9. Yargı Paketi olarak bilinen teklif, bir torba kanun özelliği taşımaktadır. Teklif 38 madde ve 1 geçici maddeden, yani 39 maddeden oluşmaktadır. Bir kısmı fevkalade ayrıntılı ve karmaşık olan bu 39 maddeyle toplam 20 kanun üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu kanunlar arasında konu yönünden herhangi bir ilişki kurma olanağı yoktur. Bu nedenle torba kanun mahiyeti taşıyan teklif (9. Yargı Paketi), Anayasamızın 2’nci maddesinde yer alan, değiştirilmesi yasaklanan hükmün içerdiği hukuk devleti ilkesini ihlâl etmektedir.
Kamuoyunda “9. Yargı Paketi” olarak adlandırılan, resmi adı ise “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” olan teklif, Adalet Komisyonu’nun 11-12 Temmuz 2024 tarihli toplantılarında görüşülerek kabul edildi. Teklif hakkındaki genel değerlendirmelerimle içerdiği bazı maddelere ilişkin görüşlerimi aşağıda maddeler halinde sıralıyorum.
I. TEKLİFİN ADALET KOMİSYONU'NDA GÖRÜŞÜLME USULÜNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİM
9. Yargı Paketinin Adalet Komisyonu’ndaki görüşmelerine 11 Temmuz 2024 Perşembe günü saat 10.00’da başlanmış; görüşmeler 12 Temmuz 2024 Cuma sabahı 06.27’de tamamlanmıştır. Kısacası Komisyon, aralıksız yirmi buçuk saat çalışmış; bu süre içinde sadece kırk beş dakikalık akşam yemeği molası vermiştir.Komisyonun kesintisiz olarak yirmi buçuk saat çalışması, sağlıklı bir usul değildir. Toplumun tamamını ilgilendiren kanun yapma faaliyetinde asıl olan, verimlilik olmalıdır. Bu nedenle bu çalışma modelinin verimli bir model olmadığını belirtmek gerekir.
Komisyon Başkanı, Meclis İçtüzüğünün 38’inci maddesinin ilk fıkrasına uygun olarak önce Anayasaya aykırılık sorununun mevcut olup olmadığı konusunda Komisyon üyelerine ve ardından Komisyon üyesi olmayan muhalefet temsilcilerine söz hakkı vermiştir. Bu söz hakkını süre yönünden sınırlamamak suretiyle nazik ve demokratik bir tutum izlemiştir. Ne var ki söz hakkının süreyle sınırlanmaması, Adalet Komisyonu’nun demokratik bir atmosferde görüşmelerini sürdürmesini sağlamışsa da bu, görüşmelerin verimliliğini zayıflatmıştır.
Dahası, gerek Komisyonun muhalefet parti gruplarını temsil eden üyeleri gerekse Komisyon üyesi olmayan muhalefet temsilcileri, teklifin Anayasaya aykırılığı konusunda haklı gerekçelere dayanan görüşler beyan etmişlerse de bu görüşlerin sonuç üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır.Oysa Meclis İçtüzüğünün 38’inci maddesi, 2’nci fıkrasında şu hükme yer vermektedir: “Bir komisyon, bir teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.”
Böylece Meclis İçtüzüğünün 38’inci maddesinin ilk fıkrasının emrini yerine getirerek Anayasaya aykırılık sorununun müzakere edilmesi, hiçbir fayda sağlamamıştır.
Kamuoyunda 9. Yargı Paketi olarak adlandırılan kanun teklifinin milletvekilleri tarafından değil, Adalet Bakanlığı ve Bakanlık bürokratları tarafından hazırlandığını gösteren çeşitli veriler mevcuttur. Bilindiği gibi bizzat Adalet Bakanının kendisi, kamuoyuna yaptığı açıklamalarla Bakanlığın 9. Yargı Paketi üzerinde çalışmalarını sürdürdüğünü çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi metnin içeriği, Adalet Bakanlığı bürokratlarınca hazırlanmış; Anayasanın öngördüğü biçimsel koşulları karşılamak üzere metin, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri tarafından imzalanmıştır. Bu yönüyle metin, Anayasanın 88’inci maddesine aykırıdır.
II. KANUN TEKLİFİNİN ANAYASAYA AYKIRILIK SORUNU
1. 21.01.2017 tarihli ve 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu, iki başlı (düalist) yürütme modelinden tek başlı (monist) yürütme modeline geçişe yol açmıştır. Böylece yürütme organı, sadece Cumhurbaşkanından oluşmaktadır. Diğer bir deyişle, artık Anayasa düzenimizde Bakanlar Kurulu olarak adlandırılan kolektif bir organ kalmamıştır. Bunun sonucu olarak Bakanlar Kurulunun kanun yapma sürecinde sahip olduğu tasarı hazırlama ve hazırladığı tasarıyı yasama organına sunma yetkisi de ortadan kalkmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişten itibaren kanun yapma süreci, ancak milletvekillerinin hazırladığı teklif metinleriyle başlamaktadır. Anayasanın konuya ilişkin 88’inci maddesi şöyledir: “Kanun teklif etmeye milletvekilleri yetkilidir.”Görüldüğü gibi artık anayasa düzenimizde yürütme organının yasama sürecini başlatacak bir yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle yasama süreci, ancak milletvekillerinin Anayasaya ve Meclis İçtüzüğüne uygun olarak hazırlayacakları teklif metinlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunmalarıyla başlayabilmektedir.
Kamuoyunda 9. Yargı Paketi olarak adlandırılan kanun teklifinin milletvekilleri tarafından değil, Adalet Bakanlığı ve Bakanlık bürokratları tarafından hazırlandığını gösteren çeşitli veriler mevcuttur. Bilindiği gibi bizzat Adalet Bakanının kendisi, kamuoyuna yaptığı açıklamalarla Bakanlığın 9. Yargı Paketi üzerinde çalışmalarını sürdürdüğünü çeşitli vesilelerle ifade etmiştir.[1] Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi metnin içeriği, Adalet Bakanlığı bürokratlarınca hazırlanmış; Anayasanın öngördüğü biçimsel koşulları karşılamak üzere metin, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri tarafından imzalanmıştır. Bu yönüyle metin, Anayasanın 88’inci maddesine aykırıdır.
Nitekim Adalet Komisyonu görüşmelerinde, anlaşılması mümkün olmayan karmaşık düzenlemeler hakkında Komisyon üyelerinin sarahat ihtiyacı duydukları noktalarda sorularına metni imzalayan teklif sahibi Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin yanında Adalet Bakanlığı temsilcileri de cevap vermiştir. Bu diyalogları Komisyon tutanaklarında görmek mümkündür.[2]
2. 9. Yargı Paketi olarak bilinen teklif, bir torba kanun özelliği taşımaktadır. Teklif 38 madde ve 1 geçici maddeden, yani 39 maddeden oluşmaktadır. Bir kısmı fevkalade ayrıntılı ve karmaşık olan bu 39 maddeyle toplam 20 kanun üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu kanunlar arasında konu yönünden herhangi bir ilişki kurma olanağı yoktur. Bu nedenle torba kanun mahiyeti taşıyan teklif (9. Yargı Paketi), Anayasamızın 2’nci maddesinde yer alan, değiştirilmesi yasaklanan hükmün içerdiği hukuk devleti ilkesini ihlâl etmektedir.Bilindiği gibi hukuk devleti, çeşitli unsurlar yanında hukuk kurallarının belirli olmasını gerektirmektedir. Hukuk kurallarının belirliliği ilkesi, “hukuk normlarının, herkesçe anlaşılabilir nitelikte açık olmasını, uygun vasıta ve yollarla ilan edilmek suretiyle yürürlüğe konulmasını, herkesin erişimine açık olmasını ifade etmektedir.
Öte yandan, hukuk normlarının ancak yürürlüğe girmelerinden sonraki olaylar, durumlar ve ilişkilere uygulanabilir olmaları da gerekmektedir. Böylece bireyler, davranışlarını ve hukukî ilişkilerini, yürürlükte bulunan kuralları dikkate alarak düzenleme imkânını bulabilirler.”[3]Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında hukuk kurallarının belirliliği ilkesini, hukuk devletinin aslî unsurları arasında saymaktadır. Mahkemeye göre, “Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” (E.2016/140, K. 2017/92, 12.04.2017, R.G. 25.05.2017 – 30076 / para. 13)
Öte yandan hukuk kurallarının belirliliği ilkesi, yürürlükteki kurallara ortalama bir yurttaşın erişiminin mümkün olacağı bir düzenin kurulmasını emretmektedir.Torba kanunlar ise birbiriyle konu yönünden ilişkisiz birçok kanun üzerinde değişiklik yapmaları nedeniyle belirlilik ilkesini ihlâl etmektedir. Dahası, 9. Yargı Paketi dâhil olmak üzere Meclise sunulan torba kanunların tamamında “Falanca kanunun filanca maddesinin falanca fıkrasında yer alan filanca ifadeler çıkarılmış; bunlar yerine falanca ifadeler getirilmiştir.” şeklinde bir yöntem izlendiği görülmektedir. Bu şekilde formüle edilen hükümlerle hukuk düzeninde yaratılmak istenen sonuçların ne olduğunu, hukukçuların dahi anlaması mümkün olamamaktadır.
Böylece torba kanunlar aracılığıyla hukuk düzeninde sık sık çeşitli değişiklikler yapılmakta; bu değişikliklerin silsilesini takip etmek, hukuk mesleğini icra edenler tarafından dahi mümkün olamamaktadır. mevzuat.gov.tr sitesine veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin internet sitesine müracaat edildiğinde evvelce çok sayıda değişiklik geçirmiş bir kanun hükmünün ancak son hali görülebilmektedir. Metnin yürürlüğe girdiği ilk andan son noktaya kadar geçirdiği değişikliği izlemek mümkün olmamaktadır.
Oysa uyuşmazlıkları hukukun üstünlüğünü esas alarak çözmek zorunda olan yargı makamları, yürürlükteki bir normun önceki metinlerini esas almaları gereken yargılamalarda bu metinlere erişmekte uzun mesailer harcamakta, bunlara erişimde ciddi güçlük yaşamaktadır. Bu ise diğer faktörler yanında yargılamaların uzamasını etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.Türkiye’nin önemli sorunlarından birinin yargılamaların uzunluğu olduğu bilinmektedir. Yargılamaların uzun sürmesi, makul sürede yargılanma hakkını; dolayısıyla âdil yargılanma hakkını ihlâl etmektedir.Yargılamaların uzaması nedeniyle âdil yargılanma hakkı ihlâl edilenler, bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmekte; böylece Mahkeme’nin iş yükü artmaktadır.
Nitekim Mahkeme’nin verdiği hak ihlâli kararlarının yüzde 76’sı makul sürede yargılanma hakkının ihlâli gerekçesine dayanmaktadır.[4]Bütün bu nedenlerle parlamento çoğunluğuna torba kanun yöntemini terk etmesi yönündeki çağrımı bir kez daha tekrar ediyor, bu uygulamanın hukuk devleti ilkesi yönünden ihlâl oluşturduğuna bir kez daha dikkat çekiyorum.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını 1989’da kabul etmiştir. Dahası, Anayasanın 90’ıncı maddesinde 2004’te yapılan değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dâhil olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerinin ulusal kanunların üzerinde olduğu kabul edilmiştir. Bütün bu nedenlerle evli kadına eşinin soyadını taşımasını zorunlu kılan bir yasal düzenlemenin olmaması gerekirdi.
KADINA EŞİNİN SOYADINI TAŞIMASINI ZORUNLU KILAN DÜZENLEME
3. 9. Yargı Paketi’nin 15’inci maddesi, kadının soyadı hakkıyla ilgili bir hükme yer vermiştir. Bilindiği gibi evli kadının evlenmeden önceki soyadını kullanma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bir başvuruya konu olmuştur. Ayten Ünal Tekeli’nin başvurusu üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kadının eşinin soyadını kullanmaya mecbur edilmesini Sözleşmenin 8’inci ve 14’üncü maddelerinin ihlâli olarak değerlendirmiştir.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını 1989’da kabul etmiştir. Dahası, Anayasanın 90’ıncı maddesinde 2004’te yapılan değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dâhil olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerinin ulusal kanunların üzerinde olduğu kabul edilmiştir. Bütün bu nedenlerle evli kadına eşinin soyadını taşımasını zorunlu kılan bir yasal düzenlemenin olmaması gerekirdi.
Ne var ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187’nci maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” Bu düzenleme ise Anayasa Mahkemesi tarafından 22 Şubat 2023’te Anayasanın 10’uncu maddesine aykırı görülerek iptal edilmiş; karar 28 Nisan 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Kararın dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. Bu süre, 28 Ocak 2024’te dolmuştur. Böylece o tarihten bu yana bir hukuk boşluğu mevcuttur.
Teklifin 15’inci maddesi ise bu boşluğun doldurulması amacıyla şu hükme yer vermektedir: “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır. Şu kadar ki; kadın evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Kadının soyadı, kendi soyadı ile önceki kocasının soyadından oluşuyorsa kadın bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabilir.”
Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği hüküm ile teklifin içerdiği hüküm karşılaştırıldığında sadece küçük sözcük oyunlarının yapıldığı, iptal edilen hükümle getirilen yeni düzenleme arasında anlam yönünden önemli bir farkın olmadığı görülmektedir. Bu nedenle teklifin 15’inci maddesi, Anayasanın 153’üncü maddesine aykırıdır. 153’üncü madde şöyledir: “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. (…) Anayasa Mahkemesi kararları (…) yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”Görüldüğü gibi bu madde, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğunu belirtmekle yetinmemiş; bu bağlayıcılığın yasama, yürütme ve yargı organlarıyla idarî makamlar yönünden aynı derecede geçerli olduğuna ayrıca ve açıkça işaret etmiştir. Bu nedenle yasama organının Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına aykırı bir kanun teklif etmesi, böyle bir teklifi görüşerek kabul etmesi düşünülemez.
Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekleriyle çelişen bir kanun yapma, sadece Anayasanın 153’üncü maddesinin değil, aynı zamanda anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığını düzenleyen 11’inci maddesinin de ihlâli anlamındadır. Dahası, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla çelişen bir kanunî düzenleme, Anayasamızın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devletinin gerektirdiği hukukî belirlilik ilkesinin de ihlâli anlamındadır.Venedik Komisyonu’nun 2011 tarihli Hukuk Devleti Raporu (Report on the Rule of Law) başlıklı raporunda da hukuk devletinin gereklerinden biri olarak hukuk kurallarının belirliliği ilkesinden söz edilmekte; kesinleşmiş yargı kararlarına riayet, belirlilik ilkesinin bir unsuru olarak vurgulanmaktadır. Teklifin 15’inci maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararını ihlâl eden yönüyle hukukî belirlilik ilkesini, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini ihlâl etmektedir.
Teklifin 37’nci maddesinin (c) bendi şu hükme yer vermiştir: “(Bu Kanunun) 28 inci maddesi 29/6/2024 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde … yürürlüğe girer.” Teklif, 11-12 Temmuz 2024’te Adalet Komisyonu’nda görüşüldüğü sırada dahi bu hüküm geçmişe yürür niteliktedir. Bir hukuk kuralının geçmişe yürütülmesi, en temel hukuk ilkelerinden biri olan hukukun ancak geleceği düzenleyebileceği ilkesine aykırıdır.
HUKUKUN ANCAK GELECEĞİ DÜZENLEYEBİLECEĞİ İLKESİNE AYKIRI
Bütün bu gerekçelerle teklifin 15’inci maddesi geri çekilmeli, Anayasa Mahkemesi’nin 22 Şubat 2023 tarihli E. 2022/155, K. 2023/38 sayılı kararına uygun bir madde metni hazırlanmalıdır.
4. Teklifin 37’nci maddesinin (c) bendi şu hükme yer vermiştir: “(Bu Kanunun) 28 inci maddesi 29/6/2024 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde … yürürlüğe girer.”Teklif, 11-12 Temmuz 2024’te Adalet Komisyonu’nda görüşüldüğü sırada dahi bu hüküm geçmişe yürür niteliktedir. Teklifin Genel Kurul’da görüşülüp, kabul edilip Cumhurbaşkanı tarafından imzalanarak yürürlüğe konması, en iyimser ihtimalle Temmuz ayının dört veya beşinci haftalarında, yani Temmuz ayının sonunda gerçekleşecektir. Böylece yukarıda aktardığımız hüküm, bir ay geriye yürütülecektir.
Bir hukuk kuralının geçmişe yürütülmesi, en temel hukuk ilkelerinden biri olan hukukun ancak geleceği düzenleyebileceği ilkesine aykırıdır. Hukuk kurallarının geleceği düzenlemesi, eşyanın tabiatı gereğidir. Çünkü bireyler ve kamu makamları, her tür eylem ve işlemlerinde ancak yürürlükte olan hukuk kurallarını dikkate alabilirler. Bireylerden veya kamu makamlarından, gelecekte yürürlüğe girmesi muhtemel hukuk kurallarının ne olacağını tahmin ederek vaziyet almaları beklenemez.
Bu yönüyle teklifin 37’nci maddesinin (c) bendi, hukuk devletine ve bu ilkenin devlete ve hukuka güven unsuruna aykırılık oluşturmaktadır.Komisyon görüşmelerinde neden geçmişe yürüyen bir kuralın teklif metninde yer aldığı yönündeki soruma, Adalet Bakanlığı temsilcisi aşağıdaki cevabı vermiştir: “Geriye doğru yürüttüğümüz maddenin düzenlemesi, 28'inci madde. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenen Hâkimler ve Savcılar Kurulundaki tetkik hâkim ve müfettişlerin kadrolarının kanunla düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle iptal etti ve iptal 29 Haziranda yürürlüğe girdi. Bu kadrolar şimdi iptal edilmiş oldu, on gündür iptal edilmiş kadrolar var ama orada çalışanlar çalışıyor. O kadroları canlı tutmak, özlük haklarını muhafaza etmek için yürürlüğünü 29 Hazirandan başlatıyoruz.”[5]“Sayın Adalet Bakanlığı temsilcisi güzel söylüyor ‘Kadrolar dayanaksız kalıyor.’ diyor ama bu kanunu bir ay önce görüşmemizin önündeki engel ne idi?” şeklindeki soruma ise ne Adalet Bakanlığı temsilcisi ne de teklif altında imzası olan Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleri cevap verebilmişlerdir. Sorduğum sorunun cevabı, büyük bir suskunluk olmuştur.
Geçmişe yürür nitelikte kanunî düzenleme yapmak, ilk kez karşılaştığımız bir durum değildir. 2 Mayıs 2024 tarihli 7501 sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 15’inci maddesinde de geçmişe yürüyen bir düzenleme yer almaktaydı. Bu kanun, 11 Mayıs 2024’te yürürlüğe girdiği halde 15’inci maddesiyle 1’inci ve 3’üncü maddelerinin 28 Şubat 2024 itibarıyla yürürlüğe gireceği düzenlenmişti.
Keza 23 Mayıs 2024 tarihli 7511 sayılı Kanunun 23’üncü maddesinde de geçmişe yürüyen bir düzenleme yer almaktaydı. Bu kanun da 29 Mayıs 2024’te yürürlüğe girdiği halde 1’inci maddesinin 26 Nisan 2024 itibarıyla yürürlüğe gireceği düzenlenmişti.
Görüldüğü gibi 28. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğu tarafından hazırlanarak kabul edilen kanunlarda geçmişe yürüyen düzenlemelerin yer alması, bir geleneğe dönüştürülmüştür. Böylece parlamento çoğunluğu, siyasal muhalefeti ve toplumu hukuksuzluğa, anayasasızlığa alıştıran bir tutum sergilemektedir. Bizlerin muhalefet partisi temsilcileri olarak komisyonlarda ve Genel Kurul’da bu tür hukuksuzluklara karşı koymamız ise sessizlikle, umursamazlıkla karşılanmaktadır.
Parlamento çoğunluğunun anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma konusunda yürüttüğü bu kararlı tutumun topluma hiçbir faydası olmayacağını, tam aksine bu sürecin toplumun tümü bakımından ağır olumsuz sonuçlarının olacağını bir kez daha belirtmek isterim. Klasikleşmiş ifadesiyle en kötü hukukun hukuksuzluktan daha iyi olduğunu hatırlatarak parlamento çoğunluğunu sergilediği bu tutumdan vazgeçmeye davet ediyorum.
9. Yargı Paketi olarak bilinen teklifin içerdiği ve muhalefet şerhinde değindiğim diğer sorunları, ikinci bölümde. Buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
---
[1]https://basin.adalet.gov.tr/adalet-bakani-tunc-ceza-infaz-kurumlarinda-teknoloji-konferansinin-acilisina-katildi
[2] TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, Adalet Komisyonu Tutanağı, Birinci ve İkinci Oturum, 11-12 Temmuz 2024, s. 201, 202, 204, 205, 394, 399, 402, 403, 405, 412, 413, 423, 441, 502, 503, 541, 625, 629, 653, 676, 694, 697, 698, 710, 712, 714, 726.
[3] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, içinde Türkiye’de Siyasal Yaşam / Dün, Bugün, Yarın, (der.) Mehmet Kabasakal, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2016, s. 85
.[4] Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Bireysel Başvuru İstatistikleri (23/9/2012 – 31/3/2024), s. 15 https://www.anayasa.gov.tr/media/9293/bb_2024_1.pdf
[5] TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, Adalet Komisyonu Tutanağı, Birinci ve İkinci Oturum, 11-12 Temmuz 2024, s. 726.
Yorum Yazın