, cinsel sapkınlıkları, kirli ve karanlık ilişkileri yüzünden dolayı tek kişinin işlediği münferit bir vakaya indirgenemez. Kolektif bilinçaltı kirlenmiş, kanlanmış ve kararmış kültürel ve sosyal yapılar, kadını ve çocuğu hep kendilerine kurban olarak seçerler. Şiddet kültürleri ve toplumları, kadını ve çocuğu öldürerek kendi derinliklerinde sakladıkları karanlığı ve vahşeti örteceklerini sanırlar.
Kadın ve erkeği birbirine eşit görmeyen modern ve medeni olmayan bir devlet ve siyaset anlayışı ve yapısı, toplumu hep geçmişe ve geriliğe mahkum etmektedir. Kadını ve çocuğu medeniyetin, barışın, özgürlüğün ve hukukun merkezine koymayan bir devlet ve siyaset anlayışı, ataerkil, kabileci, feodal, cinsiyetçi ve ayrımcıdır. Kadına ve çocuğa karşı yapılan her türlü şiddet politiktir.
Ataerkil bedevi kültürlerin ve toplumların en önemli özelliklerinden birisi, suskunluğu ve susturmayı erdem haline getirmeleridir. Aile içinde ne olursa olsun, onlar hakkında konuşmamak, ailenin sırlarını açığa vurmamak, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere herkesin en kutsal görevidir. Aile, evlilik, cinsellik, taciz, tecavüz, ensest, hayvanlara yönelik cinsel tecavüzler dahil, insanla ilgili her şey konuşulmalı, tartışılmalı ve sorgulanmalıdır. Sır tutma kültürü ve “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışı, bütün insan ilişkilerini çürütmektedir. Hiçbir şey, sır olarak kalmamalıdır, her şey söz olarak ifadeye, konuşmaya, tartışmaya ve eleştirmeye açılmalıdır. Sır yerine söz kültürüne ihtiyaç vardır. Bütün sırlara artık ihanet etmeliyiz. Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle, insanca yaşamak için sözü değer haline getirmeliyiz.
Erkek merkezli kurgulanan topluluklarda ve kültürlerde, erkek kendini tanrı yerine koymaktadır. Ataerkil kültürde kendini tanrı gören erkek, kadının ve çocuğun bedeniyle ve hayatıyla kendisine ait malı olarak görmektedir. Ataerkil zihniyet, gerekli gördüğünde erkeğe, tanrı gibi kadının ve çocuğun hayatına son verme hakkını ve imtiyazını vermektedir. Erkek, adaleti, onuru, namusu, dini, ahlakı ve aileyi, hep kendi keyfi arzularına, hırslarına, şehvetine, gücüne ve servetine göre tanımlamakta, anlamakta ve savunmaktadır. Erkeği tanrılaştıran, onu onurun, namusun, hukukun ölçüsü haline getiren ataerkil cinsiyetçi kültür egemen olduğu sürece, kadınlar ve çocuklar güvende olmayacaklardır.
Kadının en kutsal işi, annelik ve evlilik değildir. Vahşice öldürülen sekiz yaşındaki Narin’in tabutuna duvak konması, cenazesinde bile ona en uygun görülen rolün gelin olmak olduğunu göstermektedir. Tabuta konulan duvak, yapılan vahşeti, telli duvaklı gelin masalıyla gizlemeye çalışan ataerkil zihniyetin bir tezahürüdür.
KADININ EN KUTSAL İŞİ ANNELİK DEĞİLDİR
Ataerkil kültür, ailenin kutsallığı masalıyla, kadın ve çocuk için bir cehennem yaratmaktadır. Hiçbir insani yapı kutsal olmadığı gibi, ailede kutsal değildir. Ailenin kutsallığı masalıyla devletin, toplumun, dinin ve kültürün dayatmalarına kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar. Kutsallık kılıfına büründürülen aile despotizmi yerine kadının ve çocuğun vücudunun, kişiliğinin ve hayatının erkeğe ait olmadığı, aile üyeleri arasında alt-üst hiyerarşisi yerine eşitlikçi ilişkileri savunan modern ve medeni bir anlayışın geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Kadının en kutsal işi, annelik ve evlilik değildir. Vahşice öldürülen sekiz yaşındaki Narin’in tabutuna duvak konması, cenazesinde bile ona en uygun görülen rolün gelin olmak olduğunu göstermektedir. Tabuta konulan duvak, yapılan vahşeti, telli duvaklı gelin masalıyla gizlemeye çalışan ataerkil zihniyetin bir tezahürüdür. Çocuk ve kadın, bu dünyada kendilerini gerçekleştirmek, özgürce, eşitçe ve onurluca bir hayat yaşama hakkına sahiptirler. Çocuk ve kadının önceliği, annelik ve evlilik değildir. Çocuk ve kadının en önemli öncelikleri, eğitim, ekonomi ve eşitliktir.
Yorum Yazın