Bağımsızlık bir zaferle gelir. Büyük bir savaşın sonucunda kazanılır. Özgürlük ise hep devam eden, her sabah yeniden başlayan bir mücadeledir. Bu duygularla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarım.
Bağımsızlık ve özgürlük arasındaki farka pek kafa yorulmuyor. Oysa bu iki kelime, bugünün Türkiye’sini en çok şekillendiren ayrı iki alana işaret ediyor. Yorgunluğumuzun kaynağı da burada yatıyor. Gelin, biraz bu kavramlar üzerinde düşünelim.
Bağımsızlık, daha çok dışsal bir durumken; özgürlük, içsel bir haldir. Bağımsızlık görünürdür; tarihte yerini alır, anıtlara kazınır. Özgürlük ise daha sessiz, daha mahremdir. Sokakta yürürken omzuna binen bakışla, fikrini söylerken içine çöken korkuyla, yalnızken bile seni izleyen görünmez bir varlıkla ilgilidir. Bağımsızlık devlete dairdir; özgürlükse bireye. Devletler bağımsız oldukları sürece ayakta kalır, halklar ise ancak özgür olduklarında nefes alabilir. Bir halk, bağımsız bir ülkede yaşasa da özgürlükten yoksun kalabilir. Bugünün Türkiye’sinde bu temel fark belki de hiç olmadığı kadar görünür durumda.
Bu topraklar, bağımsızlığını 20. yüzyılın başında büyük bir inançla kazandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı, askeri bir zaferdi. Ancak yalnızca silahla değil; halkın vicdanıyla, inancıyla, vatan sevgisiyle yürütüldü. O mücadelede insanlar herhangi bir ideoloji uğruna değil, bu topraklarda kendi kaderlerini tayin edebilmek için savaştılar. Vatan sevgisi, onları ortaklaştıran; aynı çukura düşmüş iki askerin aynı yudum suyu paylaşmasına sebep olan şeydi.
Bugün geldiğimiz noktada bağımsızlık fikri yüceltilirken, özgürlük fikri bastırılıyor. Bu yalnızca siyasi bir çelişki değil; aynı zamanda kültürel bir travma. Çünkü özgürlük, yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluktur. Vatan sevgisiyle ilintilidir. Özgür olmak, sadece zincirsiz yürümek değil; kendi sesini taşıyabilmek, kendinle yüzleşebilmek, yaşadığı toprağa karşı sorumluluk hissedebilmektir. Gerçek vatandaşlık, nüfus cüzdanında değil, vicdanın tam içinde başlar.
Vatandaşlık, sadece oy kullanmak değildir. Düşünmek, hissetmek, ifade etmektir. Bazen sokağa çıkmak, bazen sırf çıkabilmek için direnmek demektir. Çünkü vatan sevgisi yalnızca sınırları korumakla değil, o sınırların içinde insan onurunu yaşatmakla mümkündür. Özgür bir vatandaş, yalnızca kendisi için değil, sesi duyulmayanlar için de ses çıkarır. Kendini gerçekleştirebileceği bir hayat, büyüklere huzurlu bir veda, henüz doğmamışlara adil ve umut dolu bir yaşam ister.
Bugün milyonlarca insan sadece insanca, adil, özgür bir yaşam istiyor. Yalnızca nüfus cüzdanı sahibi olmak değil, söz sahibi olmak istiyor. Kendi sesiyle, kimliğiyle, düşüncesiyle var olmak için “Buradayım” diyor. Bu vatanın her evladı, “bağımsızlığın kayıtsız şartsız millete ait” olduğunu biliyor.
Bugün Türkiye’de gençler, kadınlar, işçiler, akademisyenler, gazeteciler bir arada güçlükleri yenmeye çalışıyor. Her biri birer vatandaşlık eylemi sergiliyor. Zira kendi geleceğini savunmak, ülkesinin geleceğini savunmaktır. Bağımsız bir ülkede yaşarken özgür bir hayat için mücadele veriyorlar. İşte bu, vatandaşlığın en saf, en gerçek halidir. Özgürlük bir lüks değil, ortak bir hayaldir.
Kurtuluş Savaşı’nın o herkesi birleştiren ruhu hâlâ yaşıyor. Bu açıdan bakıldığında özgürlük arayışı bir isyan değil, bir sadakat biçimi. Bu topraklara, geçmişe ve geleceğe duyulan derin bir sadakat.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftasında kaleme aldığım bu yazıyı Atatürk’ün şu sözüyle bitirmek isterim:
“Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”
Bağımsızlık bir zaferle gelir. Büyük bir savaşın sonucunda kazanılır. Özgürlük ise hep devam eden, her sabah yeniden başlayan bir mücadeledir. Bu duygularla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarım.

Yorum Yazın