6 Eylül 1955 gecesi İstanbul’daki olayları dehşet içinde izleyen, küçük bir çocuğun belleğinden hiç çıkmayacak sahnelere tanık olmuş, ertesinde günlerce büyüklerin birbirlerine anlattıkları, o geceye ilişkin izlenimlerini dinleyerek geçirmiştim.
1955 yılında iktidarda bulunan DP, Türkiye’nin Dış Politikasını “Soğuk Savaş” koşullarında Batı İttifakının çıkarlarını koruma kaygısıyla belirlenen doğrultusundan, sapmadan yürütüyordu.
Ortadoğu’da siyasal ortam karışıktı. Bölgenin en önemli su yolu geçidi olan Süveyş Kanalı -kuşkusuz- Batılılar kadar Sovyetlerin de ilgi alanındaydı. Ada’da Rumlar arasında başlayan Yunanistan’a bağlanma amaçlı hareketlenme, Kilise’nin de katılmasıyla derinlik kazanmıştı. Aslında sorun başlarda İngiltere ile Adalı Rumlar arasındaydı. Türkler tarafsız kalmayı seçme eğilimindeydiler.
İngiliz Diplomasisi sorunu Ada’da yaşayan, Türk ve Rum Toplumları ile iki NATO üyesi, Türkiye-Yunanistan arasına taşımakta başarılı oldu. Böylece Adadaki varlıklarının tartışılmasını gündemden düşürdüler.
İstanbul ve İzmir’deki 1955 yılında başlayan, başta Rumlar azınlıklara yönelik saldırılar; biranlamda Lozan Antlaşması’nın “mübadele” konusundaki maddelerinin genişletilmesine yol açtı. Türkiye Kıbrıs’a ilgisini arttırdıkça, merkezi Balkanlara yerleştirilmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun, Rumeli’deki manevi mirasından da uzaklaşmak zorunda kaldı. Kuşkusuz bu gelişmede iki kutuplu, ABD ve Sovyetlerin önderlik ettikleri Dünya düzeninin de etkisi vardı.
Bazıları önceden işaretlenmiş, yağmalanan Türk ve Müslümanlara ait olmayan evlerden dışarı atılan eşyaları gözlerimle görmüştüm. Bayrak asılmadığı için bulunduğumuz Aksaray İnkılap Sokak’taki eve saldırılmaya hazırlanıldığı sırada, anneannemin; dayıma ait subay üniformasını camdan dışarı sallandırmasını hiç unutmadım.
EVLERDEN DIŞARI ATILAN EŞYALARI GÖZLERİMLE GÖRMÜŞTÜM
6 Eylül 1955 gecesi İstanbul’daki olayları dehşet içinde izleyen, küçük bir çocuğun belleğinden hiç çıkmayacak sahnelere tanık olmuş, ertesinde günlerce büyüklerin birbirlerine anlattıkları, o geceye ilişkin izlenimlerini dinleyerek geçirmiştim.
Bazıları önceden işaretlenmiş, yağmalanan Türk ve Müslümanlara ait olmayan evlerden dışarı atılan eşyaları gözlerimle görmüştüm. Bayrak asılmadığı için bulunduğumuz Aksaray İnkılap Sokak’taki eve saldırılmaya hazırlanıldığı sırada, dört kez savaş yaşamış anneannemin; dayıma ait subay üniformasını camdan dışarı sallandırmasını hiç unutmadım. Dışarıdaki kendilerinden geçmiş olan yüzlerce yağmacının uğultularını bastıran sesiyle, meydan okuyuşunu ve “Yezidler!” diye bağırışı yıllarca kulaklarımda çınladı.
"Ya Taksim Ya Ölüm" sloganlarının, "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" sloganlarına karıştığı, mitinglerin ardından kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında EOKA’cıların saldırılarıyla başlayan süreçle birlikte, doğar doğmaz bitkisel yaşama girdi.
Türkiye bu süreçte askeri gücü elverişli olmadığı için sadece hava saldırılarıyla yetinmek zorunda kalmıştı. O günlerde İsmet İnönü’nün; "Yeni bir Dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır" sözü belleklerimizde yer etti.
Kuşkusuz ABD ve İngiliz Dışişleri bu çıkışı hiç unutmadılar. İnönü görüşmeler yapmak için gittiği ABD’de iken, başında bulunduğu koalisyon hükûmeti düşürüldü.
1965 yılında ABD Başkanı Johnson’un, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye; "NATO silahlarını kullanmayın" uyarısını içeren ve küçümseyici ifadelerle dolu mektubu, Cüneyt Arcayürek imzasıyla Hürriyet’te yayınlandı.
İki-üç yıl sonra Türkiye’yi de etkileyecek ünlü 1968 olayları sırasında, meydanları inleten "Bağımsız Türkiye" sloganının ardında, bu mektuba duyulan tepkinin ve o güne kadar kamuoyunun pek bilmediği, ABD üslerine karşı çıkılmasının bulunduğuna inanırım.
Türkiye bir yandan ekonomik büyüme çabalarını sürdürürken, öte yandan iktidar mücadelesini seçim dışındaki alanlara kaydırma çabalarıyla, kendi gündemine kilitlenmişti. Olayları İngiltere Gizli Servisi MI-6’in planladığı, Türkiye’de 70’li yıllarda kontrgerilla olarak adlandırılacak, Seferberlik Tetkik Kurulunun gerçekleştirdiği iddiaları yıllar sonra ortaya atıldı.
İstanbul Rumlarının çoğunluğu saldırılara karşın kentte yaşamlarını sürdürdüler. İki yıl sonra yapılan 1957 seçimlerinde, DP listesinden gösterilen adayları milletvekili seçildi.
Ancak yağmanın ardından kent çok önemli bir rengini yitirecek, 1453 yılında Fatih’in fethinden sonra başlatılan, bir arada yaşama olgusu birkaç yıl içinde ortadan kalkacaktı.
6-7 Eylül olayları; Türkiye’de DP döneminde başlayan, kentleşme sürecinde farklı bir gelişmeyi de hızlandırdı diyebiliriz. Önce İstanbul, ardından diğer büyük kentlerin çevresinde kırsaldan göç edenlerin oluşturdukları, “yarı kentli” diyebileceğimiz sosyal kümenin, siyasal etkiyle harekete geçirilebilecekleri, -olaylar sırasındaki yağmacılık-ortaya çıktı.
Yorum Yazın