Aristoteles’e göre demokrasi ve oligarşinin kötü yönlerinin birleşiminden tiranlık doğuyorsa, bunların iyi yönlerinin birleşiminden de gerçekleştirilebilir en iyi yönetim olan politeia doğar. Türkçesi şu: Hem zenginlerin hem de yoksulların yönetimde yer aldığı ve bu nedenle zengin ve yoksulun birbirini ezmediği yönetim gerçekleştirilebilir en iyi yönetimdir. Bunun adı politea’dır.
Geçen yazıda Aristoteles’in yönetim biçimleri sınıflandırması ve tiranlık üzerine yazmıştım.
Aristoteles’in orada yazdıkları yönetimde nelerin yapılmaması gerektiği üzerine idi. Bu yanlışlar yapıldığında oligarşi ya da demokrasinin kötü yönlerinin birleşimiyle tiranlık ortaya çıkıyordu.
Ama Aristoteles’in asıl amacı bir tiranlık incelemesi yapmak değildi: Yönetimde yanlışlık yapılırsa tiranlık tehlikesinin kapıda beklediği uyarısı yapmaktaydı.
Tiranlık ortaya çıkarsa tiranın krala benzemeye çalışarak yönetimini bir miktar daha sürdürebileceğine işaret etmişti. Kötü kaçınılmazsa kötünün iyisini tavsiye etmekteydi.
Aristoteles’in asıl yapmak istediği, mevcut koşullarda gerçekleştirilme potansiyeli olan yönetimi ya da “gerçekleştirilebilir en iyi yönetimi” bulmak.
Hem ideal olanı hem de mevcut koşulları gerçekçi biçimde değerlendirebilirsek, neler yapılırsa içinde yaşanabilir bir yönetim kurulabileceğini ortaya koymak mümkün olur.
Bir başka anlatımla Aristoteles en çok gözlemlenen yönetimler olan oligarşi ve demokrasinin iyi yönetim biçimi olmaları için ne yapmaları gerektiğini açıklamaktadır: Aristoteles’e göre demokrasi ve oligarşinin kötü yönlerinin birleşiminden tiranlık doğuyorsa, bunların iyi yönlerinin birleşiminden de gerçekleştirilebilir en iyi yönetim olan politeia doğar.
Türkçesi şu: Hem zenginlerin hem de yoksulların yönetimde yer aldığı ve bu nedenle zengin ve yoksulun birbirini ezmediği yönetim gerçekleştirilebilir en iyi yönetimdir.
Bunun adı politea’dır. (Buna ortak çıkarı gözeten demokrasi, ya da iyi demokrasi, ya da yasalı demokrasi demek de mümkündür.) Politeia’nın gerçekleştirilebilir en iyi yönetim olmasının nedeni basittir: Zenginler yoksullardan zenginlik yönünden eşitsiz olup her yönden eşitsiz değildirler. Dolayısıyla zenginlere sadece zenginlikleri yönünden eşitsizlik tanınır ve diğer yönlerden yoksullarla zenginlerin eşit olduğu kabul edilirse, devrimlerin en önemli nedeni ortadan kaldırılmış olur.
Aristoteles’e göre eşitlik genel olarak ancak eşit olanlar arasında sözkonusu olur; eğer eşitsiz olanlar eşit kabul edilecek olursa bu adaletsizlik yaratır.
Aristoteles iki ayrı eşitlikten; oransal eşitlik ve sayısal eşitlikten söz eder ve politeia’da her iki eşitlik ilkesine birden yer verildiğini söyler. Yurttaşlar arasında eşitlik olduğunda eşitlik ilkesi; eşitsizlik olduğunda eşitsizlik ilkesi uygulanır.
Aristoteles bu noktadan daha ileriye giderek gerçekleştirilebilir en iyi yönetimin kalıcı olması için sağlam bir mantık örgüsüyle temel formülleri üretir.
Politeia orta sınıfa dayalı devlettir; günümüzün terimleriyle sosyal devlettir. Politeia yönetimde hem zenginlere hem de yoksullara yer veren yönetim olduğuna göre, zenginlerin ve yoksulların çoğunluğunu ortak çıkarlara sahip bir kitle haline getirmek en iyisidir.
ORTAK ÇIKARLARA SAHİP BİR KİTLE
Formül 1: Politeia orta sınıfa dayalı devlettir; günümüzün terimleriyle sosyal devlettir.
Politeia yönetimde hem zenginlere hem de yoksullara yer veren yönetim olduğuna göre, zenginlerin ve yoksulların çoğunluğunu ortak çıkarlara sahip bir kitle haline getirmek en iyisidir.
Bir başka anlatımla zengin ve yoksullar orta sınıfta buluşturulursa, zengin ve yoksul arasındaki çıkar farklılıkları en aza indirilmiş ve yönetim kalıcı hale getirilmiş olur.
Eğer her iki sınıfa da yönetimde yer verilir ancak bu kesimler kendi sınıflarında kalmaya devam ederse sürekli bir çatışma tehdidi olur. Oysa yoksulların standartları yükseltilerek ortaya getirilir ve zenginlerin varlıkları bir miktar törpülenir ortaya indirilirse çatışma potansiyeli azalır.
Bir ülkede orta sınıfın bulunmaması ya da çok küçük olması bir devrim nedeni olabilir, çünkü orta sınıf her iki tarafın eşitliğinin sağlandığı alandır.
Zenginlik ve yoksulluğun azalması, orta sınıfın güçlendiğini ve orta sınıfın güçlenmesi karşıtlıkların azaldığını gösterir.
Aristoteles orta sınıfın olması gereken büyüklüğü hakkında bir sayı da verir:
Demokrasideki tehlike yoksullarla zenginlerin birleşerek devrim yapmaları ve bir tiranı başa geçirmeleridir. Orta sınıfın toplamı bu iki sınıfın toplamını aştığında bu tür bir devrim olanaksızdır.
ORTA SINIFLARIN DEMOKRASİDEKİ ROLÜ
Orta sınıf sayısal olarak diğer iki sınıfın toplamından ya da sınıfların biri olan yoksullardan daha fazla olmalıdır.
Demokrasideki tehlike zenginlerin de desteğiyle yoksulların bir kişiyle anlaşmaları ve onu bir tiran olarak başa geçirmeleridir. Orta sınıfın toplamı bu iki sınıfın (zengin ve yoksul) toplamını aştığında bu tür bir devrim olanaksızdır, çünkü zenginler yoksulları devrime ikna etse bile her iki sınıfın toplamı, iktidardaki orta sınıfı devirmeye yetmeyecektir.
Özetle Politea’nın en iyi yönetim biçimi olmasının nedeni yoksul ve zengin sayısının azlığına karşılık orta sınıfa mensup yurttaş sayısının fazla olmasıdır.Orta sınıf ne kadar büyürse, toplumun ortak çıkarlar konusunda uzlaşması ve karar alması o kadar kolaylaşır.
Orta sınıf küçüldükçe yani yoksul ve zenginlerin sayısı arttıkça, kötü yönetim biçimi olan tiranlığa dönüşme eğilimi güçlenir.
Aristoteles’in bu söylediklerinin modern devlette bir karşılığı var: Sosyal devlet.
Günümüzün sosyal devletleri artan oranlı vergilerle zenginlerden aldıklarını orta sınıfın büyütülmesi için kullanmaktadırlar.
Sosyal devletlerde temel hedef zengin ve yoksul arasındaki gelir uçurumunu kaldırarak toplumun geniş bir kesimini orta sınıfta birleştirmektir.
Dolayısıyla sosyal devlet, Aristo’nun politeia’sının sürdürülmesi yolunda kullanılan önemli bir araçtır; işlevi zengin ve yoksul sayısını azaltmak ve orta sınıfı büyütmektir.
"Neyse ki bizde de şimdilerde hem siyasal iktidar hem de muhalefet sosyal yardım yarışı içine girdi; özellikle mahalli idare seçimlerinde en büyük vaatler bu tür sosyal yardımlardan oluşuyor” diyenler olacaktır.
Bunu diyenler Aristoteles’e dayanarak bunu söylüyorlarsa büyük yanlış yapmış ve Aristoteles’in dediklerinin tam tersini yapmış olurlar.
"Eeeee…hani sosyal devlet diyordun? Burada da sosyal yardım yapılıyor işte… Sosyal yardım sosyal devletin gereği değil mi?”
Hayır. Aristoteles’e göre değil.
Sosyal yardımları sosyal devletin gerçekleştirilme koşulu sayanlar Aristoteles’ten hiçbir şey anlamamış muhteremlerdir. Aristoteles’in önerdiği şey insanları yoksul sınıfın içinden alıp orta sınıfa taşımaktır. İnsanların büyük çoğunluğu yoksul sınıf içinde kalmayı sürdürdükçe, yoksulların bir tiranı iktidara taşıma olasılığı yüksektir.
ARİSTOTELES’İN ÖNERDİĞİ İLE SOSYAL YARDIMIN FARKI
Sosyal yardımları sosyal devletin gerçekleştirilme koşulu sayanlar Aristoteles’ten hiçbir şey anlamamış zat-ı muhteremlerdir.
Aristoteles’in önerdiği şey insanları yoksul sınıfın içinden alıp orta sınıfa taşımaktır. İnsanların büyük çoğunluğu yoksul sınıf içinde kalmayı sürdürdükçe, yoksulların bir tiranı iktidara taşıma ve onun tiranlığını destekleme olasılığı yüksektir.
Sosyal yardımlar, yoksulların yoksul sınıftan orta sınıfa terfi ettirilmesi amacını taşımaz; onların yoksul sınıfta kalmalarını kronikleştirir; yoksulluk ve yoksul sınıf kalıcı hale getirilmiş olur.
Aristoteles’in halkın aşağılanmasının araçlarından söz ederken, halkın yoksulluğunun kalıcı hale getirilmesinden söz ettiği hatırlanmalıdır. Halkın yoksulluğunun kronik hale gelmesi tiranlık tehlikesinin kronikleşmesine neden olur.
“O zaman sosyal devletin, sosyal yardımlara karşı olduğunu mu söylüyorum?”
Hayır, karşı değildir; sosyal devlette sosyal yardımların yeri vardır, ancak sınırlıdır. Sosyal yardımlar kendi emekleriyle geçinme olasılığı olmayan gruplara, insan haysiyetiyle bağdaşan belirli bir yaşam standardı sağlamaya yönelir.
Oysa sosyal devlet yoksul sınıfı küçültmeyi ve bu sayede orta sınıfı büyütmeyi amaçlar. Orta sınıf büyüdüğünde toplumun çoğunluğunun ortak çıkarlar üzerinde uzlaşması kolaylaşır.
Aristoteles’in adlandırmasıyla bunun adı iyi demokrasi ya da politeia’dır.
Aristoteles’e dayanarak söylediklerimin ülkedeki ana akım sağ ve sol medya organlarında bir karşılık bulmayacağından eminim. Birbirlerini taklit eden bu ana akım gruplar şimdilerde destekledikleri siyasal parti adaylarının taahhüt ettikleri sosyal yardım miktarlarını yarıştırarak üstünlük kurmaya çalışmakla meşguller.
Dolayısıyla bu yazıda sosyal yardım ve sosyal devlet arasında kurulan ilişkiye gözleri kapalı, kulakları tıkalı olacaktır. Herhangi bir yolla buradaki görüşlerden haberdar olmaları halinde verecekleri tepkiyi tahmin etmek güç değil: "Hıh… o adam zaten sosyal yardımlara karşı, elitist bir dünya görüşüne sahip, yoksulların ne çektiğini bilmediği için öyle konuşuyor.”
Hayır sayın ağbim. Tekrar altını çizerek söylüyorum: Bu yazıdan sosyal yardımlara karşı olunduğu biçiminde bir sonuç çıkarılamaz.
Söylenen şey açıklıkla şudur: Yurttaşlara balık verilmemeli, balık tutmanın yolları öğretilmelidir.
Emekleriyle çalışabilecek durumda olanlar, toplam üretimden paylarına düşeni almalı ve yoksul sınıf içinden orta sınıfa terfi ettirilmelidir. Bu söylenen yoksul sınıfların sadakayla beslenmesinden çok daha iyisini önermektedir. Yoksulluk içinde varlığını sürdürmeyi değil, yoksulluktan tümüyle kurtulmayı ve kimseye muhtaç olmamayı önermektedir.
Kimseye muhtaç olmayan kişi siyasal tercihte bulunurken toplumun ortak çıkarını gözeten adaylara yönelecek ve muhtaç olmadığı için sağlanacak menfaat karşılığında oyunu kimseye ipotek etmeyecektir.
Sosyal yardımlar ise emekleriyle çalışamayacak durumda olanlara bir yaşam standardı sağlamak üzere planlanmalıdır.
İnsanların önemli bir kısmı orta sınıfta makul bir gelire kavuşunca, sosyal yardım yapılması gereken kitle de küçüleceğinden, emekleriyle çalışamayacaklardan oluşan kitleye daha yüksek miktarlarda yardım yapmanın yolu da açılacaktır. Bu da çalışamayacak durumda olan yoksulların sağlanacak anlamlı sosyal yardımlarla insan haysiyetiyle bağdaşır bir yaşam standardına sahip olmalarıyla sonuçlanacaktır.
Aristoteles’in tehlike olarak gördüğü şey sosyal yardımlarla kitlelerin yoksul tutulması ve genişleyen yoksul sınıfın kronik hale getirilmesidir.
Bu yüzden sosyal devletin öncelikle yoksul sınıfları orta sınıfa çıkarmanın yollarını bulması gerekir.
Bu arada Aristoteles’in sosyal devlet anlayışının “insani” kaygılardan kaynaklanmadığını belirtmek gerekir.
Aristoteles’in temel kaygısı, yoksulların çoğunlukta olduğu bir yönetimin, bir tiranı başa geçirme potansiyeli taşımasıdır.
Dolayısıyla “insani” olma Aristoteles’in düşüncelerinin nedeni değil sonucudur. Yoksulların devrimi önlemek için orta sınıfa dâhil edilmeleriyle insanca yaşamaları da güvence altına alınmış olur.
Formül 2: Politeia yasalara dayalı devlettir; günümüzün terimleriyle hukuk devletidir.
Şimdi Aristoteles’in kurduğu mantıksal örgünün ne kadar güçlü olduğunu görmenin zamanı.Hatırlayalım: “Hangi yönetim biçimi en iyisidir?” sorusuna “En iyi yönetim biçimi monarşidir, çünkü erdemli çok sayıda insan bulmak erdemli tek kişi bulmaya göre daha zordur” demişti. Buradan hareketle gerçekçi olunursa, herkesin erdemli olması olanaksız olduğundan, bütün insanların erdemli olduğu bir demokrasi kurmanın olanaksız olduğunu belirtmişti.
İşte şimdi erdem sorununu son derece ustaca çözmenin zamanı: Mademki insanların çoğunluğunun erdemli olması mümkün değildir, o zaman demokraside erdemi bir başka öğeyle ikame etmek gerekir.
"Acaba ne?"
Erdemin işlevi kişinin kendi çıkarına göre değil toplumun çıkarına göre davranmasını sağlamasıydı.
Erdemli olmayan kişi tutkularına göre davranır ve kişisel çıkarlarını gerçekleştirmek için ortak çıkarı feda ederdi.
Krala güvenilmesinin nedeni, bir babanın çocuklarının çıkarını düşünmesi gibi kralın da uyruklarını düşünmesiydi.
Aristokraside de erdemli azınlık tutkulara göre değil ortak çıkara göre yönetecekti.
Demokraside ortak çıkara göre yönetecek erdemli bir çoğunluk bulmak olanaksız olduğundan, çoğunluğu tutkularından arındıracak bir formül bulmak gerekir. Bu formül yasalarla yönetimdir.
ÇOĞUNLUĞU TUTKULARINDAN ARINDIRACAK FORMÜL
Aristokraside de erdemli azınlık tutkulara göre değil ortak çıkara göre yönetecekti.
Demokraside ortak çıkara göre yönetecek erdemli bir çoğunluk bulmak olanaksız olduğundan, çoğunluğu tutkularından arındıracak bir formül bulmak gerekir.
Bu formül yasalarla yönetimdir.
Yasalar toplumun kişisel tutkularla değil ortak çıkara göre yönetilmesini sağlar.
Bir başka anlatımla yasalar çoğunluğun erdemidir: Çoğunluk erdemli değilse, onu erdemli davranmaya zorlayan bir araç bulmak gerekir ki bu araç yasadır.
Ortak bir anayasa yapıldığında ve bütün yurttaşlar yasa önünde eşitlik ilkesine uygun davranmaya zorlanabildiklerinde tutkulardan arınmış bir yönetim kurulmuş olur.
Dengeli bir karma yönetim için titizlikle korunması gereken en önemli şey yasaya itaat ruhudur.Bir devletin yıkılmaya başlaması yasaların ihlaliyle gerçekleşir ve dolayısıyla baştan önlem alındığında yıkım başlamamış olur.
Bu yüzden İnsanların yasaları herhangi bir biçimde ihlal etmeleri, özellikle küçük ihlaller dâhil olmak üzere, mutlak biçimde önlenmelidir.
Özetle yasalar tutkulardan arınmış bir yönetime olanak tanıdıklarından, politeia’ya içkindirler. Politeia’da yasalar, ortak çıkarı gerçekleştirmeye çalışan ortak akıl olarak nitelendirilebilir.
Bu durumda politeia çoğunluğunu orta sınıfın oluşturduğu (sosyal devlet) bir yasalı devlet (hukuk devleti) olarak tanımlanabilir. Günümüzün diliyle söylenirse, iyi demokrasi sosyal devlet ve hukuk devletinin bileşimidir.
"Tutturdun bu antik düşünürleri gidiyorsun. Adam 2000 küsur yıl önce yaşamış. Onun dedikleri başka bir zaman tutmamış. Şimdiye nasıl uyarlanabilir?”
Almanya’da Nazi faşizmine yol açan en önemli etmenlerden biri orta sınıfın hızla yoksullaşması ve orta sınıfın erime tehlikesinin belirgin hale gelmesiydi. Demokratik rejimin toplumu huzursuzluktan kurtaramayacağı, devrini tamamladığı, kurulu devletin kudretsiz ve zayıf olduğu inancı partiler üstü güçlü yönetici arayışını doğurdu.
FAŞİZİM NASIL YÜKSELDİ
Bir. Dedikleri tutmuş.
Misal: 1930’lu yıllarda yaşanan Alman ve İtalyan faşizmleri.Faşizmin sınıfsal tabanı burjuvazi olmasına rağmen, faşizm orta sınıfların desteği ve karşıt güçlerin birleşememeleri nedeniyle iktidara gelebilmiştir.
Almanya’da 1914-1918 yılları arasında kısa ve uzun vadeli borçlanmalara gidilmiş ve savaş enflasyonla finanse edilmişti. Bu yıllarda enflasyon üç kat artmıştı. 1922-1923 arasında enflasyon afet halini aldı: 1923’ün Ocak ayında tedavülde iki milyar marka yakın para varken Haziranda dokuz kat artarak 18 milyar marka, Ağustosta 117 milyara, Kasımda 93 katrilyon marka çıktı. Ocak’ta 1 dolar 18 bin mark iken Kasımda 4 milyar marktı. Para artık cüzdanla değil bavulla taşıttırılıyordu. Yemek yendiği sırada fiyatlar birkaç kat arttığından lokantalarda yemek fiyatları yemekten önce ödettiriliyordu.
Dolayısıyla Almanya’da Nazi faşizmine yol açan en önemli etmenlerden biri orta sınıfın hızla yoksullaşması ve orta sınıfın erime tehlikesinin belirgin hale gelmesiydi. Demokratik rejimin toplumu huzursuzluktan kurtaramayacağı, devrini tamamladığı, kurulu devletin kudretsiz ve zayıf olduğu inancı partiler üstü güçlü yönetici arayışını doğurdu.
Benzer biçimde bu dönemde İtalya’da toplumsal ve ekonomik düzen bozulmuş, enflasyon yükselmiş ve işsizlik artmıştı. Kitlelerde köklü değişim isteği yaratan genel toplumsal huzursuzluk, sosyalist etkiye açık yığın hareketlerinde önemli gelişmelere neden oldu. Genel Emek Konfederasyonu savaş sonrasında 250 binden az olan üye sayısını hızla artırarak 1919'da bir milyondan fazla, 1920'de ise 2.200.000 dolayında işçiyi yapısına kattı; aynı yıl 200 bin üyeye ulaşan İtalyan Sosyalist Partisi (PSI) 1919 seçimlerinde toplam oyların yaklaşık üçte birini (1.834.000 oy) alarak 508 üyeli parlamentoda 156 milletvekilliği kazandı ve birinci parti oldu.İtalya’da sosyalist hareketin gelişmesinden hoşnut olmayanlar Mussolini’nin kurduğu “fasci di combattimento”lara katılmaya başladı.[1]
Her iki faşizm deneyiminde de erimekte olan orta sınıfın desteği sağlanmıştır. Orta sınıf kendi varlığına bir tehdit yöneldiğinde savunmaya geçerek faşist liderlere destek vermiştir.
İki. Aristo’nun dedikleri günümüze de uyarlanabilir. Bunun için etrafta “yabancı düşmanlığı” formunda ortaya çıkan ve bu yüzden çılgın liderleri destekleyen hareketlerin seçim başarılarına odaklanmak yeterlidir.
Özetle yeni tiranların ortaya çıkma eğilimi orta sınıfların tehdit algısına dayalıdır.
Günümüz demokrasileri sorunlarını çözmek istiyorlar ve bir tiranlık tehlikesini bertaraf etmek istiyorlarsa sosyal devleti ve hukuk devletini güçlendirmek zorundadırlar.
Önceki yazı: Aristoteles’te demokrasi, oligarşi ve tiranlık üzerine – 1
---
[1] İtalyan faşizmi ile ilgili kısımda katkılarını esirgemeyen Prof. Dr. Mehmet Yetiş’e teşekkürü bir borç bilirim.
Yorum Yazın