Prof. Dr. Fahri Bakırcı anayasa yapım süreçlerini analiz eden yazı dizinin ilkinde 1961 ve 1982 Anayasalarını ele alıyor. Bakırcı; "İster darbe ürünü olsun ister sivil iktidarlar tarafından yapılsın, anayasaların yapılış yöntemi ile özgürlükçü-otoriter eğilimleri arasında güçlü bir ilişki" olduğunu ifade ediyor.
Geçen haftalarda özgürlükçü anayasalar ve otoriter anayasalar üzerine iki yazı yazmış ve ülkemizdeki anayasaları özgürlükçülük ve otoriterlik eğilimleri yönünden incelemeyi sonraki yazılara bırakmıştım.
Temel tezim şudur: İster darbe ürünü olsun ister sivil iktidarlar tarafından yapılsın, anayasaların yapılış yöntemi ile özgürlükçü-otoriter eğilimleri arasında güçlü bir ilişki vardır.
Şimdi bu teze 1961 ve 1982 Anayasaları yönünden daha yakından bakma zamanı.[1]
Bir
1960 Darbesini yapanlar emir komuta zinciri içinde değildi ama 1980 Darbesi emir komuta zinciri içinde yapıldı.27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri “kardeş kavgasına meydan vermemek, demokrasiyi içinden düştüğü buhrandan kurtarmak” amacıyla ülke yönetimine el koyduğunu ve iktidarın Orgeneral Cemal Gürsel yönetimindeki Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) verildiğini duyurdu. Darbeden bir gün sonra, 28 Mayıs’ta Cemal Gürsel’in Devlet Başkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı olduğu açıklandı. Darbenin yapılmasını sağlayan MBK’nin ilk başlarda ne lideri, ne üyeleri ne de işlevi belliydi. Gürsel darbenin sadece görünüşteki lideri idi.
Darbe bildirisini okuyan Başbakanlık Müsteşarı Albay Alparslan Türkeş MBK’nin en nüfuzlu üyesi idi. Türkeş siyasal sistemde köklü bir reform yapılmasını isteyen ve siyasal partilere hiçbir şekilde güvenmeyen kanadın da lideriydi.
Darbeyi yöneten Milli Birlik Komitesinin (MBK) üyeleri ilk günlerde belli olmasa da birkaç gün içinde açıklandı. Komitenin başkanıyla birlikte 38 üyesi bulunmaktaydı.
38 üye iki farklı görüş etrafında kümelenmişti: Ilımlı kanat ve radikal kanat.
Ilımlı kanadın amacı demokratik düzenin çerçevesini oluşturacak anayasayı yaptıktan sonra en kısa zamanda seçimlere gitmek ve yönetimi seçilmiş siyasetçilere bırakmaktı.
İçlerinde general bulunmayan, yaşça daha küçük ve daha az kıdemli olanlardan oluşan radikal kanat ise darbenin başarıya ulaşmasından sonra, toplumu dönüştürmek amacıyla siyasal iktidarın uzun süre elde tutulmasını amaçlıyordu.
Bu iki kanat nasıl uzlaştı?
Cevap: Uzlaşmadılar; çünkü uzlaşmaya gerek kalmadı.
MBK’de etkin olan ılımlı kanat çeşitli tasfiyeler yaptı.General Madanoğlu Gürsel’e giderek aşırıların görevden alınmasını istedi. Gürsel’in bu isteği kabul etmesi üzerine bir plan hazırlandı ve 13 Kasım 1960 tarihinde 14 kişiye aynı saatte tebligat yapılarak MBK’nin lağvedildiği ve yeniden kurulduğu bildirildi. Komite 14 kişinin olmayacağı biçimde yeniden kurulurken, tasfiye edilen öndörtlere çalışmalarından dolayı teşekkür ediliyordu. Tasfiyeye uğrayanların bir karşı harekette bulunmamaları için tebligatlar sabah saat 5’te yapıldı ve bunların telefon bağlantıları kesildi. Daha sonra da bir karşı eylemin olmaması için bu kişiler çeşitli ülkelere bir tür sürgüne gönderildi. Bunlar yurtdışındaki büyükelçiliklerde danışman olarak görevlendirildiler ve iki yıl boyunca ülkeye geri dönemediler.
Tarihe ondörtlerin tasfiyesi olarak geçen bu olay, 1961 Anayasasının demokratik bir yaklaşımla hazırlanmasının altında yatan kritik hamleyi içermektedir. Aşırıların MGK’dan tasfiye edilmesiyle hedef belirginleştirildi: Mümkün olduğu ölçüde geniş katılımlı bir yöntemle anayasa hazırlamak ve yönetimi en kısa süre içinde demokratik yollarla seçilmiş sivil siyasetçilere teslim etmek.
Tarihe ondörtlerin tasfiyesi olarak geçen bu olay, 1961 Anayasasının demokratik bir yaklaşımla hazırlanmasının altında yatan kritik hamleyi içermektedir.Aşırıların MGK’dan tasfiye edilmesiyle hedef belirginleştirildi: Mümkün olduğu ölçüde geniş katılımlı bir yöntemle anayasa hazırlamak ve yönetimi en kısa süre içinde demokratik yollarla seçilmiş sivil siyasetçilere teslim etmek.
Şimdi aynı sürece 1980 Darbesi yönünden bakalım.
Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980 tarihinde, 1961 darbesinden farklı olarak emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koydu. MGK’nın kendi oluşumunu düzenleyen 4 no’lu bildirisi şöyleydi: "Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içerisinde ve emirle yerine getirme kararı almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuş olan Milli Güvenlik Konseyi: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin; Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya; Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan teşekkül etmiştir.”
Görüldüğü gibi burada Darbeyi yapan ve yöneten çekirdek bir kadro bulunmaktadır ve bu kadro daha başından otoriter eğilimini ortaya koymuştur.
Darbenin lideri Kenan Evren’in en belirgin düşüncesi 1961 Anayasası’ndaki özgürlüklerin toplumumuza bol geldiği idi. Evren, Darbe’den bir ay sonra 14 Ekim 1980’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “O Anayasa dediğimiz elbise bize bol geldi. İçinde oynamağa başladık.”
Darbenin lideri Kenan Evren’in en belirgin düşüncesi 1961 Anayasası’ndaki özgürlüklerin toplumumuza bol geldiği idi. Evren, Darbe’den bir ay sonra 14 Ekim 1980’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: "O Anayasa dediğimiz elbise bize bol geldi. İçinde oynamağa başladık. Düzeltilmedi. Birçok açık kapılar vardır Anayasanın içerisinde. Anayasanın içerisindeki açık kapılar, o kötü niyetlere fırsat veren, her türlü melanete fırsat veren o açık kapılar kapatılmadığı için 12 Mart’a geldik. 12 Mart’ta düzeltilmeğe çalışıldı. Ama Maalesef o kapılar gerekli ölçüde kapatılamadı, gene açık kaldı.”
Evren’in özgürlüklere genel yaklaşımını yansıtan bu konuşma 1961 Anayasası’nda getirilen özgürlüklerin ciddi biçimde kısıtlanacağının haberini veriyordu.
Evren’in bu amacına ulaşması mümkündü, çünkü diğer dört kuvvet komutanı ile birlikte emir ve komuta zinciri içinde bir Darbe yapılmıştı ve her şey onların kontrolü altındaydı.
1980 Darbesini yapan bu beş kişilik kadro, halka güvenmemek yönünden 1961’de tasfiye edilen radikal gruba benzetilebilir. Bu yönden 1960 ile 1980 arasındaki fark, 1980’de radikalleri tasfiye edecek ılımlı bir grubun bulunmamasıydı.
Sadece Darbe sonrasını yöneten bu grupların eğilimine bakarak bile 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ve 1982 Anayasası’nın otoriter olmasını öngörmek mümkündü.Ama bu öngörüyü destekleyen başka bileşenleri ortaya koymak burada savunulan tezi güçlendirecektir.
1982 Anayasasını hazırlayacak Kurucu Meclis için bu tür bir kaygı duyulmamıştı. Kurucu Meclis, Milli Güvenlik Konseyi (MGK) ile Danışma Meclisi’nden (DM) oluşmaktaydı. Kurucu Meclis’in en güçlü kanadı olan MGK’nin genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarından oluşan sadece beş üyesi vardı.
İki
Her iki dönemde de Anayasa yapmak üzere birer Kurucu Meclis oluşturuldu. Ancak bu Kurucu Meclisler hem oluşumları hem de alt kanatların birbirleriyle ilişkileri bakımından birbirlerinden önemli ölçüde farklıydılar.
1961 Anayasası’nı hazırlayan Kurucu Meclis MBK ile Temsilciler Meclisi’nden (TM) oluşuyordu.Kurucu Meclisin, o günlerin moda deyimiyle “zinde kuvvetleri” biraraya getiren bir “seçkinler meclisi” olması tasarlanmış ve Anayasanın demokratik yönünü güçlendirmek için Kurucu Meclisin kabul edeceği Anayasanın halkoyu ile onaylanmasından sonra kesinleşeceği kararlaştırılmıştı.
38 üyeli MBK’nın 14 radikal üyesinin tasfiyesiyle geriye Başkan dışında 23 ılımlı üye kalmıştı.158 sayılı Temsilciler Meclisi Seçimi Kanunu Temsilciler Meclisinin yapı ve işleyişine ilişkin ayrıntılı kurallar koymuştu. Temsilciler Meclisi 272 üyeden oluşmaktaydı.Temsilciler Meclisinin “temsil” niteliğini yaygınlaştırmak için ne mümkünse yapılmıştı. Temsilciler Meclisinin 10 üyesi Devlet Başkanı tarafından, 18 üyesi MBK tarafından atanmıştı. MBK tarafından kurulan Bakanlar Kurulu üyeleri kurulun doğal üyeleriydi. İki siyasal partiye Kurucu Mecliste yer verilmişti. Toplam 75 üyeliğin 49’u CHP’ye ve 25’i CKMP’ye verilmişti. Bu dönemde kapatılmış DP’ye Kurucu Mecliste yer verilmemesi Anayasanın tartışmalı hale gelmesine yol açmış ve sonraki dönemlerdeki kutuplaşmaların önemli kaynaklarından biri olmuştu.
Temsilciler Meclisinin toplumsal kesimleri yansıtması için barolar, basın, esnaf teşekkülleri, gençlik, işçi sendikaları, odalar, öğretmen teşekkülleri, eski muharipler birliği, tarım, üniversite ve yargı temsilcilerine yer verilmişti. Her bir grup farklı sayıda temsilciyle Meclis’te yer alacaktı. Örneğin yargı 12, basın 12, odalar 10, barolar 6 üyeyle temsil edilecekti. Mecliste ayrıca illerden seçilecek 75 temsilci bulunacaktı. Böylece 272 üyenin değişik kesimlerden gelmesine özen gösterilmiş ve toplumun Mecliste dengeli bir temsilinin sağlanması amaçlanmıştı.
1982 Anayasasını hazırlayacak Kurucu Meclis için bu tür bir kaygı duyulmamıştı. Kurucu Meclis, Milli Güvenlik Konseyi (MGK) ile Danışma Meclisi’nden (DM) oluşmaktaydı.
Kurucu Meclis’in en güçlü kanadı olan Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarından oluşan sadece beş üyesi vardı.
DM, MGK tarafından her ilin tespit ve teklif ettiği adaylar arasından seçilen 120 üye ile doğrudan seçilen 40 üye olmak üzere 160 üyeden oluşmaktaydı(m. 3). DM’ye üye olmak için “(a) Türk vatandaşı olmak, (b) Otuz yaşını bitirmiş bulunmak, (c) Yükseköğrenim yapmış olmak, (d) Kısıtlı veya kamu hizmetlerinden yasaklı olmamak, (e) Muvazzaf askerlik hizmetini yapmış olmak veya yapmış sayılmak veya yükümlü bulunmamak, (f) Ağır hapis cezası veya taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hapis cezası almamış yahut zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlardan herhangi birinden hüküm giymemiş olmak, (g) 11 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi partinin üyesi olmamak” gerekmekteydi. MGK tarafından seçilecek üyeler için öğrenim şartı aranmamaktaydı (m. 4). Kanuna göre illerde başvurular valiliklere yapılıyor ve valiler yaptıkları inceleme sonunda sicilleri sorunsuz görünen ve koşulları taşıyan üç adayı MGK’ya bildiriyorlardı. Doğrudan MGK’ya yapılacak adaylık başvuruları MGK Genel Sekreterliğine yapılıyordu. MGK illerden 120 ve doğrudan 40 olmak üzere toplam 160 üyeyi atayacaktı.
Temsilciler Meclisine 272 üyeden sadece 28’i (%10) Devlet Başkanı ve MBK tarafından seçilirken, burada DM’nin bütün üyeleri MGK tarafından seçilmektedir. Temsilciler Meclisinin önemli sayıda üyesi mesleklere ve kurumlara göre dengeli biçimde dağılan bir yelpazeden seçilirken ve bu yüzden çoğulcu bir yapı öngörülmüşken, burada bu tür bir dağılıma yer verilmemiş bütün inisiyatif valilikler ile MGK’ya bırakılmıştır. Temsilciler Meclisinde lise mezunu olmak yeterliyken burada MGK tarafından doğrudan seçilecek olanlar dışında yükseköğrenim mezunu olma şartı getirilmişti.Görüldüğü gibi 1980’de kurulan Kurucu Meclis’in temsili ve dolayısıyla demokratik bir yönü bulunmamaktaydı. MGK’nın sıkı bir denetiminden sonra uygun görülen “uysal ve söz dinleyen” yurttaşlar Danışma Meclisi’ne üye atanmaktaydı. Temsil niteliği bulunmayan bu Meclisin belirgin niteliği “danışılacak” bir organ olmasıydı. Bir başka anlatımla MGK karar verirken DM’ye danışacak ya da DM’nin görüşünü alacaktı.
Özetlemek gerekirse, anayasa yapacak kurulların yapısı incelendiğinde 1960 döneminde 1980 dönemiyle karşılaştırılamayacak düzeyde demokratik ve temsili bir yapı tasarlandığı anlaşılmaktadır.
Bu meclislerin özgürlük ve otorite anlayışlarının farklı olması doğal olacağından, 1961 Anayasası’nın neden özgürlükçü, 1982 Anayasası’nın neden otoriter olduğunu anlamak kolaylaşmaktadır.
Üç
1961 Anayasasını yapan Kurucu Meclis ile 1982 Anayasasını yapan Kurucu Meclis arasındaki üçüncü önemli fark, Kurucu Meclisleri oluşturan kanatlar arasındaki ilişkilerin farklılığıdır. 1961 Anayasasını yapan Kurucu Mecliste tasarı TM’de hazırlandı ve TM genel kurulunda görüşüldükten sonra MBK’ya gönderildi. Bundan sonra her iki kanat arasında uzlaşmazlık olması halinde son karar TM ile MBK’nın birleşik toplantısında veriliyordu ve bu kurulda kararlar 2/3 çoğunlukla verilmekteydi. TM üyelerinin sayısı, birleşik toplantıdaki 2/3 çoğunluğun üstünde olduğundan, MBK TM’nin kararlarına uymak zorunda kalmaktaydı.1980 darbesi sonrası kurulan Kurucu Meclise ilişkin kanunda ise şu hüküm bulunmaktaydı:“1. Danışma Meclisinin, Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Genel Kurulca kabul edilen Anayasa metni, Milli Güvenlik Konseyince aynen veya değiştirilerek kabul edilir ve Resmî Gazete ile yayımlanır.
- Milli Güvenlik Konseyince kabul edilen Anayasa, Halkoyuna Sunuluş Kanunu hükümlerine göre, halkoylamasına sunulur.
- Halkoylaması sonucu kabul edilen Anayasa kesinleşir.” (m. 26)
Dolayısıyla burada DM tarafından hazırlanan ve kabul edilen metin üzerinde son sözü söyleme yetkisinde ağırlığın DM’ye verilmesi şöyle dursun, DM’ye MGK’nın kararlarına itiraz etme hakkı bile tanınmamıştı. DM, kendisini seçen MGK’nın bir tür danışma organı niteliğindeydi; kararlarının hiçbir bağlayıcılığı yoktu. Kurullar arasında bir işbirliği yerine ancak bir görevlendirmeden söz edilebilirdi: DM, MGK tarafından bir ön çalışma yapmak üzere görevlendirilmiş bir danışma organı idi.
Özetlemek gerekirse 1960 döneminde kurucu meclis, sivil siyasetçiler tarafından karar verilmesi gereken siyasal partiler kanununa dokunmazken, 1980 döneminde Kurucu Meclis’e siyasal partiler kanunu hazırlama görevi verilmiştir. Üstelik bu Mecliste siyasal parti temsilcisi de bulunmamaktadır.
Dört
1960 döneminde kurucu meclise siyasal partiler kanununu hazırlama görevi verilmemişti. Üstelik bu dönemde DP dışındaki siyasal partilere anayasa yapım çalışmalarına katılma hakkı verilmişti. DP’nin bulunmayışı dolayısıyla eksik de olsa siyasal partilerin katılımına yer verilmiş olması, bu Meclisin bir siyasal partiler kanunu yapabilmesinin önünde bir engel bulunmadığını göstermektedir. Buna rağmen siyasal partiler kanununun demokratik bir seçimden sonra oluşacak Meclisin yetkisine bırakılması, Meclisin demokrasi konusundaki hassasiyetini yansıtmaktadır.
1980 döneminde ise Kurucu Meclisin görevleri, “(a) Yeni Anayasa'yı ve Anayasa'nın Halkoyuna Sunuluş Kanununu hazırlamak; (b) Halkoyuna sunulan ve Milletçe kabul edilince kesinleşerek, geçici hükümlerine göre yürürlüğe girecek olan Anayasa'nın ilkelerine uygun Siyasi Partiler Kanununu hazırlamak; (c) Yeni Anayasanın ve Siyasi Partiler Kanununun hükümlerini göz önünde tutarak Seçim Kanununu hazırlamak; (d) Milli Güvenlik Konseyince kararlaştırılacak tarihte yapılacak genel seçimlerle Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup fiilen göreve başlayıncaya kadar, kanun koyma, değiştirme ve kaldırma suretiyle yasama görevlerini yerine getirmek” şeklinde tanımlanmıştı. Oysa 1980 DM’si içinde, 1960 TM’sinden farklı olarak siyasal parti temsilcilerine yer verilmemişti. Bu da siyasal partiler hakkında partisizlerden oluşan bir seçkinler grubunun karar vermesi anlamına gelmekteydi. Günümüzde de siyasal partilerin demokratik bir işleyişe sahip olamamalarının temelinde yürürlükteki siyasal partiler kanunun bulunduğu düşünülürse, siyasal partiler kanununun bu dönemde hazırlanmasının sakıncaları daha iyi anlaşılabilir.
Özetlemek gerekirse 1960 döneminde kurucu meclis, sivil siyasetçiler tarafından karar verilmesi gereken siyasal partiler kanununa dokunmazken, 1980 döneminde Kurucu Meclis’e siyasal partiler kanunu hazırlama görevi verilmiştir. Üstelik bu Mecliste siyasal parti temsilcisi de bulunmamaktadır.Bu durum iki Kurucu Meclisin demokratik sivil yönetim anlayışları hakkında bir ipucu vermektedir.
Anayasa önerisinin referandumda reddedilmesi olasılığı dâhil olmak üzere 29 Ekim 1961’de seçilmiş yeni meclis görevi devralmak zorundaydı. Özetle askeri yönetimin anayasayı yapma süresi 1 yıl ve her halükârda görevde kalma süresi yaklaşık bir buçuk yılla sınırlanmıştı. İster anayasa yapılsın ister yapılamasın; ister anayasa referandumda kabul ister reddedilsin, siyasal iktidar en geç bir buçuk yıl içinde sivillere devredilecekti.
Beş
1961 darbesinde Kurucu Meclise yeni bir anayasa hazırlaması için süre verilmiş ve yeni seçimlerin yapılacağı zamana bir sınırlama getirilmişti. 1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis’in anayasayı 27 Mayıs’ın birinci yıldönümüne kadar hazırlaması öngörülmüş ve sürenin en fazla 15 gün uzatılmasına olanak tanınmıştı. Bu sürede anayasa tamamlanmazsa genel seçime gidilerek yeni bir TM oluşturulacaktı. Ancak her durumda yeni Meclisin seçilmesine ilişkin bir üst sınır öngörülmüştü. Anayasa önerisinin referandumda reddedilmesi olasılığı dâhil olmak üzere 29 Ekim 1961’de seçilmiş yeni meclis görevi devralmak zorundaydı.
Özetle askeri yönetimin anayasayı yapma süresi 1 yıl ve her halükârda görevde kalma süresi yaklaşık bir buçuk yılla sınırlanmıştı. İster anayasa yapılsın ister yapılamasın; ister anayasa referandumda kabul ister reddedilsin, siyasal iktidar en geç bir buçuk yıl içinde sivillere devredilecekti.
Oysa 1980 darbesinden sonra ne anayasanın kabulü ne de yönetimin sivillere devri için bir süre öngörülmemişti. 1980 darbesi süre konusunda birçok yönden belirsizlik içermekteydi. Darbenin lideri Evren ilk gün yaptığı radyo-televizyon konuşmasında “yeni bir hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için” yasama ve yürütme yetkilerinin MGK tarafından kullanılacağını açıklamaktaydı. 29.06.1981 tarihli ve 2845 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunun başlangıç bölümü şöyleydi:“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı ve bağımsızlığı,… ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak demokratik laik hukuk devletinin kurulması için gereken hukuki düzenlemelerle Anayasayı, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını yapmak ve varlığı, genel seçimlerle kurulacak Türkiye Büyük Millet Meclisi fiilen göreve başlayınca sona ermek üzere Kurucu Meclis kurulması kararlaştırılmıştır”.
Burada Kurucu Meclis için herhangi bir süre sınırı öngörülmediği görülmektedir. Bu konuda sadece Konsey Başkanının 31 Aralık 1981 tarihinde verilen ve gerçekleşen yeni yıl mesajında ipuçları bulunmaktadır. Mesaja göre DM anayasayı 1982 yaz sonuna kadar bitirerek MGK’ya sunabilirse Anayasa 1982 Kasım ayı sonuna kadar halkoyuna sunulabilecektir. Bu konuşmada seçimlerin 1983 yılında yapılması öngörülmektedir. Dolayısıyla bu dönemde süreler konusunda belirsizlik içeren askeri yönetim dönemi 3 yıl kadar sürmüştü ve bu süre 1961 askeri darbesi süresi sırasında belirlenmiş olan sürenin iki katıydı. Bu sonuç 1960 darbesini yapanların sivil yönetime geçme konusunda, 1982 darbesini yapanlara göre çok daha istekli ve kararlı olduklarını göstermektedir. Aslında askeri yönetimin daha uzun süre devam etmesini isteyen aşırı kanat ondörtlerin tasfiyesi bu konuda ciddi bir mücadele verildiğinin kanıtıdır.
Her iki anayasanın da referanduma sunulması zorunlu kılınmış olmakla birlikte, referandum sonucunun olumsuz olması durumunda ne olacağı konusunda iki düzenleme arasında ciddi bir farklılık bulunmaktaydı.
Altı
Her iki anayasanın da referanduma sunulması zorunlu kılınmış olmakla birlikte, referandum sonucunun olumsuz olması durumunda ne olacağı konusunda iki düzenleme arasında ciddi bir farklılık bulunmaktaydı. 1961’de kabul edilen öneride referandum sonucunun olumsuz olması durumunda yeni bir TM seçiminin yapılacağı ve genel seçimle gelen bu Meclisin hazırlayacağı metnin referanduma sunulmadan yürürlüğe sokulacağı öngörülmüştü. Bu durumda dahi askeri yönetimin 29 Ekim 1961 tarihini geçmemek üzere yönetimi sivillere devretmesi zorunlu kılınmıştı.
Oysa 1982 Anayasasında bu tür bir hüküm bulunmamaktaydı ve referandumda ret kararından sonra ne yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm konmamıştı. Doktrinde, böyle bir durumda kanunda açıklık bulunmadığından “askeri rejimin anayasasız sürüp gideceği(nin) söylenebileceği” belirtilmekteydi. Aslında bu tespit toplumsal olarak büyük bir tepkiyle karşılanan 12 Eylül Rejimi tarafından hazırlanan Anayasa’nın % 91 gibi ezici bir oranla kabul edilmesinin önemli nedenlerinden birisi olabilir: Anayasanın reddi halinde toplumun cezalandırılması düşüncesine dayanan baskı dozu artırılmış ve süresi uzatılmış bir askeri yönetim korkusu, içeriğinden bağımsız olarak sivil yönetime geçilmesini sağlamak için anayasanın desteklenmiş olmasının, tek değilse bile, önemli nedenlerinden biri olabilir.
Yedi
Halkoyuna sunulma süreci yönünden iki anayasa arasında önemli bir fark vardı. Anayasaların demokratik yönünü güçlendirmek için referanduma sunulmaları öngörülmüştü, ancak 1982 Anayasasının halkoyuna sunulması referandumdan çok “plebisiter”[2] oylamanın bütün özelliklerini taşımaktaydı. 1961 Anayasası döneminde Seçim Kanununun anayasa konusunda propagandanın serbest olduğunu öngörmesine rağmen, fiili kısıtlamalar nedeniyle, AP, anayasaya karşıtlığını “oylarınız hayırlı olsun, hayırda hayır vardır” sloganıyla sürdürmüştü. Oysa 1982 Anayasasının hem yapımı son derece anti-demokratik bir yöntemle gerçekleşmişti, hem de halkoyuna sunulma süreci sorunluydu. 23 Ekim 1981 tarihinde açılan DM, 23 Kasım 1981’de bir anayasa komisyonu seçmiş ve 17 Temmuz 1982 tarihinde hazırladığı taslağı DM genel kuruluna sunmuştu.
Tasarı genel kurulda 23 Eylül 1982 tarihinde oylanmış ve 17 üyenin katılmadığı oylamada 120 kabul, 7 ret, 12 çekimser oyla kabul edilmişti. Bundan bir gün sonra 24.09.1982 tarihli ve 2707 sayılı Anayasanın Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun çıkarılmış ve halkoylamasının 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılması öngörülmüştü (m. 2). Bundan sonra MGK, DM metni üzerinde istediği değişiklikleri yaptıktan ve metne geçici maddeler ekledikten sonra metni 2709 sayılı kanun olarak kabul etmiş ve 18 Ekim 1982 tarihinde yayınlamıştı. 2707 sayılı Kanun, 26.4.1961 gün ve 298 sayılı Kanunun propaganda serbestliğine ilişkin hükümlerinin uygulanmasını yasaklamaktaydı. Anayasa metninin Resmî Gazetede yayımlanmasını takip eden günden 24 Ekim 1982 günü saat 18.00'e kadar geçen bir aylık sürede, MGK’nın 5 Ağustos 1982 gün ve 70 sayılı Kararı hükümleri çerçevesi içerisinde Anayasanın açıklanması ve tanıtılması serbest olacak ve 25 Ekim 1982 tarihinden itibaren Anayasanın çeşitli vasıta ve yollarla halka tanıtılması ve açıklanmasına ilişkin esaslar MGK tarafından belirlenip ve düzenlenecekti.
24 Ekim 1982 tarihine kadar uygulanacak 70 sayılı karar gereğince “feshedilmiş siyasi partiler ve …siyasi faaliyette bulunmaları yasak olan kamu tüzel kişileri ve dernekler ile bir bağlantı kurmamak ve kişisel ilişkisini belirtmemek kaydiyle basın mensupları dahil tüm vatandaşlar, Anayasa taslağı üzerindeki kişisel düşünce ve önerilerini sözlü veya yazılı olarak açıklayabilecekler; “Yüksek yargı organları, Sayıştay, Yüksek Öğretim Kurulu ve Üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kurum ve kuruluşları, basın kuruluşları, faaliyetleri yasaklanmamış olan sendika federasyonları ve konfederasyonları ile bilimsel amaçlı dernek ve özel statülü kuruluşlar yeni Anayasa taslağı üzerindeki düşünce ve önerilerini ya doğrudan veyahut tertipleyecekleri akademik ve bilimsel nitelikteki toplantılar, seminer ve konferanslar yolu ile ve ancak bu kurum ve kuruluşların tüzel kişiliğine ait olmak kaydiyle sözlü veya yazılı olarak açıklayabilecekler; “Anayasa üzerinde görüş ve önerilerin …açıklanmasında münhasıran Anayasa taslağının geliştirilmesi maksadı içinde kalınacak, Anayasa'nın halk oylamasında, halkın vereceği reyin nasıl olması gerekeceği hususunda etki yapacak herhangi bir telkinde bulunulmayacak ve yasaların suç saydığı diğer haller dikkate alınacaktı”.
Yasaklara uymayanlar hakkında ceza kanunlarında öngörülen cezaların yanında ayrıca Sıkıyönetim Kanununun 16. maddesi gereğince işlem yapılacaktı. 25 Ekim 1982 tarihinden sonra yeni anayasanın tanımına ilişkin olarak uygulanacak kurallar 21 Ekim 1982 tarihinde 71 sayılı MGK Kararı olarak yayınlandı. Bildirinin başlangıcında şu açıklamaya yer verilmişti:“Danışma Meclisi”nce hazırlanan yeni Anayasa Tasarısı; Danışma Meclisi Genel Kurulunda görüşülmeye başlandığı 4 Ağustos 1982 tarihinden bu yana, Ülkemizin ve Milletimizin güven, huzur ve refah içinde yücelmesine imkan verecek şekilde geliştirilip, mükemmelleştirilmesi maksadı ile vatandaşlarımız, basın, yüksek yargı organları ile üniversiteler, sendikalar, bunların üst kuruluşları ve dernekler tarafından çok geni ölçüde serbest ve demokratik biçimde eleştirilmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar tarafından belirtilen görüş ve öneriler ile yapılan eleştiriler Millî Güvenlik Konseyince sürekli olarak izlenmiş ve kendi çalışmalarında göz önünde bulundurulmuştur.”Bildiride “24 Ekim 1982 ile 5 Kasım 1982 tarihleri arasında Radyo - Televizyonda ve bazı illerimizi ziyaretleri sırasında Devlet Başkanının yapacağı konuşmalarla yerine getirilece”ği belirtilmekteydi.
Bildirideki şu kural anayasa taslağının tartışılmasını kesin biçimde yasaklamaktaydı:“Parlamenter demokratik rejime sağlıklı ve güvenli bir biçimde süratle geçebilmeyi sağlamak amacı ile düzenlenmiş olan Anayasanın geçici maddeleri ile Devlet Başkanının Radyo - Televizyonda ve yurt gezilerinde yapacakları Anayasayı tanıtma konuşmaları hiçbir surette eleştirilemez ve bunlara karşı yazılı veya sözlü herhangi bir beyanda bulunulamaz.”
Her iki anayasanın yapılması sırasında karşıt görüşte olanların düşüncelerini açıklamalarına sınırlamalar getirilmişse de, bu sınırlamaların 1961 Anayasası döneminde fiili sınırlamalar, 1982 Anayasasında ise açıkça ilan edilmiş ve yaptırıma bağlanmış sınırlamalar olduğunu söylemek gerekir.
1982 Anayasası’nın yapımı sırasında emir komuta zinciri son derece belirgindir. Darbenin tartışılmaz lideri Evren özgürlükler aleyhine yaptığı açıklamalarla bilinmektedir. Siyasal iktidarın demokratik bir yönetime devredilmesine ilişkin takvim belirsiz olduğu gibi, askeri yönetim sivil dönemde geçerli olacak kurallar üzerinde de etkili olma kararlılığındadır.
Sekiz
1982 Anayasasına ilişkin halkoylamasına katılımın düşük kalabileceği endişesiyle oylamaya katılmak zorunlu tutulmuştu. 2707 sayılı Kanuna göre “oy verme kütüğünde ve sandık listesinde kaydı ve oy kullanma yeterliği bulunduğu halde hukukî veya fiilî herhangi bir mazereti olmaksızın halkoylamasına katılmayanlar, Anayasanın halkoylamasını takip eden beş yıl içinde yapılacak genel ve ara seçimleri ile mahallî seçimlere ve diğer halkoylamalarına katılamazlar, seçimlerde aday olamazlar”dı.
Özetlemek gerekirse, 1982 Anayasasının temel hak ve özgürlükler bakımından 1961 Anayasasına göre daha geri bir anayasa olmasına ve özgürlük-otorite dengesini otorite lehine bozmuş olmasına rağmen % 91’in üzerinde bir çoğunlukla kabul edilmesinin nedenleri arasında uygulanan propaganda ve eleştiri yasağı, anayasanın referandumda kabul edilmemesi halinde askeri yönetimin sona erip ermeyeceğine ilişkin belirsizlikler ve oylamaya katılmama halinde uygulanacak yaptırımların bulunduğu söylenebilir.1961 Anayasasının yapımı sırasında
- Demokratik seçimler yoluyla iktidarı sivil yönetime devretme konusundaki isteklilik çok belirgindir.
- Anayasa yapım sürecinde geniş bir toplumsal katılıma ve uzlaşmaya büyük önem verilmiş ve son sözü söyleme yetkisi bir temsil yeteneği olan TM’ye verilmişti.
1982 Anayasası’nın yapımı sırasında emir komuta zinciri son derece belirgindir. Darbenin tartışılmaz lideri Evren özgürlükler aleyhine yaptığı açıklamalarla bilinmektedir. Siyasal iktidarın demokratik bir yönetime devredilmesine ilişkin takvim belirsiz olduğu gibi, askeri yönetim sivil dönemde geçerli olacak kurallar üzerinde de etkili olma kararlılığındadır.
Sağduyulu bir okuyucu anayasa yapım süreçleri arasındaki bu farklara bakarak 1961 Anayasasının neden özgürlükçü, 1982 Anayasasının neden otoriter olduğunu anlayabilir.
Buradaki çözümleme bilimsel bir çözümlemedir ve bu çözümlemenin diğer anayasa değişikliklerine uygulanması mümkündür.
Anayasa yapım sürecindeki eğilimler anayasaların demokratik ya da otoriter yönde biçimlenmesi üzerinde etkili olmaktadır.
Bundan sonraki yazılarda 1971 ve 1973; 1995 ve 2001; 2007, 2010 ve 2017 Anayasa değişikliklerine ilişkin benzer bir çözümleme yapılacaktır: Önce dönemin ve aktörlerin genel eğilimi ortaya konacak ve ardından bu eğilimin anayasa değişikliğine doğrudan yansıdığı gösterilecektir.Bu incelemelerden sonra günümüzde yapılacak anayasa değişikliklerinin yönü hakkında bilimsel bir saptama yapmak mümkün olacaktır.
-----
[1] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014); Hikmet Özdemir, "Siyasal Tarih (1960-1980)," Yakınçağ Türkiye Tarihi, ed. Bülent Tanör, Korkut Boratav, ve Sina Akşin (İstanbul: Milliyet Kitaplığı, 1989); Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, cilt. III,(İstanbul: Evrim Matbaacılık, 1983); Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş (Ankara: İmge Kitabevi, 2011); Erdoğan Teziç, (2013). Anayasa Hukuku. Beta Yayınları.
[2]Plebisit, tıpkı referandum gibi bir halk oylamasıdır. Ancak iki mekanizma da halk oylaması olduğundan çoğu kez bunları birbirinden ayırmak güçtür. Siyasal iktidarlar kimi zaman plebisit yaptıkları halde, plebisitin çağrıştırdığı olumsuz anlamlardan kaçınmak için referandum yaptıklarını iddia edebilmektedirler ve bu da durumu tartışmalı hale getirmektedir. Genel olarak referandum plebisiter bir hal aldığında demokrasi için tehlikeli bir hale geldiği söylenebilir. Referandum demokratik bir halkoylaması olduğu halde plebisit özü itibariyle demokratik olmayıp sadece görünüşü itibariyle demokratiktir. Genellikle diktatörlerin, otoriter yöneticilerin ve demagogların kendi meşruiyetlerini sağlama ya da güçlendirme amacıyla kullandıkları bir silahtır. Seçime katılanlar demokratik bir illüzyona tabi tutulurlar. Oylamalarda katılanlar üzerinde açık ya da örtülü baskılar bulunmakta, ancak bu baskılar görünmez kılınmaya çalışılmaktadır. Elde edilmek istenen sonuç önceden belirlenmiştir ve seçmenlere bu sonuçlar baskı ve manipülasyonla benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bu baskı ve manipülasyona demokratik referandum zırhı giydirildiğinde ortaya plebisit çıkar.
Yorum Yazın