1787 Anayasa Konvansiyonuna katılanların hiçbirinin kafasında bugünkü ABD Anayasasında olan şekilde bir federalizm modeli bulunmamaktaydı; Amerikan federalizminin kuralları, bu toplantıya katılan delegelerin Amerikan siyasetinin gelişimi konusunda yaptığı tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
Var olan anayasa bihakkın uygulanmıyorsa yeni anayasa yapmanın mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Peki Türkiye’nin asıl sorunu anayasa mı yoksa hukukun topyekün işlevsiz hale getirilmesi veya başka bir şey mi? Kanaatim dört hukuk diplomasıyla kumpasa uğramış ve hala kumpasçılara karşı mücadele eden birisi olarak adalet tesis edilmemişse, ortada çok ciddi bir şekilde hukuk devletinin var olmadığından bahis açabiliriz.
Türkiye’de yaygın galat-ı meşhurlardan birisi de; İngilizlere karşı özgürlük savaşını kazanan federe devletlerin ABD anayasasını güllük gülistanlık bir ortamda hazırlayıp imzaladığıdır. Oysaki 1780’lerde özgürlüğünü kazanan Amerikalıların Konfederasyon Ahitnamesi (Articles of Confederation) 13 eyalet tarafından kabul edilmiş ABD’nin ilk anayasasıdır. 1781 tarihli Amerika’nın ilk Anayasası olan Konfederasyon Ahitnamesi (The Articles of Confederation) bir ulus devlet kurmaktan ziyade bir federasyon kuran belgedir. Ahitnamenin maddeleri her bir federe devlete Kongre’de bir oy hakkı vermiştir. Amerikan Devrimi esnasında toprağı daha fazla olan eyalet devletleri daha fazla para ve asker verdikleri için bu durumdan hoşnut olmamış ve hayal kırıklığı yaşamışlardır. Ahitnamenin maddeleri oybirliğiyle değiştirilebilirdi, fakat bu asla gerçekleşmemiştir. Bu Ahitname altında Amerikalılar İngilizleri yenerek barış anlaşması imzalamışlardır. 1780’lerin ortalarına gelindiğinde Amerikalılar daha doğru tabiriyle ulusalcılar yani federalistler Konfederasyon Ahitnamesi altında kurulan hükümetin yeni bir ulusun ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak olduğuna inanmaya başlamışlardır. Bu ilk anayasa güçsüz bir hükümet (ABD anayasa literatürüne göre) modeli üzerine inşa edilmişti. Hatta hükümet (biz devlet diyebiliriz) federe devletler (eyaletler) arasında vergi koyma ve ticareti düzenleme yetkisine bile sahip değildi. 1780’lerin ortasına gelindiğinde ülkenin ekonomisi çok kötü durumdadır. Özgürlük Savaşı ödemeleri için devlet çok fazla para bastığından para artık değersiz hale gelmiştir. Mevcut kriz ortamını kendi menfaati gayesiyle kullanmak isteyen George Washington, James Madison ve Alexander Hamilton gibi bir grup ulusalcılar federe devletleri Konfederasyon Ahitnamesinin revize edilebilmesi için bir anayasa konvansiyonu toplanması konusunda ikna etmişlerdir. Bu konvansiyon sonucu ortaya çıkan anayasaya Amerikan halkının çoğu karşı çıkmıştır. Çünkü İngiliz tiranlığından kurtulan Amerikan halkı önerilen yeni hükümet modelinin benzeri bir tiranlık doğuracağı korkusunu yaşaarken, iktidar kuvvetinin eyalet devletlerinde kalmasından yanadır. Bu düşüncede olanlara anti-federalist yani merkezi federalizm veya hükümete karşı çıkanlar diye isim verilmiştir.[i] Bunlara göre yeni anayasaya karşı çıkmanın Amerikan Özgürlük Savaşının merkezi hükümete karşı çıkmak mirasından farkı yoktur. Çünkü, Amerikan Özgürlük Savaşı merkezi hükümetin tiranlığına ve gücün merkezde toplanmasına karşı çıkmak için yapılmıştır.
Amerikan Devrimi, 1760-1783 yılları arasında milli bir kimlik geliştirmeyi başararak dünyanın en güçlü askeri kuvvetine karşı bağımsızlık savaşı yapmış ve nihayetinde siyasi bağımsızlığını kazanmıştır. Bu süreçte İngiliz kolonileri cumhuriyetçi devletler haline gelip kendi kendini yönetebilen cumhuriyetçi hükümetler oluşturmuşlardır. 1776’da Bağımsızlık Bildirgesinin ardından Amerikalılar cumhuriyetçi ideoloji ve bağımsızlık savaşı esnasında zayıf bir konfederasyondan dolayı yaşanmış tecrübelerden yola çıkarak bir ulusal hükümet kurmanın gerekli olduğuna inanmışlardır. Böylece 1791 yılında demokratik yolla seçilmiş temsili hükümete dayalı bir milli devlet kurmuşlardır. Amerikalılar ve İngilizlerin ortak olduğu anayasal miras anlayışından uzaklaşma (birbirlerinden ayrılarak) her ne kadar XVII. Yüzyılın başlarında başlamışsa da Kıta Avrupa’sındaki İngiliz ve Fransız mücadelesinden dolayı ciddi bir şekilde ortaya çıkmamıştır. Fakat 1763 yılına gelindiğinde ise bu mesele zirveye ulaşarak kolonilerde iki temel sorunu Birleşik Karalık’ın karşısına çıkarmıştır: Koloni yönetimlerine karşı katı olunması ve kolonilerden gelen kazançların arttırılmasıdır.
Amerikan Anayasasını hazırlayanların (founding fathers; kurucu babalar) çoğu yetenekleri hayli yüksek olan cumhuriyetçi siyasetçilerdi, bu nedenle ulusal hükümetin daha fazla yetkisi olması konusunda hem fikirdiler, fakat ulusal hükümetin ve eyalet hükümetlerinin yetkisinin ne kadar olacağı konusunda ise güçlü bir şekilde farklı kanaatler taşımaktaydılar.
AMERİKAN ANAYASASINI HAZIRLAYANLAR FARKLI KANAATLER TAŞIMAKTAYDILAR
Nihayet 1787 yılında Amerikan siyasetinde önemli figürlerden olan George Washington, Alexander Hamilton ve James Madison’ın girişimleriyle Konfederasyon Ahitnamesinin yerine geçecek yeni bir hükümet planı çağrısında bulunmuşlardır. Bu kişilerin girişimleriyle 1787 yılında Anayasa Konvansiyonu toplanmıştır. 1787 Mayıs’ının sonlarından 1787 Eylül’ünün ortalarına kadar devam eden Konvansiyona Rhode Island hariç eyalet devletlerinin tamamı (o gün için birliğe dâhil olan) delege göndermiştir. Eyalet hükümetleri tarafından seçilmiş olan elli beş (55) önde gelen siyasetçi Anayasa Konvansiyonuna katılmıştır. Bu delegelerin neredeyse tamamı eyalet yasama organlarında çalışmış, eyalet valiliği veya adalet bakanlığı ya da eyalet Yüksek mahkemesi hâkimliğinde bulunmuş kişilerden oluşmuştur. Konvansiyona üç teklif sunulmuştur. Virginia planı, James Madison tarafından hazırlanmış ve büyük olan eyalet devletlerinin çıkarına uygun bir şekilde düzenlenmişti. Alacağı kararlarla eyalet devletlerini bağlayan güçlü bir ulusal devlet altında üç kuvvetin ayrılığını önermiştir. Ayrıca çift meclis teklif etmiştir (Temsilciler Meclisi ve Senato). Alt derecedeki meclis eyalet nüfuslarına göre doğrudan oylamayla seçilecektir, aynı meclis senatoyu seçecektir. New Jersey planı ise Virginia planının kongreyi nüfusa bağlamasından korkanların yani küçük federe devletlerin büyük federe devletlerce baskı altına alınacağı endişesiyle eski Kongre yapısını korumayı önermiştir. Yani her bir federe devlet için bir oy hakkı öngörüyordu. Her iki tekliften hiçbirisi New Yorklu Alexander Hamilton’ı tatmin etmemiştir. Hamilton daha güçlü bir merkezi hükümet istemekteydi. Onun teklifi diğer delegelerce desteklenmemiştir. Bu nedenle Konvansiyon toplantılarına rastgele katılan Hamilton, ilginç bir şekilde teklif edilen Anayasayı güçlü bir şekilde destekleyenlerden biri olmuştur. Konvansiyona katılan James Madison otuz altı (36), Alexander Hamilton ise otuz (30) yaşındadır.
Amerikan Anayasasını hazırlayanların (founding fathers; kurucu babalar) çoğu yetenekleri hayli yüksek olan cumhuriyetçi siyasetçilerdi, bu nedenle ulusal hükümetin daha fazla yetkisi olması konusunda hem fikirdiler, fakat ulusal hükümetin ve eyalet hükümetlerinin yetkisinin ne kadar olacağı konusunda ise güçlü bir şekilde farklı kanaatler taşımaktaydılar. 1787 Anayasa Konvansiyonuna katılanların hiçbirinin kafasında bugünkü ABD Anayasasında olan şekilde bir federalizm modeli bulunmamaktaydı; Amerikan federalizminin kuralları, bu toplantıya katılan delegelerin Amerikan siyasetinin gelişimi konusunda yaptığı tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Güçlendirilmiş bir ulusalcılığın destekçilerinden birisi olan Virginia delegesi James Madison, çok güçlü bir ulusal hükümetin kurulmasını hedefleyerek; federal hükümet için vergilendirme, ticaretin düzenlenmesi ve ulusun savunulmasında tam yetki talep etmiştir. Benzer düşüncede olan bu ulusalcı delegeler, Amerikan hükümet modelinde federe devletleri ikinci dereceye indirmeyi hedeflemişlerdir. Onların karşısında yer alan yani dar bir milliyetçilik anlayışında olanlar ise (Connecticut delegesi Roger Sherman gibi) yeni federal hükümetin sadece birkaç ek, sınırlı yetkilere sahip olmasına inanmışlardır. Bu düşüncede olanlara göre önceden olduğu gibi Amerikan hayatının çoğunu federe devletler yönetmeye devam etmelidir. Ulusal hükümet tamamlayıcı olmalıdır, hali hazırda pek çok yetkiyi elinde bulunduran federe devletlerin yerine geçmemelidir. Bu çerçevede gelişen tartışmalar sonucunda dar milliyetçilik anlayışını taşıyanlar ulusal yetkiye pek çok sınırlandırma koyarak federe devletleri korumuşlardır, aynı şekilde geniş bir milliyetçilik anlayışına sahip olanlarda ulusal hükümet için pek çok yeni yetki ile birlikte yakın bir gelecekte ulusal ihtiyaçlar için bu yetkiyi de kullanabilecekleri esnek yetkiyi elde etmişlerdir. Özetle, Anayasa ulusal hükümete yani federal hükümete milli egemenliği sağlamak için gerekli araçları vermiştir, fakat aynı zamanda bu yetkilerin kullanılmasını ise zorlaştırmıştır. Böylece, Amerikan Anayasacılığının güçlü bir şekilde dayanmış olduğu kontrol-denge mekanizmasının doğmuş olduğunu görürüz. Bu kurumsal kontrol-denge mekanizması sayesinde belki de Amerikan federalizmi yoluna devam edebilecektir.
Amerika’ya göç başladığından beri Amerikalılar kendilerini İngiliz olarak tanımlayıp Birleşik Karalık’takiler ile aynı haklara sahip olduklarını düşünüyorlardı. Ne var ki İngilizlerin 1783 yılında kolonileri kontrol etme yetkisini katılaştırmaları üzerine Amerikalıların kendileriyle ilgili hak anlayışı değişmeye başlamıştır. İngiliz Parlamentosu ve Kralı ile devam eden mücadeleler neticesinde Amerikalılar devrimci bir düşünceye kavuşmuşlardır: “Halk Egemenliği” (popular sovereignity) yani halkın kendi kendini yönetmesiyle ilgili kuralların tespit edilmesi ve uygulanmasında etkili olması anlayışı ve kavramıdır. Bu yıllarda Amerikalılar, İngilizlerin kolonilerin “gerçeğin yerini tutacak bir temsil” ile Parlamentoda bir sesi olduğuna dair iddiasını reddetmişlerdir. Bu dönemde Amerikalılar 150 yıl boyunca (bağımsızlıktan önce) yasa koyucuları seçmiş ve kendi kendini yönetme tecrübesine sahip olmuşlardır. Yani milli bir federal hükümetin inşasından önce eyalet hükümetleri inşa edilerek ilk elden kendi kendini yönetme imkânına sahip olmuşlardır. Esasında Birleşik Krallık’a karşı yürütülen devrim güçlü bir merkezi hükümete karşı yapılan savaştan başka bir şey değildi. Bu nedenle, bağımsızlıktan sonra pek çok Amerikalı güçlü bir merkezi hükümetin kurulmasına karşı çıkmışlardır.
Nihayet, 1776 yılında Thomas Jefferson’ın Bağımsızlık Bildirgesi ile beraber Amerikan kolonileri ve İngiliz İmparatorluğu arasında var olan hissi ve ideolojik bağlantı tamamen kesilmiştir. Thomas Jefferson’ın hazırlamış olduğu Bağımsızlık Bildirgesi, pek çok Amerikalının İngiliz Parlamentosunun onları temsil etmediğine ve bu nedenle meşru yetkisi olmadığına dair inancını yeniden vurgulamıştır. Bildirgenin mantığı; ne Kral ne de Parlamento Amerika’yı yönetebilir, bu nedenle Amerikalılar özgür olmalı ve kendilerini yönetmelidirler. Bağımsızlık Bildirgesi evrensel eşitlik ve özgürlüğün temel hak olduğu iddiasıyla başlamaktadır. İlginç olan şudur ki: Bağımsızlık Bildirgesini yazmış olan Thomas Jefferson, Bildirgeyi yazarken 175, ölümü anında ise 200’den fazla köleye sahiptir. Haklı olarak bazı yazarlar o dönemi tanımlarken “Amerikan idealleri ve Amerikan gerçeği” arasında derin bir uçurum olduğunu ifade etmektedirler.
Yeni anayasaya karşı yürütülen fikri karşıtlıklarla mücadele için Alexander Hamilton, John Madison ve John Jay’i ikna ederek yeni anayasanın onaylanma sürecinde New York halkına anayasanın anlatılması ve savunulması adına yazı dizilerine başlamışlardır. O günkü New York (bugünkü İstanbul diyelim) merkezi bir konumda ticari öneme sahip nüfus ve toprak yüzölçümüyle öne çıkan bir eyalettir. New York, o günkü şartlarda Konfederasyonun en önemli eyaletidir. New Hampshire Anayasayı 9. eyalet olarak onaylayınca anayasa metni yürürlüğe girmiştir, fakat New York eyaletinin anayasayı onaylaması olmazsa olmaz bir durum sergilemekteydi.
Anti-federalistler iktidarın eyalet devletlerinde kalmasını, federalistler ise merkezi hükümette olmasını savunmaktaydılar. Federalistler 1780’lerde eyaletlerin adaletsizliklerin merkezi olduğunu kendi gözleriyle gördüklerinden kurumsal çözüm arayışına girmişlerdir, bu nedenle; Anayasayı kullanarak kuvvetlerin ayrılması, kontrol ve dengenin olması gerektiğini, bu sayede hiçbir kimse veya grubun idarede baskın olamayacağını düşünmüşlerdir. Aynı zamanda federalistler güçlü ulusal bir hükümet (devlet anlamında) olmazsa bir iç savaşın çıkacağına inanmaktaydılar. Anti-federalistler (güçlü merkezi devlete karşı çıkanlar) ise yeni Anayasanın yürürlüğe konulmasının müdahaleci olmayan devletten uzaklaşarak yeniden tiranlığın boyunduruğu altına girmek olduğunu kabul etmekteydiler.
1787 tarihli Philadelphia Konvansiyonunda yazılmış olan Amerikan Anayasası onay için eyalet devletlerine gönderilmiştir. Anayasayı destekleyenlere “federalist”, karşı çıkanlara ise “anti federalist” denilmiştir. Bazı yazarların haklı olarak belirttiği üzere eğer Konvansiyon sonrası hemen oylama olsaydı Anayasa başarısız olacaktı. Konvansiyonu takip eden 9 aylık zaman dilimi içerisinde federalistler, anti-federalistlerin Anayasaya karşı olmaları konusundaki düşüncelerinden vazgeçirtmişlerdir. Federalist ve anti federalistlerin yazmış olduğu makaleler bugün bile hala canlılığını korumaktadır. Federalist yazıların gayesi Anayasanın insicamlı (tutarlı) ve cumhuriyetçi olduğunu göstermektir. Bu makalelerden en meşhurları 10. ve 78. olanıdır. James Madison’ın serideki ilk makalesi 10. Federalist yazıdır; bu yazı günümüze kadar en çok atıf yapılan makaledir. Madison bu makalede menfaat gruplarının çoğulculuğunu modern liberal düşünceyle birlikte açıklamıştır. Ayrıca bu makalede Madison cumhuriyetlerin ve demokrasilerin karşılaştırılmasını doğru bir şekilde kullanarak daha büyük bir cumhuriyetin özgürlüğü küçük bir cumhuriyete göre daha iyi koruyacağını iddia etmiştir. 78. Federalist yazı ise Alexander Hamilton’ın yargı hakkında yazdığı ilk makalesidir ve yargısal denetimi şiddetle savunmaktadır. Oysaki bu makalenin yazıldığı 1788 yılında yargısal denetim henüz birkaç eyalet devletinde daha yeni yeni uygulanmaya başlanmıştı. Şunu da not etmek gerekir ki bu makaleler siyasi ve partizanca bir ruhla yazılmıştır. Tamamı New York gazetelerinde yayınlanmıştır. Makaleler New Yorklu seçmenlerin duymak istediklerini dile getirmiştir. Hasta olana kadar bu makalelerin beşini John Jay yazmış, James Madison otuz tanesini yazmış, Alexander Hamilton ise kalanlarını çoğunu yazmış. Fakat bugün bile bazı makalelerin yazarının bu yazarlardan hangisinin olduğu tartışmalıdır.
Philadelphia Anayasa Konvansiyonuna Virginia adına katılan delegelerden birisi olan George Mason, Anayasa Taslağının güçlü bir merkezi hükümet inşa etmesi ve Haklar Bildirgesinin taslakta yer almamasından dolayı onu imzalamamıştır. Anti federalistlerin göstermiş olduğu muhalefet neticesinde federalist olan James Madison eğer eyaletinden (Virginia) Temsilciler Meclisine seçilirse kendi federe devletinde uyumu başarmak için destekçilerine hazırlanan bir haklar bildirgesini imzalayacağı sözünü vermiştir. Amerika’nın 4. Başkanı (1809-1817 döneminde) olan James Madison liderliğinde hazırlanan 12 anayasa değişikliği Kongre tarafından eyalet devletlerine gönderilmiştir. Bunlardan 10 tanesi, 1791 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiş ve bugün Haklar Bildirgesi olarak anılmaktadır. Esasında Madison’ın kendisi bir haklar bildirgesine inanmamaktaydı, kendisini haklar ve onların korumasına adamış birisiydi. Bu olaydan da anlaşılacağı üzere gerçekten o günün Amerika’sında belki bugün de hala geçerli olan idealler ve gerçekler arasındaki uçurumun varlığına rağmen sistemin kurulup işleyebilmesi adına kurucu babalar inanmadıkları belgeleri bile imzalamak zorunda kalmışlardır denilebilir.
ABD Anayasası 4.400 kelimeyle modern dünyanın en kısa ve en eski anayasasıdır. Anayasanın imzalandığı 17 Eylül tarihinde her yıl senede bir defa ziyaretçilere orjinal anayasa sergilenmektedir. Anayasa Konvansiyonu toplantısına 42 delege katılmıştır. Bunlardan 39 tanesi Anayasayı imzalamıştır. Anayasayı imzalayan kişilerden en yaşlısı Pennsylvania delegesi Benjamin Franklin (81), en genci New Jersey delegesi Jonathan Dayton (26) olmuştur.
ABD ANAYASASI, MODERN DÜNYANIN EN KISA VE EN ESKİ ANAYASASIDIR
Ayrıca Anayasa Konvansiyonun takip edilmesi gereken kuralların ötesine geçerek tamamen gizli bir şekilde gerçekleştirilmesi de haklı olarak anti-federalistlerde daha çok şüphenin artmasına sebep olmuştur. Pek çok kişi de anayasa değişikliği sürecinin 13 eyalet tarafından oybirliğiyle kabul edilmesi gerektiği şartı yerine gelmediğinden tamamen anayasaya aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. Anayasa Konvansiyonu sona erdikten sonra anti-federalistler gazetelerde anayasayı eleştirmeye başlamış ve halkın yeni anayasayı reddetmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Şunu da not etmek gerekirse; federalistler ve anti-federalistlerin yazıları genel itibariyle mümkün olduğunca yüksek seviyede düşünce emeği konulmuş, tarafsızlığa dikkat eden ve mantıklıca örgülenmiş eserler olarak karşımıza çıkmıştır.
ABD Anayasası 4.400 kelimeyle modern dünyanın en kısa ve en eski anayasasıdır. Anayasanın imzalandığı 17 Eylül tarihinde her yıl senede bir defa ziyaretçilere orjinal anayasa sergilenmektedir. Anayasa Konvansiyonu toplantısına 42 delege katılmıştır. Bunlardan 39 tanesi Anayasayı imzalamıştır. Anayasayı imzalayan kişilerden en yaşlısı Pennsylvania delegesi Benjamin Franklin (81), en genci New Jersey delegesi Jonathan Dayton (26) olmuştur. Birleşik Devletler Anayasası imzalandığında devletin nüfusu 4 milyondur. Ülkenin en büyük şehri 40.000 (kırk bin) yerleşik kişisiyle Philadelphia’dır. Anayasanın hazırlanması tam olarak 100 gün sürmüştür. Her ikisi de Virginia delegesi olan George Washington ve James Madison imzaladıkları Anayasa ile Başkanlık yapan kişiler olmuşlardır. Amerikan Anayasasında bir defa bile demokrasi kelimesi geçmemektedir.
ABD Özgürlük (Bağımsızlık) Savaşı sonrası çok büyük bir ekonomik buhranla karşı karşıyadır. Bu anlamda belki de Kurtuluş savaşı sonrası yapılan 1924 Anayasası ile karşılaştırma yapılabilir. ABD Anayasasının Kurucu Babaları en çok neye dikkat etmişlerdir? Yeni anayasa önünde en önemli engel olarak anti-federalistlerin haklı olarak İngiliz tiranlığının sebep olduğu baskıcı yönetim konusundaki kaygıları ortaya çıkmıştır. Ayrıca Kurucu Babalar, gücü ele geçiren eyalet devletlerinin gücü koruma adına kendi eyalet halklarına yaptıkları baskı ve zulme ilk elden şahit olmuşlardır. O zaman hem merkezi hem de yerel yönetimden gelecek zulmü engellemek için bir formülün ortaya konulması gereklilik arz etmiştir.
ABD’DEN DERSLER VE TÜRKİYE GERÇEKLERİ
ABD Anayasasının hazırlanması sırasında yaşananlar ile Türkiye’de yapılan anayasaların hazırlanması arasında bir benzerlik veya farklılık var mıdır? Öncelikle ağır kriz dönemlerinde en iyi anayasaların hazırlandığı söylenebilir. Diğer bir ifadeyle ABD Özgürlük (Bağımsızlık) Savaşı sonrası çok büyük bir ekonomik buhranla karşı karşıyadır. Bu anlamda belki de Kurtuluş savaşı sonrası yapılan 1924 Anayasası ile karşılaştırma yapılabilir. Konfederasyon Ahitnamesi de 1921 Anayasa Değişikliğine benzetilebilir; yeni bir devlete giden yolun döşenmesi diyebiliriz. ABD Anayasasının Kurucu Babaları en çok neye dikkat etmişlerdir? Yeni anayasa önünde en önemli engel olarak anti-federalistlerin haklı olarak İngiliz tiranlığının sebep olduğu baskıcı yönetim konusundaki kaygıları ortaya çıkmıştır. Ayrıca Kurucu Babalar, gücü ele geçiren eyalet devletlerinin gücü koruma adına kendi eyalet halklarına yaptıkları baskı ve zulme ilk elden şahit olmuşlardır. O zaman hem merkezi hem de yerel yönetimden gelecek zulmü engellemek için bir formülün ortaya konulması gereklilik arz etmiştir.
Türk Anayasa hukukunda 2011 yılında ilk defa tarafımca kullanılan kontrol-denge (daha öncesinde fren ve denge denilen kavram şahsıma atıf yapmamak adına denge denetim olarak kullanılmaktadır) mekanizması daha doğru tabiriyle Cumhuriyet tarihçisi Ali Arslan’dan mülhem olarak Kurumsal Kontrol Dengenin ABD yeni anayasasının inşasında kullanıldığı görülmektedir. Bunu da sağlayanın kuvvetler ayrılığı olduğuna inanılmıştır. Bu şekilde ne yerel ne de merkezi hükümet tek başına iktidarı ele geçirebilecektir. Daha net bir ifadeyle belli bir grup iktidarı elinde tekel olarak tutamayacaktır. Nihayetinde cumhuriyetçi bir yönetimin yolu güçlü bir meclise sahip olmaktan geçmektedir. Yasama yani meclis yürütmeden yani başkandan daha güçlüdür; aradaki hakem ise hem halk hem de yasama ve yürütme arasında olan sorunlarda yargıdır. Yargı yetkisini aşarsa yargısal aktivizm ama yasama ve yürütmenin sınırlarından içeri girmezse (politik sorun doktrini) daha sağlıklı bir yönetim ortaya çıkmaktadır. En nihayetinde yasama, yargı ve yürütmeyi yola getirecek son sözü söyleyecek olan halkın eline temsilcilerin azli ve halk girişimi kurumları verilmiştir. Halk egemenliğine dayalı bir sistemin kaçınılmaz gerçekleri bunlar olmak zorundadır.
Bizler de ağır bir ekonomik buhranla boğuşurken ABD’lilerin yaptığı gibi 250 yıllık kalıcı bir anayasa yapabilir miyiz? Kanaatimce işi ehline vererek, bizim adamları (bu kavram tarafımca anayasa hukukunda ilk defa politikyol’daki yazımda kullanılmıştır) iktidardan uzak tutarak bunu başarabiliriz. Ama bundan daha önemlisi öncelikle insanların fikirlerini korkusuzca ifade edebileceği bir ortama su ve hava kadar ihtiyacımızın olduğu apaçık ortadadır. Demek ki önce ifade hürriyeti, onsuz hiçbir şey olmuyor!
[i] Bu vb. tartışmaların daha fazlasını Fatih Öztürk, ABD ve Kanada Federalizmi (Filiz Kitabevi, İstanbul, 2021) adlı kitapta bulabilirsiniz.
Yorum Yazın