Yerel seçimlerim öncesinde hem medya olarak, hem gazeteciler olarak hem de toplumsal olarak bir "gerçeklik erozyonu" yaşamaktayız. Bunun da sebebi aslında her kesimden siyasi partilerin, adayların ve siyasi kişiliklerin içine düştükleri dejenere durumdur.Yerel seçimlere bir hafta kaldı; tüm siyasi partiler ve adaylar artık son düzlükte kazanabilmek için ellerinden gelen her tülü yola başvuruyorlar. Medya, basın mecraları ve sosyal medya elbette en önemli propaganda ve rıza üretimi alanı durumunda. Medya üzerinden yürütülen yoğun bir algı yönetimi süreci var.Türkiye'de artık demokratik işlevlerini yerine getiren bir medyadan söz etmek mümkün değil. Bu coğrafyada medyanın her zaman sorunları vardı ancak son 22 yıllık AKP devr-i iktidarında medya üzerinde çeşitli alanlarda yapılan siyasal ve sermaye mühendisliğiyle birlikte neredeyse tüm medya iktidarın kontrolüne girmiş durumda. Sosyal medya mecraları ise yalan haberin, dezenformasyonun, çarpıtmanın, nefret söyleminin ve misenformasyonun kol gezdiği alanlar haline gelmiş durumda.
Prof. Dr. Haluk Şahin: Türkiye’de merkez medya diye bir şey kalmadı. Gazetelerin çoğu partilerin halkla ilişkiler bültenleri olarak okunabilir. Televizyon tartışma programları kabak tadı verdi. Sosyal medya daha çok dezenformasyon güvercini olarak kullanılıyor.
ŞAHİN: MERKEZ MEDYA KALMADI, GAZETELERİN ÇOĞU PARTİ BÜLTENİ
Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim üyesi, değerli hocam Emeritus Prof. Dr. Haluk Şahin'e durumu sorduğumda şu yanıtı veriyor:"Türkiye’de artık merkez medya diye bir şey kalmadı. Merkezi etik meslek sözleşmesi de kalmadı. Gazetelerin çoğu partilerin halkla ilişkiler bültenleri olarak okunabilir. Televizyon tartışma programları kabak tadı verdi. İnsanlar aynı suratları seyretmekten usandı. Sosyal medya daha çok dezenformasyon güvercini olarak kullanılıyor. Orada başlatılan tartışma diğer mecralara sıçratılıyor. Yani, kirli bir ekoloji egemen iletişim alanına. “Yankı odaları” çarpışıyor. İş , sonunda, seçmene rüşvet vermeye ya da vadetmeye dayanıyor. Şu kadar emekli zammı, bu kadar bedava seyahat!"Yani; ortada ciddi bir basın meslek etik ihlali var. Oysaki demokrasi kuramında medyaya tüm odakları denetleyeci bir dördüncü güç misyonu yüklenmiştir. Bu da ancak gazetecilerin ve medya kuruluşlarının tüm taraflara karşı "mesafeli" olmasıyla mümkün olabilir. Bugün Türkiye'de kendini iktidara yakın olarak konumlandıran gazetecilerin ve medya organlarının "yandaşlığa" kaydığını ve kendini muhalif olarak konumlandıranların ise "aktivizme" kaydığını görüyoruz. Oysaki ne yandaşlık ne de aktivizm bir gazetecinin mesleki tanımında bulunmaz, bulunamaz.Prof. Dr. Murat Özgen: Biri yandaş olmuş diğeri aktivist. Demek ki tarafsız objektif yayın kuralı uygulanmamış ya da dikkate alınmıyor. Zaten böylesi ortamlarda, ilke kural vs. den ziyade günlük çıkarlar daha çok önem kazanıyor.
ÖZGEN: BİRİ YANDAŞ, DİĞERİ AKTİVİST
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Genel Gazetecilik Anabilim Dalı Başkanı, kıymetli hocam Prof. Dr. Murat Özgen'e konuyu sorduğumda, "Biri yandaş olmuş diğeri aktivist. Demek ki tarafsız objektif yayın kuralı uygulanmamış ya da dikkate alınmıyor. Zaten böylesi ortamlarda, ilke kural vs. den ziyade günlük çıkarlar daha çok önem kazanıyor." diyor. Sonrasında ise yerel seçim-yerel basın ilişkisi bağlamında şu tespitleri yapıyor:"Yerel basın tüm ülkede tek bir potada değerlendirilemez. Ancak bir bölgedeki yerel basının tutumu yayınları değerlendirilebilir, bunun için de takip gerekir. Ancak yerel basın genel olarak söylemek gerekirse belediye, valilik, üniversite, emniyet ve bölgenin iş insanları ile dirsek teması içinde olmak durumunda ve zorundadır. Elbette yerel siyasetçilerle de. Tabi bu da bazı sapma demesek de eksen kaymalarına ve yakınlaşmalara yol açan bir durumdur. Buna ben yerel basın-pentagon ilişkisi diyorum tabi bu pentagon bizim yerel pentagonumuz."Gazetecilik mesleğinin en önemli ilkelerinin başında teyit-double check olgusu gelir. Ancak yerel seçim sürecinde bazı gazetecilerin ve medya kuruluşlarının çeşitli güç odaklarının etkisinde kalarak yalan haber ve gerçeğe aykırı olguları dolaşıma sokarak kamuoyunu yanılttığına şahit oluyoruz. Prof. Dr. Haluk Şahin, bu duruma dair şu görüşü ileri sürüyor:"20.Yüzyılda son biçimini almış olan medya etiği anlayışına artık kimse kulak asmıyor. Çünkü artık merkez medya zayıf, ihlal halinde uygulanacak gerçek yaptırımlar yok, üzerinde anlaşmaya varılmış bir misyon felsefesi yok. Troller iletişimici sayılıyor, herkes bildiğini okuyor ve yazıyor. Arada çok doğru şeyler yapanlar var, ama tam tersi de bol bol var. İletişim anti/iletişime karşı. Bir gürültüdür gidiyor. İşte “hakikat sonrası toplum” fenomenini mümkün kılan o gürültüdür. Arada, ne yazık ki, demokrasi de gürültüye gitmektedir. Son kampanyada da belirginleşti. İdeolojiler törpülendiğinden herkes birbirine benzer şeyler söylemekte. Medya da bunun aracı durumunda."Prof.Dr. Murat Özgen ise yalan haber yayma konusuna örnekler ile bakmak ve nesnel olmak gerektiğini söyleyerek şu ifadeleri kaydediyor:"Varsa böylesi bir durum elbette uygun değildir. Ancak basın ya da daha geniş ölçekte medya, genel eğilimin tam da paralelinde olacak biçimde kendi çıkarlarını gözetir hale gelmiş görünüyor. Eskinin kamu hizmeti yayıncılığı, sorumlu objektif gazeteciliği bu durumda bir ütopik yaklaşımdan öteye geçemez ve uygulanamaz halde."Prof. Dr. Haluk Şahin: Dijital medyanın dürüst haberciliğin emrinde nasıl fevkalade demokratik bir şekilde uygulanacağının iyi bir örneğini merak edenlere Bozcaada’nın seçim kampanyasına bakmalarını tavsiye ederim.
ŞAHİN: DÜRÜST HABERCİLİK İÇİN BOZCAADA KAMPANYASI ÖRNEK
Aslında medya ve özellikle sosyal medya mecraları eğer doğru bir şekilde kullanılırsa demokrasiye hizmet edebilir. Prof.Dr. Haluk Şahin, kendisinin de yaşadığı Boczaada'dan bir örnek vererek şunları söylüyor:"Dijital medyanın dürüst haberciliğin emrinde nasıl fevkalade demokratik bir şekilde uygulanacağının iyi bir örneğini merak edenlere Bozcaada’nın seçim kampanyasına bakmalarını tavsiye ederim. Adaylar nasıl adil bir biçimde tanıtılır, taraflara eşit zaman nasıl sağlanır, konular nasıl kişiler üzerinde değil sorunlar üzerinde odaklanır, söylem düzeyi nasıl yüksek tutulur? Kampanya boyunca adalı gazeteciler Mustafa Dermanlı ve Serkan İlik Istanbul medyasına ders verdiler. Çünkü gazetecilik yapmak istiyorlardı."Sosyal medyada her gördüğünü gerçek gibi algılayan büyük bir kitle mevcut. Sorgulamayan, her söylenene inanan, her gördüğünü gerçek zanneden, yüzergezer bir kitlenin varlığı da sözünü ettiğiniz “bombardımana” maruz kalmamıza yol açıyor. Kısacası “kavgada yumruk sayılmıyor” ve ayağa gelen fırsat da kaçırılmıyor medya tarafından.
Yorum Yazın