Almanya, harita üzerinde tek bir ülke olarak görünse de seçim sonuçları batının demokrasi ve merkez siyaset yanlısı tutumunda ısrarlı olduğunu, doğuda ise neofaşist parti Almanya için Alternatif'in (AfD) politik hegemonyasının daha da güçlendiğini ortaya koydu. Berlin Duvarı'nın yerinde artık aşılması daha yüksek ve daha zor bir mental duvarın inşa edildiği açık şekilde görüldü. Demokrasi yanlısı batı ve faşizm isteklisi doğu... AfD'nin doğuda sandıklarda elde edeceği sonuçların tetikleyeceği şok dalgalarının, batıyı da etki altına alacağına dair endişeler giderek büyüyor.Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, doğu ve batı Almanya'nın hâlâ birleşemediğini göstermesi açısından oldukça anlamlıydı. Almanya, harita üzerinde tek bir ülke olarak görünse de seçim sonuçları batının demokrasi ve merkez siyaset yanlısı tutumunda ısrarlı olduğunu, doğuda ise neofaşist parti Almanya için Alternatif'in (AfD) politik hegemonyasının daha da güçlendiğini ortaya koydu. Berlin Duvarı'nın yerinde artık aşılması daha yüksek ve daha zor bir mental duvarın inşa edildiği açık şekilde görüldü. Demokrasi yanlısı batı ve faşizm isteklisi doğu...Almanya'da herkes Saksonya, Brandenburg ve Thüringen gibi doğu eyaletlerinde Eylül ayında yapılacak seçimleri konuşuyor. Bu konu üzerine devam eden tartışmalar; biraz korku, bolca endişe kokuyor. Çünkü anketler, neofaşist AfD'nin bazı eyaletlerde yüzde 30'un üzerinde oy alabileceğini gösteriyor. Bu sonbaharın, Alman siyasi paradigmalarında geri dönüşü pek mümkün olmayacak kırılmalara sahne olacağı anlaşılıyor. AfD'nin doğuda sandıklarda elde edeceği sonuçların tetikleyeceği şok dalgalarının, batıyı da etki altına alacağına dair endişeler giderek büyüyor.Bu bağlamda, ülkede "alışılmadık koalisyonlar dönemi" başlayabilir. Bunun ilk işaretleri muhafazakârlardan geldi. Hristiyan Birlik'in (CDU) lideri Friederich Merz, geçenlerde yaptığı bir açıklamada, eyaletlerde parti yöneticilerini koalisyon olasılıkları üzerine serbest bıraktıklarını söyledi ancak AfD hariç her partiyle anlaşılabileceğini ekledi. Tabii olarak bu "her parti" parantezine Sol Parti'den (Die Linke) ayrılarak yeni bir parti kuran Sahra Wagenknecht de giriyor. Wagenknecht'in partisi BSW, doğu Almanya'da oldukça güçlü. Anketlere göre, oy oranı yüzde 15 ile yüzde 20 arasında değişiyor. Örneğin, Thüringen'de AfD ve CDU'nun ardından yüzde 20 civarında oy alacağı öngörülüyor. Bu oldukça önemli bir oran. Doğu Almanya'da sol siyasetin (sosyal demokratlar, Sol Parti ve Yeşiller) neredeyse yok olduğu bir süreçte Wagenknecht'in öne çıkması, CDU'nun, "Sol Parti ve benzerleriyle asla bir araya gelmeyiz" anlayışını bir kez daha gözden geçirmek zorunda kaldığını gösteriyor. Bu çerçevede, Thüringen'de BSW/CDU koalisyonu olasılık dışı değil. Diğer bir ihtimal azınlık hükümetleri... Azınlık hükümetleri kurulması da sürpriz olmaz. İşte bunlar "alışılmadık hükümet modelleri" Almanya için. Tüm bu seçenekler, neofaşist AfD'yi eyaletlerde iktidardan uzak tutmak için düşünülüyor.Bununla birlikte, asıl soru "İş bu noktalara gelene kadar neden harekete geçilmedi" olmalı tabii ama bunu sormak için artık çok geç kanımca. İç istihbarat tarafından "aşırı sağcı" olduğu gerekçesiyle takibe alınan, milletvekillerinin üzerinde "Rusya'ya ve Çin'e casusluk", "Rusya ve Çin'den rüşvet almak", "neonazilik" gibi yüz kızartıcı suçlamalar bulunan kötülük odağı bir faşist parti, ülkede iktidara yürüyor maalesef.
Neofaşist parti, Doğu Almanya'da son yıllarda önemli aşamalar kaydetti. Özellikle anketlere göre, Saksonya'da yüzde 32'lik bir oy oranıyla önde gitmesi, AfD'nin hem bölgedeki hem de ülke genelindeki güçlü varlığına işaret ediyor. Parti, yegâne politik malzemesi olan "göç ve göçmenler" meselesini olabilecek en aşağılık şekilde yağmalamaya devam ediyor.
FAŞİST PARTİ BÜYÜYOR
Görünen o ki, bu yıl doğu eyaletlerinde Eylül ayında yapılması planlanan parlamento seçimleri, Almanya'nın siyasi geleceğinde dönüm noktası olacak. Saksonya, Brandenburg ve Thüringen gibi eyaletlerde yapılacak bu seçimler, ülkenin genel siyasi dengelerini ve yerel politikaları etkileme potansiyeline sahip. Bu nedenle, bu seçim perspektifinde dikkate alınması gereken başlıklar, "AfD'nin yükselişi", "yeni siyasi partiler", "CDU'nun stratejileri" ve "genç seçmenin rolü" olmalı bana göre.Neofaşist parti, Doğu Almanya'da son yıllarda önemli aşamalar kaydetti. Özellikle anketlere göre, Saksonya'da yüzde 32'lik bir oy oranıyla önde gitmesi, AfD'nin hem bölgedeki hem de ülke genelindeki güçlü varlığına işaret ediyor. Parti, yegâne politik malzemesi olan "göç ve göçmenler" meselesini olabilecek en aşağılık şekilde yağmalamaya devam ediyor. "Ülkede kötü olan ne varsa sebebi göçmenler" algısı yaratılıyor ve bu algı güçlü sosyal medya kaynakları üzerinden topluma pompalanıyor. Bu durum öyle bir hâl aldı ki sanki Almanlar hiç suç işlemiyor, ülkede işlenen suçların neredeyse tamamının sorumlusu göçmenler ve yine göçmenlerin tamamı kesinlikle "kriminal"... Geçenlerde Berlin metrosunda yaşanan bir olay çok ilginçti bu bağlamda. İnsanların metronun otomatik kapılarına sürekli müdahale etmesi nedeniyle bir türlü perondan ayrılamayan Alman makinistin yaptığı "Kriminal göçmenler, kapıları rahat bırakın" anonsu meseleyi özetlemesi açısından çok anlamlıydı. Zekâ seviyesi herhangi bir faşistin ortalaması kadar olan ve faşist aptallar korosuna dahil olduğu anlaşılan bu makinistin, aslında ekmek parasını kazandığı o demir yollarını döşeyen, o teknolojiyi yaratan şirketlerde binlerce göçmen mühendisin çalıştığını bilmemesine imkân var mı? Yok tabii ki ama o faşist beyninin kendisine verdiği "yok et", "aşağıla" komutlarının bağımlısı olmuş belli ki. Almanya'da bu türden insanların sayısı gün geçtikçe artıyor maalesef.Bununla birlikte AfD meselesinde asıl belirleyici olan, muhafazakârların (CDU) tavrı olacaktır. Şu ana kadar olanları değerlendirmek gerekirse, CDU'nun özellikle mülteciler meselesinde neofaşist parti AfD'nin dümen suyuna girdiği görülüyor. Faşistlerin, vatandaşları göçmenlerle korkutma çabalarına CDU da katılıyor. CDU'nun aşırı sağcı yancısı lideri Merz, AfD'ye, "Klinikler tıka basa mültecilerle dolu. Artık Almanlar kliniklerde randevu bulamıyor" sözleriyle destek veriyor örneğin. ABD'li Siyaset Bilimci James Bovard, bu durumu, "Herkesi yönetebilmek için yeteri kadar insanı korkutmak gerekir. Demokratik sistemde işler böyle yürür. Hakların yok edilmesi için toplumun korkması yeterli gerekçedir" sözleriyle özetliyor. Merkez sağın göç meselesindeki rol çalma çabaları nedeniyle kamusal alana yerleşen göçmen karşıtı söylemin, neofaşistlere devasa büyüklükte bir politik alan açtığı tartışılmaz bir gerçek.Avrupa ve Almanya solunun önde gelen isimlerinden Gregor Gysi’nin bir gazetecinin, “Almanya’da Sol Parti’nin oyu neden artmıyor” şeklindeki sorusunu yanıtlarken kullandığı, “Çünkü biz bir zamanlar seçmenler için caziptik, ‘protesto partisi’ydik ve kimsenin söylemediklerini cesaretle dile getiriyorduk. Artık eyaletlerde hükümetlere giriyoruz ve bu bizim ‘protesto partisi’ olma özelliğimizi kaybetmemize neden oldu” ifadeleri bu bağlamda çok önemli.
Yorum Yazın