Yüzüncü yılın siyasi eliti tuhaf bir elit! Sanki "yerel seçimler" yalnızca "yerel seçimmiş" gibi varsaymayı yeğliyor. Üstelik de çarpıklığın bini bir parayken! Alın bir tanesini!: Bir Cumhurbaşkanı, yani "cumhur"un, yani "halk"ın başkanı, kendi partisinin belediye başkanlarının seçilmesi için yapılan mitinglere "devletin", yani "halkın vergileriyle alınmış" uçaklarla ve yüzlerce otomobille desteklemeye gidiyor.Türkiye toplumu ne demokrasiyi, ne kapitalizmi, ne de moderniteyi anlamış bir toplum gibi durmuyor. Kuruluşta "kurucu babalar" kozmopolit bir imparatorluk olarak Osmanlı yerine adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir ulus-devlet kurmaya kalktıklarında var olan sermayenin de kozmopolit olduğunu gördüler. Onlara önceleri ilişmediler. Aksine birlikte yürüdüler. Mesela 1929’da çok sayıda şirkette yönetim kurulu üyeliği yapan kişiler arasında o dönemin devlet ve işadamları arasında Mahmut Celal Bayar, Edip Servet bey, İsmail Hakkı Bey, Sarıcazade Şakir Bey, Necmettin Molla, Reşit Saffet, Mahmut Soydan, Mehmet Münir, Salih Cimcoz, Aynizade Hasan Tahsin Bey, Hasan Ali Bey gibi isimler en öndeydi. Kimlerle mi yönetim kurulu üyeliği yapmışlardı? Yazalım: A.Biliotti, A.Piyos, E.Salem, P. Motet, Norberto Schorr, Ernest Weyl, Brazzofolli gibi Avrupalı şirket sahibi ve yöneticileriyle. Bu insanlar ülkedeki birçok şirketin yönetim kurulunda birlikte çalışmışlardı. Ta 1936’lara kadar. Sonrası malum. Faşizmin rüzgarları buralara kadar gelince bu şirketlere ya el konuldu, ya da satın alındı ve bu dönem böylece bitti.Bunlara neden mi girdim?Çünkü bu ülkenin sorunlarının neler olduğu ve nasıl çözülmesi gerektiği gibi konularda toplum olarak kafa yormamışız da ondan. Bizim dışımızdaki etkilerin estirdiği rüzgarlarla sağa sola savrulup durmuşuz. Üstelik bu yalnızca devlet erkanını değil özel sektör sermayemizi bile ilgilendirmemiş. Varsa yoksa kendi çıkarlarının peşinde koşmak tek şiarları olmuş. Gerçekten de altı yüz yıllık imparatorluğun varisleri de ilk günlerde yabancı sermayeyle iç içe geçmiş ama bir toplu iğneye dahi muhtaç olma durumundan kurtaramamıştı ülkeyi. Yüz yıl geçti. Durumun görece olarak değiştiği de pek söylenemez.
Şimdi "yerel" bir seçime gidiyoruz. İnsan bu seçim yarışını gözlerken hala tarihten ders almadığımızı görüp üzülüyor. Hala seçim alanlarında atılan abuk sabuk sloganlara ve "O ne verirse ben iki katını vereceğim" mantığıyla ilan edilen projelere bakınca bunu anlıyor.
PEKİ AMA ŞİMDİ NEREDEYİZ?
Şimdi "yerel" bir seçime gidiyoruz. İnsan bu seçim yarışını gözlerken hala tarihten ders almadığımızı görüp üzülüyor. Hala seçim alanlarında atılan abuk sabuk sloganlara ve "O ne verirse ben iki katını vereceğim" mantığıyla ilan edilen projelere bakınca bunu anlıyor. Demokrasi mi? Hani ne derler "Bu pilav daha çok su kaldırır!" diye işte öyle bence. Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi denilen sistemin en önemli özelliği kararları merkezileştirmesidir. Sistemi yönetmek için zorunlu olan 50+1 ise bir yandan "tek adam" üreten bir yandan da farklı siyasi partiler arasında "ittifaklar" kurmayı zorlayan bir sistemdir. Peki 2018’den bu yana uygulaması nasıl oldu? "Bir" adam zaten vardı o şimdi "tek" adam oldu. Bütün kararlar ona bağlandı. Peki ya ittifaklara ne oldu? Onlar da oldu. Bir yandan Cumhur İttifakı, bir yandan Millet İttifakı, bir yandan da Emek ve Özgürlük İttifakı kuruldu. Altılı masa kuruldu, masadan kalkıldı, tekrar oturuldu, gizli protokoller yapıldı derken 14 Mayıs’da seçim kaybedildi ve sonunda muhalefet ittifakları yerle yeksan oldu!Geldik "Yerel Seçime"! Yüzüncü yılın siyasi eliti tuhaf bir elit! Sanki "yerel seçimler" yalnızca "yerel seçimmiş" gibi varsaymayı yeğliyor. Üstelik de çarpıklığın bini bir parayken! Alın bir tanesini!: Bir Cumhurbaşkanı, yani "cumhur"un, yani "halk"ın başkanı, kendi partisinin belediye başkanlarının seçilmesi için yapılan mitinglere "devletin", yani "halkın vergileriyle alınmış" uçaklarla ve yüzlerce otomobille desteklemeye gidiyor. Bir de bu ülkede "özgür" ve "serbest" seçimler olduğunu söylüyor. Siz buna şaşırmıyor musunuz? (Hele hele bu "asrın lideri" aynı zamanda bir "Müslüman"! Peki böyle bir adaletsizlik Müslümanlığa sığar mı? Bu tuhaflığı açıklayabilecek bir Müslüman varsa lütfen yazımı okuduktan sonra sosyal medyada bana bir cevap yazarsa çok mutlu olacağım).Belli ki "yerel seçim" kavramı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte değişmiş. Orada da "ittifaklar" gerekiyor. Ama ne gezer! Gerçekten de insan üzülüyor da sokaklarda bir takım insanlar kaç oy alacakları bilinmez ama seçileyemecekleri gün gibi ortada olduğu halde koşturup duruyorlar.
Yorum Yazın