Babacan’ın tek adam rejimi teessüs ettikten, kökleştikten sonra vaziyetten haz etmediği ve bu süreçte başta Erdoğan olmak üzere yıllardır birlikte yürüdüğü partisine mesafe koyduğu bir sır değil.
Ali Babacan ile aynı yıllarda ODTÜ’de öğrenim gördük. Ben 1991’de o benden 2 yıl önce mezun oldu.
ODTÜ genel olarak sol görüşlerinin okulu olarak bilinir. Ali Babacan’ın solla pek işi yoktu. AKP’yle yolu 2002’de birleşti ve partinin iktidara yürüyüşü ile beraber o da ekonomi gemisinin kaptan köşküne oturdu.
Bu aralar özellikle Deva Milletvekili Burak Dalgın’ın paylaşımlarına karşılık Sn. Babacan’ı eleştiriyorum.
Deva Partililerin benim eleştirilerimi anlamakta zorlandıklarını görüyorum. Babacan’ın parti içindeyken yaptığı eleştiriler ve hukuk dışılık saptamalarını işaret edip neden böyle davrandığımı sorguluyorlar.
Babacan’ın tek adam rejimi teessüs ettikten, kökleştikten sonra vaziyetten haz etmediği ve bu süreçte başta Erdoğan olmak üzere yıllardır birlikte yürüdüğü partisine mesafe koyduğu bir sır değil.
Babacan’ın Şimşek gibi doğrudan Erdoğan’ın ağır ithamlarına maruz kalmasına rağmen Şimşek gibi koşarak geri dönmeyeceğine eminim. Uzun süre yol arkadaşlığı yaptığı Şimşek’in Babacan’dan daha “İdeolojik” olduğu ve önce parti ve idealler sonra diğerleri gelir dediği anlaşılıyor.
Babacan bu yönüyle daha muhalif ve tereddütsüz bir biçimde farklı yolun yolcusu.
Bunda sorun yok. Bunu tartışmıyoruz.
Babacan Makro İhtiyatlılık Ambalajı içinde “anakronik” (zamansız) bir kumanda ekonomisinin oluşumuna imkan verdi.
Ben Babacan’ın son 10 yılını değil ondan öncesini tartışıyorum sorguluyorum. Bugünlere gelinmesine yol açan vahim hatalarını ve üzerimde kalan hakkını ifade ediyorum. Üzerinde kalan hakkımı diyorum. Çünkü Babacan bu ülkenin kuruluşundan bu yana eline geçen neredeyse ilk finansal istikrar döneminin erimesine göz yuman ve yol açan uygulamaların arkasında oldu.
2022’de 31 yıllık çalışmamın sonunda elime sayılan ve Nebatisel ekonomiyle fırlayan fiyatların karşısında komik duruma düşen kıdem tazminatını eriten gaz ocağı daha 2010’lar gelmeden açılmıştı.
En fazla 3 dakikada okunmasını istediğim bir yazı için kısa ve öz olarak ifade edecek olursak Babacan Makro İhtiyatlılık Ambalajı içinde “anakronik” (zamansız) bir kumanda ekonomisinin oluşumuna imkan verdi.
2007’de Kamu Haznedarlığı Tebliği yürürlükten kalkacak ve Bankaların kamu yada özel olmasına bakılmaksızın rekabet koşullarına göre Kamu Mevduatı Bankalar arasında dolaşacaktı. Devlet yani Babacan’ın AKP’si sözünü tutmadı.
Özelleştirmeler tam gaz giderken özelleşmeyen tek kurum Bankalar oldu. Özellikle bilinçsiz muhalefet için kamu bankalarının özelleştirilmemesi yapılan onca özelleştirmeler yanında olumlu bir iş gibi duruyor. Gerçekse farklıydı giderek bir parti devletine dönüşen yapı kamu bankalarını emme basma tulumba misali alternatif darphane olarak kullandı.
Kamu her şeyi satarken Ali Babacan dönemi iktisadı Kamu Bankalarını devleti arkasına koyarak ihtisas alanlarından çıkarıyor ve klasik tüketim bankacılığına sevk ediyordu.
Bu tuhaf makro ihtiyati manzume ekonominin asıl çözülmesi gereken sorunları halının altına süpürüldükçe daha da genişleyen bir tirada dönmekteydi.
SORUNLARI HALININ ALTINA SÜPÜRMEK
2013 Sonbaharında Kredi Kartı limitleri Makro İhtiyati tedbir adı altında kısıtlanırken Paraf Kart yüz milyonlarca lira reklam bütçesiyle lanse ediliyordu.
Babacan, İngilizcesi Prudentiality olan İhtiyatlılık’ı gündeme sokuyor ve gerekçe olarak da Amerikan Bankacılık krizini öne sürüyordu. Konut kredisi kullanım oranını %75’le sınırlamayla başlayan düzenlemeler giderek Bankacılık üzerinden para ve maliye politikası düzenlemeye evrilmekteydi. İthalatı kısmak için yerli üretimi özendirmeye gerek yoktu tüketici kredisini yasaklıyordunuz. Bankalar cep telefonu kredisi veremiyordu ama Telco’cular taksitle telefon satıyordu.
Bu tuhaf makro ihtiyati manzume ekonominin asıl çözülmesi gereken sorunları halının altına süpürüldükçe daha da genişleyen bir tirada dönmekteydi.
Kamu Bankaları yoluyla istenilen sektör ve firmalar fonlanmış, İstanbul’un silueti allak bullak olmuş , halkın politik isteklerine ve kaybedilen 7 Haziran 2015 seçimlerine karşı eldeki tüm ekonomik kozlar finansal ekonomi aracılığıyla oynanmaktaydı.
2018 seçimlerini kazanmak için KGF kredileri aracılığıyla belki de dünya tarihinde ilk defa devlet alalade ticari kredilere kefil bile edildi.
Bu uzun hikayeyi anlatmak için enerjim çok. Hatta bu konuda bir master tezini de seneye bu zamanlar tamamlamış olacağım. Ama bu yazı yeterli uzunluğa ulaştı.
Finansal istikrar birileri toplum mühendisliği için para biriktirsin demenin ötesinde bir kavramdır.
FİNANSAL İSTİKRAR
Türkiye ekonomisine dair anlatıların “2010’larda para çoktu sonra para bitti” basitliğine yönelmesi bu finansal tasallut rejiminin nasıl örüldüğünü hiçe saymaktan kaynaklanıyor. Zaten böyle olsa gelişen ekonomilerin hiçbiri bugün Türkiye’ye tur bindiriyor olmazdı.
Dünyada makro ihtiyatlılık kavramı hiçbir zaman ana hedefte ekonominin düzeltilmesi için kullanılmadı. Makro İhtiyatlılığın hedeflediği “sistemik risk” Bankacılık ortamının bozulmaması idi.
Bugün Babacan’ın sağın liderliğinde kendini rakipsiz görmesi konjonktürel bir tercihdir. Güçlü lider ortadan çekilirse alanın kendisine kalabileceğini hayal etmektedir.
Bir ham hayal olmaması için yaptığı ağır yanlışların öz eleştirisini vermeli, ben nerde yanlış yaptım sorusunun cevabını aramalıdır.
Belki o zaman Türkiye’de sağ da muhafazakarlığın değişime yavaş adımlarla ulaşmaktan ötesi olmadığını, değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu anlar. Ve finansal istikrarın birileri toplum mühendisliği için para biriktirsin demenin ötesinde bir kavram olduğunu algılar.
Yorum Yazın