Yükseköğrenimde ihtiyaç duyulan bu dönüşümün temelinde içerik değil proje bazlı eğitimin yattığını düşünüyorum. Genel olarak hem K12 sisteminde hem de üniversitelerde kitle eğitim modelinden, tematik ve aynı zamanda öğrencilerin bilgi ve yetkinliklerini somut bir bağlam içerisinden kullanabilecekleri bir modele geçilmesi gerekmektedir. Bunun için de bir anda büyük bir dönüşüm yapmak yerine, pilot projeler üzerinden ilerlenip "iyi örneklerin" kurum ve sektör içerisinde yayılması planlanabilir.
Yükseköğrenim ile ilgili süregelen tüm tartışmaların içerisinde, Türkiye'deki üniversite sistemi çok temel bir sorunla karşı karşıyadır: Türkiye'de üniversite diplomasının maddi ve manevi değeri azalmaktadır. Bu genel trende karşı dünyadaki üniversiteler son yıllarda belli bir dönüşüm içine girmişler, araştırma ve eğitim modellerini bugünün dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde değiştirmeye başlamışlardır. Bu sürecin Türkiye'de de yansımaları olmuş, üniversitelerin kendi kurumsal kültürlerini daha yaratıcı ve inovatif hale getirmeleri ve dış paydaş ilişkilerini güçlendirmeleri gerektiği fikri giderek önem kazanmıştır. Bu açıdan Türkiye'deki üniversitelerin böyle bir dönüşüm kapsamında attıkları olumlu adımlar vardır. Ayrıca, bu adımları kurumsal bir heyecan ve sistematikle atan üniversiteler kendilerini ayrıştırmaya başlamışlardır. Bu dönüşümü uygulayabilen ve uygulayamayan üniversiteler arasındaki farkın önümüzdeki yıllarda giderek daha da fazla açılacağını düşünüyorum.
Dünyanın ihtiyaçlarına cevap vermek, üniversitenin tüm eğitim ve araştırma stratejisinin tamamen ekonomik gereksinimler tarafından şekillendirilmesi demek değildir. Örneğin, eğitim müfredatının tamamen iş dünyasının ihtiyaçlarına göre belirlenmesi, üniversiteleri sadece şirketler için eleman yetiştiren kurumlar haline getirecektir. Bu da elbette bir üniversitenin çok boyutlu sorumluluk alanının daralıp, tek boyuta inmesi sonucunu doğuracaktır. Bu sebepten ötürü, bu sürecin planlanması ve yönetiminde "paydaşlık" yaklaşımı üniversiteler için önem arz etmektedir. Üniversitelerin ekonomik ve teknolojik dönüşümlerin yarattığı ihtiyaçları takip edip, iş dünyası ile bir paydaş perspektifi içinde hem eğitim hem de araştırma alanlarında işbirliklerine gitmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, üniversitelerden bunu yaparken ekonomiyi ve toplumu dönüştürücü, aktif rollerini terk etmemeleri ve bununla birlikte medeni bir insan yetiştirmenin diğer unsurlarını da geri plana atmamaları beklenmelidir.
Konuya öğrencileri profesyonel kariyerlerine hazırlamak boyutundan bakıldığında da, üniversite eğitimi yine teknik/mesleki bir eğitimin ötesinde algılamalıdır. İş gücü piyasaları alanında yapılan çalışmalar bir üniversite mezununun başarılı bir kariyer oluşturmasında teknik bilgilerinin ötesinde "kritik düşünebilme, problem çözme, yaratıcı fikir ve perspektif ortaya koyabilme" gibi yetkinliklerinin ön plana çıktığını göstermektedir. Bu yetkinliklerin salt bir mesleki eğitim bağlamında kazanılması mümkün değildir. Üniversite eğitimi bu açıdan çok daha bütüncül ve bir insanı çok boyutlu bir şekilde hayata hazırlamayı hedefleyen bir eğitim modeli sunmalıdır.
Yükseköğrenimde ihtiyaç duyulan bu dönüşümün temelinde içerik değil proje bazlı eğitimin yattığını düşünüyorum. Genel olarak hem K12 sisteminde hem de üniversitelerde kitle eğitim modelinden, tematik ve aynı zamanda öğrencilerin bilgi ve yetkinliklerini somut bir bağlam içerisinden kullanabilecekleri bir modele geçilmesi gerekmektedir. Bunun için de bir anda büyük bir dönüşüm yapmak yerine, pilot projeler üzerinden ilerlenip "iyi örneklerin" kurum ve sektör içerisinde yayılması planlanabilir. Böyle bir kurgu ve perspektif hem K12 hem de yükseköğrenim sistemi içerisinde uygulanabilir.
Bu açıdan, K12'de belli başlı alanlar ve temaların seçilerek, ilgili derslerin içeriklerinin mümkün olduğunca proje bazlı bir hale getirilmesi önemli olacaktır. Benzer bir şekilde, yükseköğrenimde de bölümlerde kurulacak araştırma laboratuvarları üzerinden sadece lisansüstü değil, lisans öğrencilerinin de uygulama ve araştırma bazlı bir perspektifle tanışmaları sağlanmalıdır. Yukarıda bahsettiğim gibi, Türkiye'de proje bazlı uygulamalar son dönemde üniversitelerde ve özellikle K12 sisteminde artmaya başlamıştır. Bunu kendi içinde olumlu bir gelişme olarak değerlendirmekle birlikte, üniversitelerin içerik bazlı eğitim modelinden proje bazlı modele geçişte K12 okullarının gerisinde kaldığını düşünüyorum.
21. yüzyıldaki okul kavramının bir içeriği öğrenciye aktaran bir yer olarak değil, öğrencinin bilgi birikimini kullanarak ve gerekirse öğretmenin mentorluğunda geliştirerek, bu bilgiyi somut problemlerin anlaşılmasında ve çözümünde kullandığı bir yer olarak dönüşmesi gerekmektedir.
Üniversitelerin tematik uzmanlaşma ve farklılaşmaları hem akademik hem de ekonomik/yönetimsel açılardan önem arz etmektedir. Yukarıda kısaca bahsettiğim gibi, öğrenme sürecinin somut bir bağlam içinde gerçekleşmesi 20. yüzyıl kitle eğitim modelinin "içerik aktarımı" boyutunun ötesine geçerek, öğrenmenin uygulama ve "anlam" boyutunu güçlendirmektedir. Bu açıdan eğitim kurumlarının bugün ve yarının dünyasını şekillendirecek ana temalara referansla, bu temalar altında kendi güçlü taraflarını kullanabilecekleri alanları belirlemeleri önemli bir strateji olacaktır. 21. yüzyıldaki okul kavramının bir içeriği öğrenciye aktaran bir yer olarak değil, öğrencinin bilgi birikimini kullanarak ve gerekirse öğretmenin mentorluğunda geliştirerek, bu bilgiyi somut problemlerin anlaşılmasında ve çözümünde kullandığı bir yer olarak dönüşmesi gerekmektedir. Böyle bir perspektif içerisinde, üniversite kavramı de toplumun yaratıcı beyinlerinin üretken bir ilişki içerisinde bir araya geldikleri bir "platform" olarak şekillenmelidir. Böyle bir yapıda, akademisyenlerle birlikte hem lisans hem de lisansüstü öğrenciler ve hatta tüm dış paydaşlar bu platformun değerli unsurları olarak rol oynayacaklardır.
Tematik, proje bazlı eğitimin bu akademik faydalarıyla birlikte okullar ve üniversiteler için iktisadi açısından da bazı avantajlar sunması beklenmelidir. Türkiye'de üniversite eğitimi büyük oranda birbirinden pek farkı olmayan bir model içerisinde ilerlemektedir. Başka bir ifadeyle, X üniversitesinin A bölümünde verdiği eğitim ile Y üniversitesinin aynı bölümde verdiği eğitim arasındaki farklar içerik ve yaklaşım açısından büyük değildir. Burada elbette kendi verdiği dersleri farklılaştırmaya çalışan öğretim üyelerinin yarattıkları değer iyi örnek oluşturmaları açısından çok önemlidir. Fakat yükseköğrenimdeki derslerin uygulanış biçimleri hala ne yazık ki büyük oranda 20. yüzyıl kitle eğitim modeli içerisinde ilerlemektedir. Eğitim kurumlarının tarihi ve sahip oldukları prestij, eğitim içeriğinden ayrı olarak farklılaştırıcı unsurlar olarak düşünülebilir. Bu belli bir ölçüde doğrudur. Fakat özellikle teknolojik ve ekonomik dönüşümler akademik kurumların bu prestij ve itibar bazlı farklılaşmalarının da önemini azaltmaktadır. Bunun en somut örneğini özellikle teknoloji sektöründeki yetkinlik bazlı iş ilanlarında görüyoruz.
İktisadi açıdan, eğitim ve araştırmadaki bu standartlaşma ve hatta belki tekdüzelik iktisat teorisinde yer alan "fiyat rekabeti" modeli içerisinde ayrı bir boyut kazanmaktadır. Ticari firmalar açısından, böyle bir rekabet içerisinde fiyatın birim maliyete kadar düşmesini engellemenin temel yolu "farklılaşmadan" geçmektedir. Başka bir ifadeyle, kendini benzer rakipler içerisinde bir fiyat rekabeti içinde bulan firma, müşterilerine birim maliyet üzeri bir "premium" fiyat ödemeleri için bir neden sunmak zorundadır. Örneğin, olumlu marka algısı sebebiyle kendine nispeten sadık bir müşteri kitlesi oluşturabilen firma, böyle bir rekabet içerisinde bir fiyatlama gücüne sahip olur ve fiyatlarını yüksek tutabilir. Rekabetin güçlü olduğu piyasalarda marka algısını yönetmenin, dolayısıyla reklam ve iletişim sektörünün önemi buradan kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan, uzun vadeli başarı için doğru ve efektif iletişimin dayandığı unsurların hakiki ve güven verici olması gerekmektedir.
İktisadi perspektiften, özellikle vakıf üniversitelerinin böyle bir farklılaşmaya ihtiyaç duyduklarını düşünüyorum. Üniversitelerin eğitim ve araştırmada belirli konular üzerine uzmanlaşmaları hem kaynak yönetimi açısından avantajlar sağlayacaktır hem de vakıf üniversitelerine içinde bulundukları fiyat rekabeti sürecinde farklılaşabilecekleri bir boyut sunacaktır. Üniversitedeki bir bölümün ilgili alandaki tüm konular üzerine bir uzmanlık geliştirmesi mümkün değildir. Bu sebeple, belirli bir strateji içerisinde uzmanlık geliştirilecek alan ve temaların ortaya konup, hem araştırmada hem de eğitimde bu konuların ağırlık kazandığı bir model kurgulanmalıdır. Böyle bir model içerisinde, açılacak dersler ve bölümün istihdam politikası yine bu stratejiye referansla yürütülmelidir. Burada önemli olan nokta, bir üniversitenin kendi güçlü taraflarına referansla öğrencilere eğitim ve araştırma açısından fark yaratacak unsurları sunmasıdır. Bu unsurlar o alana ilgi duyan lisans ve lisansüstü öğrenci adaylarına bu üniversiteyi tercih etmeleri için önemli bir sebep sunacaktır. YÖK'ün son dönemde üniversiteler için altını çizdiği uzmanlaşma yaklaşımı böyle bir perspektifle uyum içerisindedir.
Heybeye Atılacaklar
* Üniversiteler bir taraftan teknoloji ve yenilik üreten yerler olmakla birlikte, aynı zamanda kurumsal dönüşüm açısından ataletin yüksek olduğu yapılardır.
* Yükseköğrenim kurumlarının temel teknolojik ve ekonomik dinamiklere uyum sağlamakta yaşadığı zorluklar, bugün üniversite diplomasının maddi ve manevi değerini olumsuz etkilemektedir.
* Bu uyum süreci üniversitenin bir meslek edindirme kurumu olarak kurgulandığı bir yapıda değil, fakat tüm dış paydaşlarla ortaklık içerisinde ve öğrencilerin çok boyutlu gelişimini merkeze alan bir perspektifte ilerlemelidir.
* Vakıf üniversiteleri için Türkiye'de kontenjan enflasyonunun yarattığı fiyat rekabeti içerisinde var olabilmenin önemli bir yolu, kendi güçlü taraflarına referansla oluşturacakları bir farklılaşma stratejisinden geçmektedir.
* Böyle bir strateji, "üniversitenin finansal sürdürülebilirliğini güçlendirecek, akademik çıktıların niteliğini arttıracak ve burs mekanizmasını gerçekten başarıyı ödüllendiren ve ihtiyaç bazlı bir yapıya kavuşturacaktır."
* Prof. Dr., Işık Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Dekanı
Yorum Yazın