Bir erken seçim kararı alınmaması halinde Almanya’da genel seçimler Eylül 2025’te gerçekleşecek. Bu süreçteki kritik soru, Almanya’da siyasi ibrenin sağa kayışının ne düzeyde devam edeceği ve bunun 2025 genel seçimine nasıl yansıyacağı.
Almanya’da özellikle son iki yıldır siyasetin giderek sağa kayışını daha açık halde görebiliyoruz. Anketlerde aşırı sağcı AfD’nin yükselişiyle başlayan ve en son iki Doğu Almanya eyaletinde bu partinin büyük başarısıyla zirveye tırmanan aşırı sağın ivme kazanma hali, Brandenburg eyaletindeki seçimle devam etti. Her ne kadar AfD bu eyaletteki seçimde SPD’nin ardından ikinci olsa da oylarını bir önceki seçime göre 6-7 puan kadar arttırmış görünüyor. Öte yandan güncel anketlere göre Hristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) yüzde 30 – 35 aralığında gidip geldiğini, sol partilerin ve liberal FDP’nin ise kayda değer bir gerileme içerisinde olduğunu da eklememiz gerekiyor.
Bir erken seçim kararı alınmaması halinde Almanya’da genel seçimler Eylül 2025’te gerçekleşecek. Bu süreçteki kritik soru, Almanya’da siyasi ibrenin sağa kayışının ne düzeyde devam edeceği ve bunun 2025 genel seçimine nasıl yansıyacağı.
Hükümetin gerçekleştirdiği icraatları etkili bir üslupla aktarmaktan uzak, kitle iletişimi zayıf bir siyasetçi olan Scholz, 2025’te de SPD’nin başbakan adayı olmak istediğini gizlemiyor. SPD’yi anketlerde gerileten bir faktör de, Scholz’un dibe vurmuş kamuoyu desteğine rağmen 2025’e ilişkin bir iddia taşımaya devam etmesi.
SOSYAL DEMOKRATLARIN ATALETİ: SCHOLZ ETKİSİ
Almanya’da 2021 genel seçimlerini kazanan SPD, seçimlerden sonraki birkaç ay boyunca anketlerde ilk sırada yer almaya devam etmiş ve toplumsal desteğini korumayı başarmıştı. Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının yarattığı ekonomik dalgalanma, muğlak kalmaya devam eden sığınmacı politikaları ve hükümet ortakları arasındaki derin anlaşmazlık görüntüsü, ilerleyen süreçte SPD’nin hanesine adım adım eksi puan olarak yansımaya başladı. Nitekim bugün geldiğimiz noktada SPD’nin halk nezdindeki desteğinin %15-16 düzeylerine gerilediğini, partinin yakın zamandaki olası bir genel seçimde ancak üçüncü olabileceğini görmek mümkün.
Bir başka kritik noktaysa, Başbakan Olaf Scholz’un ketum ve düşük profilli bir siyasetçi olması. Bu durum, şüphesiz SPD’ye ve esasen son 3 yılda pek çok reformu hayata geçirebilmiş üçlü koalisyona epey kaybettiriyor. Hükümetin gerçekleştirdiği icraatları etkili ve ikna edici bir üslupla aktarmaktan uzak, kitle iletişimi zayıf bir siyasetçi olan Scholz, 2025’te de SPD’nin başbakan adayı olmak istediğini gizlemiyor. SPD’yi anketlerde gerileten bir faktör de, Scholz’un dibe vurmuş popülaritesine ve azalmış kamuoyu desteğine rağmen 2025’e ilişkin bir iddia taşımaya devam etmesi.
Yeşiller ile koalisyona yanaşmayacağını şimdiden dillendiren, FDP’nin iyiden iyiye dibe vurması nedeniyle (kimi anketlerde %5’in altına düştüler) merkez sağ koalisyon hayalleri suya düşen Hristiyan Birlik Partileri için SPD ile büyük koalisyon denklemini hayata geçirmekten başka bir seçenek kalmıyor.
HRİSTİYAN DEMOKRATLARIN ÇARESİZLİĞİ
Friedrich Merz’in genel başkan seçilmesiyle ulusal politikalardaki duruşu kayda değer şekilde sağa kayan CDU’nun, kardeş partisi CSU ile arada kaldığı zor denklemse SPD’den epey farklı. Geçtiğimiz günlerde CDU lideri Merz’i birlik partilerinin ortak başbakan adayı olarak ilan eden CDU/CSU, bir yandan anketlerde istikrarlı bir şekilde yükselişini sürdürürken ve %35’i zorlarken, öte yandan matematiksel olarak tek başına iktidar olmaktan ya da FDP ile merkez sağ bir koalisyon oluşturabilmekten epey uzakta yer alıyor. Anketlere bakılırsa, CDU/CSU’nun hükümeti kurabilmek adına günün sonunda kapısını çalacağı parti, yine SPD olacak. Yeşiller ile koalisyona yanaşmayacağını şimdiden dillendiren, FDP’nin iyiden iyiye dibe vurması nedeniyle (kimi anketlerde %5’in altına düştüler) merkez sağ koalisyon hayalleri suya düşen Hristiyan Birlik Partileri için SPD ile büyük koalisyon denklemini hayata geçirmekten başka bir seçenek kalmıyor. Buna matematiğin siyaseti zorlayıcı gücü dersek, sanırım yanılmış olmayız.
SPD’nin büyük ortak olduğu son üç yıllık icraat dönemini sert şekilde eleştiren CDU lideri Merz, pragmatik bir manevrayla SPD ile masaya oturmayı ve spesifik tavizler vermeyi bilecektir diye düşünüyorum. SPD’nin varlığı, Merz etkisiyle sağa kayan CDU’yu merkezde tutmaya yarayabilir ve bu da Almanya için iyi bir denge oluşturacaktır. Bu denklemin en kırılgan yani ise, 2005 – 2021 arası dönemde 12 yıl boyunca büyük koalisyon (CDU/CSU – SPD) tarafından yönetilen Almanya’nın yine büyük koalisyon döngüsüne girmesi ve bunun da toplumda “Tüm merkez partiler aynı” algısını güçlendirme riskini taşıması. Öte yandan matematiksel nedenlerle başka bir koalisyon denkleminin pek mümkün görünmemesi, siyasi aktörleri böyle bir tercihe zorlayacak gibi duruyor. Bu döngüden farklı bir denklem çıkması için, Eylül 2025’e geldiğimizde seçmen tercihlerinde kayda değer değişimler yaşanmasıyla mümkün.
Önümüzdeki yılın sonlarına doğru, şayet büyük bir siyasi dalgalanma yaşanmazsa ve anketlerdeki eğilim sürerse, SPD ile Hristiyan Birlik Partileri’nin koalisyon masasına oturacağı çok net. SPD oylarını ne kadar yukarıya doğru taşıyabilirse, bu masaya o kadar güçlü oturacaktır.
SPD ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARABİLİR Mİ?
Açıkça ifade etmek gerekirse geminin dümeninde Scholz varken SPD’den bir mucize yaratmasını beklemek gerçekçi değil. SPD için bu açmazdan çıkmanın en kestirme ve gerçekçi yolu ise, Savunma Bakanı Boris Pistorius’un partinin başbakan adayı olarak ilan edilmesi. Uzunca bir süredir anketlerde en popüler siyasetçi olarak görülen, “Başbakan olarak hangi ismi görmek istersiniz?” içerikli anketlerde %30’u bulan oranlarla ilk sırada yer alan Pistorius[1], kişi bazında CDU lideri Merz’den çok daha popüler bir isim. Nitekim Merz’in böyle bir anketteki popülaritesi sadece %19’da kalıyor. Pistorius’un SPD’nin başbakan adayı olarak gireceği bir seçimde SPD’nin ivme kazanacağını ve seçim sonrasındaki koalisyon görüşmelerine çok daha güçlü şekilde gireceğini tahmin etmek güç değil. Scholz’un aksine iletişimi güçlü, realist yaklaşımlarıyla merkez ve merkez sağ seçmene de dokunabilen, çözüm odaklı yaklaşımlarıyla bilinen Pistorius’un SPD’ye ivme kazandıracağı çok açık.
Geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen Brandenburg eyalet seçiminde SPD’nin ilk sırada yer alması ve anketlerde uzunca süredir başa baş gittiği AfD’ye birinciliği kaptırmaması, Olaf Scholz için kısa ve geçici bir rahatlama sağlayacaktır. Öte yandan Brandenburg “zaferinin” hiçbir kronik meseleyi çözmediğini, genel seçimlerin adım adım yaklaştığını ve SPD’nin kan kaybetmeye devam ettiğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Önümüzdeki yılın sonlarına doğru, şayet büyük bir siyasi dalgalanma yaşanmazsa ve anketlerdeki eğilim sürerse, SPD ile Hristiyan Birlik Partileri’nin koalisyon masasına oturacağı çok net. SPD oylarını ne kadar yukarıya doğru taşıyabilirse, bu masaya o kadar güçlü oturacaktır. Önümüzdeki haftalar, SPD’nin muhtemel tercihlerini spesifik olarak görebilmemizi sağlayacak. SPD’nin yapacağı yanlış tercihler, sağa kaymaya devam eden ülkedeki bu gidişatı daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramayacak. Umalım ki SPD liderliği de bu gerçeğin farkında olsun.
---
Yorum Yazın