Cumhuriyet tarihinde ilk defa Türkiye’de “insanlığa karşı suçlar”dan açılan bir dava ile karşılaşmıştık. İnsanlığa karşı suçlar kavramı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Alman savaş suçlularının yargılandığı Nürnberg Yargılamaları’nda ortaya çıkan bir kavram. Buna göre, insanlığın temel değerlerini hedef alarak, bir insanın diğerine asla yapmaması gereken şekilde, çok acımasız, zalimce ve hiçbir temel değeri kabul etmeyen şekilde yapılan ve insan haklarını ağır şekilde ihlal eden saldırılar, insanlığa karşı suç kabul ediliyor. Etnik temizlik, zorla tehcir, etik olmayan şekilde insan üzerinde deneyler, yargısız infazlar, kitle imha silahlarının kullanımı, terörizme devlet sponsorluğu, zorla insan kaçırma ve kaybetmeler, ölüm mangaları, çocuk asker kullanımı, köleleştirme ve ırk ayrımcılığı ya da dini zulüm maksatlı işkence, tecavüz ve diğer ağır insan hakları ihlalleri, insanlığa karşı suç örnekleri arasında sayılıyor. Resmi bir politikanın parçası olması gerekmiyorlar ve savaş suçlarından farklı olarak, yalnızca savaş zamanı değil, her zaman işlenebilir görülüyorlar.
İki gün önce Ankara Adliyesi’nde yapılan karar duruşmasında, sanıklara insanlığa karşı suçlardan beraat verilirken, bir sanığa “silahlı terör örgütü faaliyetleri kapsamında kasten nitelikli öldürme” suçundan 101 kez ağırlaştırılmış müebbet, izinsiz patlayıcı madde bulundurma fiilinden 10 yıl ve ruhsatsız silah bulundurmaktan ötürü 3 yıl hapis cezası verilirken, diğer dokuz sanığa kasten nitelikli insan öldürmeden 101 kez ağırlaştırılmış müebbet, insan öldürmeye teşebbüsten 379’ar kez 18 yıl hapis cezası verilmesine karar verildi. İşin Türkçesi, “IŞİD, insanlığa karşı suçlar işleyen bir örgüt değil; alelade şekilde insan öldürdüler” mesajı verilmiş oldu.İnsanlığa karşı suçlar, Türk Ceza Kanunu’nun 77.maddesinde “kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet veya köleleştirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, bilimsel deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı, zorla hamile bırakma, zorla fuhuşa sevk etme fiillerinin; siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi” olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanımın, uluslararası ceza hukukundaki tanımla karşılaştırıldığında pek çok eksikliği olduğunu belirterek, biraz da “koymadı demesinler, var mı var” bakışıyla kanuna eklendiğini belirtelim. Bununla birlikte, yaşadığımız coğrafyada 1934 Trakya pogromu, 1938 Dersim Tertelesi, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1978 Kahramanmaraş Katliamı, 1980 Çorum Katliamı, 1993 Sivas Katliamı gibi pek çok örneği görülse de bu suçtan düzenlenen ilk iddianame olarak, 10 Ekim Katliamı Davasının kayıtlara geçtiğini belirtelim.İki gün önce Ankara Adliyesi’nde yapılan karar duruşmasında, sanıklara insanlığa karşı suçlardan beraat verilirken, bir sanığa “silahlı terör örgütü faaliyetleri kapsamında kasten nitelikli öldürme” suçundan 101 kez ağırlaştırılmış müebbet, izinsiz patlayıcı madde bulundurma fiilinden 10 yıl ve ruhsatsız silah bulundurmaktan ötürü 3 yıl hapis cezası verilirken, diğer dokuz sanığa kasten nitelikli insan öldürmeden 101 kez ağırlaştırılmış müebbet, insan öldürmeye teşebbüsten 379’ar kez 18 yıl hapis cezası verilmesine karar verildi. İşin Türkçesi, “IŞİD, insanlığa karşı suçlar işleyen bir örgüt değil; alelade şekilde insan öldürdüler” mesajı verilmiş oldu.Bu sonuç, yapılan yargılama süreci de göz önünde bulundurulduğunda, aslında tam bir fiyaskodur. İslam dinini bir terör vasıtası olarak kullanan bu anlayışın güttüğü saik hiç göz önünde bulundurulmadan, yapılan eylemi de son derece sıradanlaştırarak öldürme suçundan ceza verilmesi, “o zaman bu maddeye ne gerek var, burada da uygulanmayacaksa” sorusunu akla getiriyor. Gerçekten de, IŞİD gibi bir örgütün geçmişte koydu eylemler de göz önünde bulundurulduğunda, insanlığa karşı suçlar işlemeyen bir örgüt olduğuna inanacak mıyız? Bir fiilin gerçek adı konarak toplumda kınanması sağlanamayacaksa, bu kadar yargılama törenine ne gerek var? Bir kez olsun Türk yargısı, hukukun doğru tarafında yer alamayacak mı?Özellikle önceki duruşmalarda da ortaya çıktığı şekliyle, katliama ilişkin kamu görevlilerinin ihmal sorumluluğunu ortaya koyan Mülkiye Müfettişi Raporu’nun bazı sayfalarının silinerek dosyaya girdiği, bu konuda açılan idari davanın ise “devlet sırlarına, istihbarata, idari soruşturma ve adli soruşturmaya ilişkin bilgi ve belgelerin ilgililerine ayıklanarak verileceği” gerekçesiyle reddedildiği göz önüne alındığında, yargının varmaya çalıştığı nokta daha iyi anlaşılıyor.Bir kez daha, hayatını kaybedenler önünde saygıyla eğiliyorum. Yazık, gerçekten çok yazık…
Yorum Yazın