Trump’ın Anayasa gereği seçilse dahi son kez başkanlık yapabileceği göz önüne alınırsa, kendisinden sonra Cumhuriyetçi Parti’nin siyasal düzlemdeki pozisyonunu sürdürebilmek için MAGA Cumhuriyetçiliği ideolojisine en yakın düşebilecek adayı, J.D Vance’yi seçtiği söylenebilir. Keza henüz 40’larında olan Vance, Trump’ın “Önce Amerika” söyleminin hedeflediği şekilde, büyüdüğü sokaklardan yararlanarak halk ile samimi ilişkiler kurabilecek potansiyeldedir.
Amerikan siyasetinin son on yılına damga vuran ve gelecekteki tarih sayfalarında adından sıklıkla söz ettireceği kesin olan isim şüphesiz ki Donald Trump’tır. 2016 yılında tüm dünya tarafından girişimci hüviyeti ile tanınan ve sahip olduğu karakteristiklerden dolayı da medya ve eğlence sektöründe sıklıkla boy gösteren Trump, belki de tüm bu nedenlerden dolayı 15 Haziran 2015 tarihinde başkanlığa adaylığını açıkladığında yalnızca Demokrat Parti cehanında değil aynı zamanda önderlik etmek istediği Cumhuriyetçi Parti nezdinde de alay konusu olmuş ve ciddiye alınmamıştı. Demokrat Parti ise deneyimli ve Amerikan siyasetinde yaygın bağlantıları olan, Amerika’daki siyasi vesayetin desteğini ardına alabilecek Hillary Clinton’u aday göstermişti. Günümüzde dahi Amerikan medyasının çoğunlukla liberal çizgide şekillendiğini ve Demokrat Parti’nin fikir akımlarını temsil ettiği göz önünde bulundurulursa Trump’ın siyasette henüz yeni ve deneyimsiz olduğu 2016 yılında Amerikan başkanlığına aday olması onun seçim sürecinde medya tarafından nasıl ele alındığı hususunda fikir elde etmek zor olmayacaktır. Keza pek çok ana akım kuruluşu, siyasi kanaat önderi ve her iki kanatta da bizatihi aktif siyaset sürdüren politikacılar, Trump’ın adaylığının muhtemel bir galibiyetle sonuçlanacağından ziyade gülünç bir vaziyet alacağını dile getiriyorlardı. Ancak Trump 2015 yılında başlayan adaylık sürecini seçim gününe kadar oldukça efektif bir şekilde sürdürmüş ve Amerikan siyasetinde belki de eşi benzerine rastlanmamış bir ters köşeye sebebiyet vererek Hillary Clinton’u mağlup etmiş, Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı olmuştu. Seçim kampanyasını “Make America Great Again” (MAGA) sloganı üzerine inşa eden Trump, kırsal kesimde yaşayan ve ABD’nin mavi yaka iş gücünü oluşturan seçmene hitap eden söylemleri ile oy potansiyelini ciddi anlamda arttırmış ve beklenmeyeni mümkün kılmıştı. Trump’ın o dönemlerde MAGA söylemini benimsemesinin temel nedeni ise Demokrat Parti’nin uluslararası ve siyasal anlamda yayılmacı yaklaşımlarıydı. Keza tıpkı bugünkü Demokrat Parti hükümeti gibi geleneksel olarak Demokrat Parti’nin hüküm sürdüğü ABD yönetimlerinde Amerika’nın “dünyanın polisi” rolünü üstlendiğini görmek mümkündür. Trump’ın ise fitilini ateşlediği ve bugün halen devam eden “önce Amerika” söylemi, ABD’nin askeri ve ekonomik olarak uluslararası mevcudiyetini minimize etmeyi, dolayısıyla da kaynakların mümkün mertebe sınır içine, Amerika’nın kendisine kanalize edilmesini hedefleyen yeni bir Cumhuriyetçi Parti felsefesini oluşturmuştur. Böylece Trump’ın Beyaz Saray’da geçen 4 yılı Amerikan toplumunda belki de geri döndürülmesi epey güç olan yeni bir akım başlatmış, son derece uç fikirlere sahip Cumhuriyetçi ve bireysel silahlanma oranı yüksek bir kitle oluşturdu. Trump’ın başkanlığı sırasında ırkçılık, şiddet ve bireysel silahanma gibi gerek iç siyaset gerek dış politika süreçlerinde önem arz eden konulara ilişkin siyasi ve diplomatik dil temayüllerine uymayan açıklamaları ve tutumları ise toplumda oluşan bu kitlenin daha da cesaretlenmesine yol açmıştı. Ancak belki de Amerika’nın toplumsal kodlarında tarihsel olarak süregelen şiddet eğilimlerinden dolayı Trump, yalnızca kırsal kesimdeki oy potansiyelini arttırmamış aynı zamanda siyaset içerisindeki geleneksel Cumhuriyetçi Parti kimliğini de derinden etkilemişti. Esasında Trump’ın hedefi salt toplum üzerinde kitlesel harekete yol açacak bir hakimiyet değil, aynı zamanda Amerikan siyasetinde hüküm süren, establishment adı verilen ve küçük bir kadrodan müteşekkil siyaset elitlerinin de hakimiyetini akamete uğratmaktı. Bu bağlamda hem Cumhuriyetçi Parti hem de Demokrat Parti’de yer alan siyasal vesayeti yıkmayı hedefleyen Trump, yol haritasını buna göre çizmekteydi. Fakat siyasal anlamda planladığı tüm yol haritasına ve kırsal kesimdeki güçlü desteğine rağmen, Trump ilk döneminde belki de en çok arzuladığı hedefini gerçekleştirememiş, kendince var olduğunu öne sürdüğü establishment’i yıkamamıştı.
2016 yılında basit bir propaganda sloganı olan “Make America Great Again”, günümüzde Cumhuriyetçi Parti içerisinde yaygın bir felsefeye dönüşmüş; hem halktaki destekçileri hem de parti içerisindeki yandaşları nitelendirebilmek için MAGA Cumhuriyetçileri kavramının literatüre dahil edilmesine neden olmuştu.
‘MAKE AMERICA GREAT AGAIN’
Hedefine ulaşamama noktasında en sık telaffuz edilen nedenlerden biri de şüphesiz ki Trump’ın siyasal sistemdeki tecrübesizliği ve en önemlisi etrafındaki bürokratlar/diplomatlardı. Keza hem ana akım medyanın neredeyse tamamında Trump’ı Clinton’un son derece gerisinde gösteren anketlerden hem de Trump’ın devlet görevlerinde deneyimi haiz kadrosunun olmamasından dolayı onun başkanlığa seçilmesi, bir bakıma Trump’ı hazırlıksız yakalamış, Beyaz Saray’dan içeri kendi kadrosundan çok Beyaz Saray’ın bürokratik süreçlerine hakim kadrolu görevlilerin tecrübelerine güvenerek girmek zorunda kalmasına yol açmıştı. Esasında başkanlığı sürecince Trump’ın gerek ulusal gerek uluslararası pek çok kararının bürokratik süreçlerden geçemediği ve kıdemli yetkililerin Trump’a engel oldukları belirtilmektedir. 2020 senesinde Joe Biden’a kaybeden Trump’ın seçimin hemen akabinde almış olduğu tutum ve Trump’ın destekçilerinin Biden’ın başkanlığı kazandığına inanmamalarından ötürü Başkent Washington’daki isyan girişimleri, Trump’ın Beyaz Saray’da geçen 4 yıl hem bürokratik hem de toplumsal anlamda son derece kaotik olduğunun en belirgin göstergelerindendir. Ancak Trump’ın toplumsal anlamda yaratmış olduğu etkinin basit bir rüzgardan ziyade Cumhuriyetçi Parti’nin politikalarını etkileyebilecek kadar güçlü olduğu ortaya çıkmış, Amerika’nın siyasal düzleminde kitleleri fikirsel ve eylemsel olarak etkileyebilecek bir figürün mevcudiyeti kavranmıştı. Öyle ki Joe Biden hakimiyetinde geçen 4 yıl içerisinde pandemi, enflasyon, yasa dışı göç, Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Hamas savaşı, Çin-Tayvan gerilimi gibi ulusal/uluslararası pek çok olayın vuku bulmasına rağmen Trump ana akım medyadan hiç düşmemiş, kendisini – çoğunlukla olumsuz anlamda- konuşturmuştu. Ancak Trump’ın her yönden olumsuz addedilmesi onun toplumsal karşılığını sekteye uğratmamış, bilakis yerel kesimde unutulmamasını sağlamıştı. Üstelik Biden döneminde Demokrat Parti’nin genel bir yaklaşımı olarak dış olaylara sıklıkla müdahil olma durumu uluslararası düzlemde tezahür eden savaşları beraberinde getirince, Trump’ın “önce Amerika” söylemi sıklıkla tekrarlanır olmuştur. Bu nedenle, 2016 yılında basit bir propaganda sloganı olan “Make America Great Again”, günümüzde Cumhuriyetçi Parti içerisinde yaygın bir felsefeye dönüşmüş; hem halktaki destekçileri hem de parti içerisindeki yandaşları nitelendirebilmek için MAGA Cumhuriyetçileri kavramının literatüre dahil edilmesine neden olmuştu.
2020 yılında Biden’a kaybettiğine hiçbir zaman inanmayan Trump, Beyaz Saray’ın Biden yönetimine teslim edildiği gün itibarıyla 2024 için hazırlıklarına başlamıştı. 2015’teki kampanya sürecinden ayrılan en belirgin farklılık Cumhuriyetçi Parti’de dahi kendisinin kazanamayacağını düşünen insanlar ve ana akım medya yerine günümüzde Trump’ın etrafındaki toplumsal ve siyasal güçtür.
TRUMP, KAYBETTİĞİNE HİÇBİR ZAMAN İNANMAMIŞTI
Trump’ın halkla beraber Cumhuriyetçi Parti’yi de dönüştürüp kendi ideolojik çizgisine getirmesi Amerikan siyasetinde önemli bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Keza 2020 yılında Biden’a kaybettiğine hiçbir zaman inanmayan Trump, Beyaz Saray’ın Biden yönetimine teslim edildiği gün itibarıyla 2024 için hazırlıklarına başlamıştı. 2015’teki kampanya sürecinden ayrılan en belirgin farklılık Cumhuriyetçi Parti’de dahi kendisinin kazanamayacağını düşünen insanlar ve ana akım medya yerine günümüzde Trump’ın etrafındaki toplumsal ve siyasal güçtür. Öyle ki geçtiğimiz 4 sene içerisinde Trump’ın ideolojik çizgisinde pek çok düşünce kuruluşları ve dernekler kurulmuş; Cumhuriyetçi Parti’ye olan yakınlığı herkesçe malum olan Elon Musk’ın Twitter’ı satın alması ve Fox News gibi kanalların Trump’a olan yakınlığını arttırması ise Trump’ın sosyal medya ve konvansiyonel medyadaki görünürlüğünü sürdürmüştür. Genel anlamda gençlere hitap eden Joe Rogan, Jordan Peterson, Andrew Tate ve Tucker Carlson gibi sosyal medyada son derece aktif figürlerin Trump’a olan desteklerini açıktan ya da üstü kapalı sürdürmeleri ise Amerikan toplumunda 20-30 yaş aralığındaki genç erkeklerin genel kanıya zıt olacak şekilde Demokrat Parti’ye değil Cumhuriyetçi Parti’ye yakınlık kurmalarını sağlamıştır. Siyasal anlamda da elde ettiği gücü koruyan Trump, belki de ABD’de kurulan en efektif düşünce kuruluşlarından olan The Heritage Foundation ile birlikte 2024 Kasım’ındaki muhtemel galibiyetinin akabinde yeni Amerika’nın temellerini oluşturmaya başlamıştır. Esasında yaklaşık 50 yıldır faaliyet gösteren The Heritage Foundation ile birlikte Project 2025 adı altında yeni birtakım yaklaşımlar ve stratejiler ortaya konulmuştur. 2025 yılındaki muhtemel Cumhuriyetçi Parti zaferinin ardından Trump’ın 2016 ve 2020 yılları arasında yaşamış olduğu bürokratik zorlukların yaşanmaması ve siyasi/diplomatik geleneklere aykırı kararlarının deneyimli devlet görevlileri tarafından hayata geçirilmemesi gibi durumlarla karşılaşılmaması adına Project 2025, Amerikan bürokrasisinde son derece köklü değişiklikler yapılmasını öngörmektedir. İzlenilecek yol haritasını 1000 sayfalık kapsamlı bir rapor halinde sunan The Heritage Foundation, ideolojik anlamda Demokrat Parti’ye yakınlık duyan veya duyduğu düşünülen bürokratların tasviyesi ve yerlerine devletin karar alma mekanizmasını akamete uğratmayacak yetkililerin görevlendirilmesi gibi son derece radikal kararları da içermektedir. Bu noktadan muhtemel bir Trump hükümetinin bürokraside kendi ideolojik çizgisinde yer alan kişilere öncelik tanıyacağı ve önceki yıllardaki gibi bir denge ve denetleme sistemine (check and balance system) olanak tanınmayacağı anlaşılmaktadır. Esasında bu madde şaşırtıcı değildir keza Biden’ın yaşından ve mevcut sağlık durumlarından ötürü başkanlığın gerektirdiği gereksinmelere ayak uyduramadığı ve kritik noktalardaki karar alma süreçlerinde efektif rol alamadığı özellikle de son Trump-Biden başkanlık münazarasından sonra medyada sıklıkla belirtilmiş; Beyaz Saray’ın bir liderden ziyade kariyer bürokratları tarafından yönetildiği hem halk hem de siyasal figürler tarafından tartışılmıştır. Trump’ın uzun yıllardır Amerikan siyasetindeki siyasal vesayete (establishment) olan düşmanlığı da hesaba katılırsa ikinci bir Trump yönetimi için hazırlanan Project 2025’in söz konusu kariyer bürokratlarını yeni dönemde tasviye etmek istemesi son derece doğaldır. Tarımdan ekonomiye, eğitimden dış politikaya hayata dokunan her alanda radikal değişiklikleri öngören bu fikrin, yüzyıllardır süregelen “Amerika’nın liderden ziyade sistem tarafından yönetildiği” algısını tamamıyla değiştirerek son derece lider odaklı bir yönetimi teşkil edeceği belirtilebilir. Dolayısıyla Project 2025 ile Trump’ın var olduğuna inandığı ve yok etmek istediği Demokrat Parti yanlısı siyasal vesayeti daha Cumhuriyetçi bir çizgiye getirmek istediği düşünülebilir.
Kısacası, zengin bir ailenin zengin çocuğu Trump’ın var olduğuna inandığı ve bu uğurda başlattığı Demokrat siyasal vesayetin çözülme sürecini, önümüzdeki yıllarda yoksul bir ailenin başarılı çocuğu olarak Vance’nin sürdüreceğini belirtmek mümkündür.
YOKSUL BİR AİLENİN BAŞARILI ÇOCUĞU VANCE
Donald Trump’ın Amerikan siyasetini MAGA çizgisine oturmaya yönelik uzun vadeli girişimlerinden biri de şüphesiz ki başkan yardımcısı olarak tercih ettiği J.D Vance’dir. Ohio Senatörü olarak görev yapan ve henüz 40 yaşında olan Vance siyasetten önce Amerikan varoşlarındaki yaşantıyı ele aldığı Hillbilly Elegy isimli otobiyografik kitabıyla bilinmekteydi. Esasında bir Yale mezunu olan Vance, eserinde varoşlarda büyümenin zorluklarını ve işçi sınıfının yaşadığı sorunları mütemadiyen irdelemektedir. Tabiri caizse Amerika’nın unutulmuş mahallelerinden tırmanarak Yale’ye ve sonrasında da Senato’ya giren Vance, siyasal söylemini de kendi tabanını oluşturan alt ve orta sınıf seçmenlere yönelik dizayn etmektedir. Mavi yaka işçilerin önemine ve yoksul mahallelerdeki çocukların potansiyeline sıklıkla vurgu yapan Vance, Trump’ın “Önce Amerika” söyleminde hedeflediği işçi sınıfını konsolide etmek için en ideal başkan yardımcısıdır. Bu durumu sezen Trump’ın ise Vivek Ramaswamy, Tim Scott ve Doug Burgum gibi potansiyel başkan yardımcılarından ziyade Vance’yi seçmesi kendi tabanını güçlendirme noktasında makul görünmektedir. Esasında resmi olarak başkan yardımcılığının ilan edildiği Ulusal Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi’nde Vance’nin namzet olduğu görevi üstlenirken yapmış olduğu konuşmada net ifadelerle “Geldiği yeri unutmayan bir başkan yardımcısı olacağım” sözleri Trump’ın hedeflediği amaca uygun düşecek söylemlerden yalnızca biridir. Trump’ın Anayasa gereği seçilse dahi son kez başkanlık yapabileceği göz önüne alınırsa, kendisinden sonra Cumhuriyetçi Parti’nin siyasal düzlemdeki pozisyonunu sürdürebilmek için MAGA Cumhuriyetçiliği ideolojisine en yakın düşebilecek adayı, J.D Vance’yi seçtiği söylenebilir. Keza henüz 40’larında olan Vance, Trump’ın “Önce Amerika” söyleminin hedeflediği şekilde, büyüdüğü sokaklardan yararlanarak halk ile samimi ilişkiler kurabilecek potansiyeldedir. Kısacası, zengin bir ailenin zengin çocuğu Trump’ın var olduğuna inandığı ve bu uğurda başlattığı Demokrat siyasal vesayetin çözülme sürecini, önümüzdeki yıllarda yoksul bir ailenin başarılı çocuğu olarak Vance’nin sürdüreceğini belirtmek mümkündür.
Bürokratik sistemin tasfiyesini öngören Project 2025’in oluşturulması ve başkan yardımcısı olarak Vance’nin seçilmesi şüphesiz ki Amerikan siyasal sisteminde son yıllarda süregelen kökten değişikliğin önümüzdeki yıllarda da hızla devam edeceğinin en belirgin göstergelerindendir.
Yorum Yazın