DEVA Partisi Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, son yıllarda AKP’nin izlediği politikaları sonuçlarından biri olan sürgün edilen köylüleri yazdı ve ekledi; “AKP, Atatürk'ün “Milletin efendisi” dediği köylüyü, yalnızca bir engel olarak gördü. Onları sadece maden şirketlerinin önündeki bir “problem” olarak gördü.”
Köy sürgünlerini, ilk kez 1980’li yılların karanlık sabahlarında gördü bu topraklar.
12 Eylül Askeri Darbesi sonrası tankların palet izleri sadece şehir meydanlarına değil, dağların yamacında yer alan köylerin yollarına ve yıllardır sessiz bir yaşam süren köylülerin hafızalarına da kazındı.
O yıllarda, Doğu illerimizdeki köylerde yaşayan masum ve yoksul ailelerin evleri yıkıldı, yakıldı, işkenceye uğradılar, ormanları yakıldı ve zorla göç ettirildiler.
Çocuklar, etrafında oynadıkları dere kenarlarını, ağaçlarına tırmanıp tatlı meyvelerini yedikleri dut ağaçlarını, arkadaşı gördükleri yeni doğmuş kuzuları geride bırakmak zorunda kaldı. Gözyaşları içinde ayrıldılar köylerinden.
Kürt aileler belirsiz, karanlık, endişeli ve stresli bir geleceğe doğru yol aldılar ve köylerinden zorla uzaklaştırıldılar.
Kadınlar, ocakta çorbası kaynayan evlerinden, bir bavula sığmayan hayatlarını sırtlayarak sürgüne yollandı.
Resmi sebepler “devlet güvenliği” idi; “terörle mücadele”ydi.
Kürt vatandaşlarımız, yüzyıllardır yaşadıkları kadim topraklardan, bastıkları her karışında hatıra olan köylerinden kopartıldı.
Dağların gölgesindeki evler boş kaldı. Camilerde ezan sustu.
Kuşlar bile rotasını şaşırdı çünkü köyler artık yaşanmayan yerlerdi.
Ve şimdi, 2020’li yıllarda, bir başka karanlık dönemden geçiyoruz.
Bir kez daha köyler boşaltılıyor. Ama bu kez tanklar yok. Bu kez altın var, nikel var, kömür var.
Bu kez, sebep “terör” değil. Sebep, para!
Sebep, kişisel çıkar!
Sebep, iktidarın ve işbirlikçi şirketlerin açgözlülüğü!
Doğayı talan eden, yaşam alanlarını hiçe sayan, yalnızca bugünü düşünen bir zihniyetin kurbanı oluyor köylerimiz.
Ve bu kez hedef yalnızca Doğu değil. Ege’den Karadeniz’e, Akdeniz’den İç Anadolu’ya kadar her bölgeden yükseliyor bu çığlık: “Toprağımı vermem!”
Madencilik ruhsatlarıyla gelen tehdit sadece bir ağaç kesimi değil; sadece bir derenin kuruması değil.
O ruhsatlar, bir mezarlığın hafızasını silmektir.
Bir ninenin torununa anlatacağı masalları yok etmektir.
Bir çocuğun ilk toprağa bastığı ayak izini, ilk ektiği domatesi, ilk suladığı fidanı geri dönüşsüz biçimde yok etmektir.
Köyü terk etmek bir ev değiştirmek değildir.
Orası bir yaşamdır. Bir bellektir. Bir aidiyettir.
Zeytin ağacıyla konuşan yaşlı amcayı, yağmur duasına çıkan kadınları, imeceyle ev yapan komşuları görmeden bunu anlayamazsınız.
Ama AKP köylüleri, onların hayatlarını, duyularını ve korkularını anladığını hiç bir zaman göstermedi. Hiç bir zaman köylülerle empati yapmadı.
Aksine AKP, Atatürk'ün “Milletin efendisi” dediği köylüyü, yalnızca bir engel olarak gördü.
Onları sadece maden şirketlerinin önündeki bir “problem” olarak gördü.
Ve bu sorunu çözmek için köylüleri, tıpkı Afrika’da gördüğümüz kolonyalist yönetimlerin yerli halkı görmezden gelmesi gibi, sessizce yok etmeye çalıştı.
Alpagut Atalan’da, Kaz Dağları’nda, Fatsa’da, İkizdere’de ve daha yüzlerce yerde aynı senaryo oynanıyor.
Önce “kalkınma” diyerek gelirler.
Sonra “kamu yararı” diyerek ruhsat verirler.
Sonra da, yüzyıllık ağaçları, bin yıllık dağları, kadim dereleri kazıp, parçalayarak arkasında bir hiçlik bırakırlar.
Ve köylüler yalnız kalır…
Hikâyeleriyle, gözyaşlarıyla, ne yapacağını bilemeden…
Kanada’da, Avustralya’da, Norveç’te doğa önce korunur, sonra kalkınma planlanır.
Ama bizde doğa, bir madenin çıkış maliyetine kurban edilir.
Ve bu halk, bu ülkenin gerçek sahibi olan köylüler, yersiz yurtsuz bırakılır.
Ama bu böyle gitmez.
Köyü terk etmeyenlerin çığlığı kulaklarımızda çınlıyor:
“Biz burada doğduk, burada öleceğiz!”
Toprağını bırakmayan o kadın, o ihtiyar, o genç, bize bir şey söylüyor:
Ya köylerimizi birlikte savunacağız ya da bir gün şehirlerimiz de aynı kaderi paylaşacak. Şehirleri de hızla yaşanmaz hale getirecekler.
Haydi, ses verelim!
Haydi, omuz verelim!
Yaşamı savunmak için,
Doğayı, kültürü, belleğimizi korumak için…
Bu ülkenin efendisi olan köylülerimizin yanında duralım.
Çünkü onlar direnirse, hepimiz umut edebiliriz.
Köyler yaşasın ki bu ülkenin kalbi atsın.
Köylüler kalsın ki bu milletin ruhu var olsun.
Sömürgecilere karşı hep birlikte direnelim.
Çünkü bu topraklar bizim!

Yorum Yazın