Görünen o ki, Saraçhane’den başlayarak ülke geneline yayılan itiraz hareketinin daha çok katılımcıları olan ve büyük çoğunluğu 2000 sonrası doğumlu olup AKP Hükümetleri dışında bir yönetim görmeyen gençlik, “diploma” öznesinde gelecek ve özgürlük sorgusunda. İtirazın temelinde ideolojiden öte yaşam sıkışmışlığının olması farklı siyasal düşüncelerdeki gençlerin bir araya gelebilmesini sağlamış durumda.
Önceki yazılarımızda, Merkezi İdarenin Yerel ile yetki paylaşımı açısından merkez lehine ağır bir vesayetin olduğundan bahisle, merkezi idare adına “imzanın iktidarı” fonksiyonuna sahip olan bürokrasinin, hiyerarşi mekanizmasını kullanarak hayatın neredeyse her alanına müdahale ettiğini örneklerle anlatmaya çalışmıştık. Yerel Yönetimlerin en etkili örgütlenmesi, yerindeliğin sesi-soluğu olan belediyelerin yerel temsil yetkisinin, sandık sonuçlarının açıklandığı andan itibaren budanmaya başladığını son beş yılda görme dozumuz artmışken, 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra daha da ağırlaştırılmış bir vesayet ile yeniden karşıkarşıyayız.
Hatırlarsak:
31 Mart sonrası kayyım atanan ilk belediye Haziran 2024'te Hakkari oldu. DEM Partili Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış görevden uzaklaştırıldı, yerine kayyım olarak atandı.
30 Ekim 2024'te de İstanbul'da Esenyurt Belediyesi'nin CHP'li Başkanı Ahmet Özer, "PKK/KCK terör örgütünün mensup ve faaliyetlerinin tespit edilmesine yönelik yürütülen soruşturmalar kapsamında" gözaltına alındı, görevden alınarak yerine kayyım atandı.
4 Kasım 2024'te Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük ve Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan görevden alınarak yerlerine kayyım atandı.
22 Kasım 2024'te DEM Parti'li Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve CHP'li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı.
29 Kasım 2024'te Van Bahçesaray Belediyesi Başkanı Ayvaz Hazır görevinden uzaklaştırıldı ve yerine kayyım atandı.
13 Ocak 2025'te Mersin'in Akdeniz ilçesinin DEM Partili Belediye Eş Başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan tutuklandı, yerlerine Zeyit Şener kayyım olarak atandı.
Yine 13 Ocak 2025’te Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat gözaltına alınarak, 17 Ocak tarihinde, "suç örgütüne üye olma", "ihaleye fesat karıştırma" ve "haksız mal edinme" suçlamalarıyla tutuklandı. Yerine Beşiktaş Belediye Meclisinden BaşkanVekili seçildi.
29 Ocak'ta DEM Parti'li Siirt Belediyesi Eş Başkanı Sofya Alağaş, gazetecilik yaptığı dönemde hakkında "örgüt üyesi olmak" suçlamasıyla açılan dava nedeniyle kendisine verilen 6 yıl 3 ay hapis cezasının ardından görevden alındı ve Siirt Valisi kayyım atandı.
11 Şubat'ta Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan, "terör örgütüne yardım etmek" ve "basın yoluyla terör örgütü propagandası yapmak" iddiasıyla yargılandığı davada 3 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Ardından görevden alındı ve yerine kayyım atandı.
24 Şubat'ta Kars'ın Kağızman Belediye Başkanı Mehmet Alkan'ın "örgütü üyeliği" suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı ve yerine kayyım atandı
27 Şubat'ta İstanbul'da Beykoz Belediyesi'ne düzenlenen operasyonla CHP'li Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler'in de aralarında bulunduğu 13 kişi, "ihaleye fesat karıştırma" şüphesiyle gözaltına alındıktan sonra tutuklandı. Yerine Meclisten Başkan Vekili seçildi.
Yapılan İBB operasyonuyla İBB ve Beylikdüzü’ne Meclisten Başkan Vekili seçilirken, “kent uzlaşısı” tanımını “terör”e bağlayarak Şişli’ye kayyım atandı. 2019 yerel seçimleri sonrası ve son bir yıldır, daha çok “ terör ile iltisaklı” denilerek veya “terör” mahkumiyeti verilerek kayyım atanırken, şimdilerde “mali yolsuzluk” denilerek, yerele müdahale mahkeme marifetinden savcılık soruşturmasına çekilmiş durumda.
Bu arada Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) şirketlere kayyım olarak atanmasına ilişkin düzenleme torba yasaya eklenerek kanunlaştı. Düzenleme kapsamında TMSF, suç gelirini aklayan veya terör ile iltisaklı şirketlere 5 yıl süreyle kayyım olarak atayabilecek.
Düzenlemeye göre TMSF’nin kayyım olarak atanması durumunda, şirketlerin genel kurul yetkileri Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın TMSF tarafından kullanılacak. Şirketler, TMSF’nin atadığı yöneticiler tarafından ticari kurallara uygun şekilde yönetilecek. Gerekli görülmesi halinde şirketlerin satışı veya tasfiyesine karar verilebilecek ve bu süreçte azınlık hissedarlarının rızası aranmayacak.
Neden bu düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yapılan operasyonla açıklık kazandı. Ekrem İmamoğlu’nun aile şirketinin bütün mal varlığına el konuldu. Devamla, bu soruşturma kapsamında İBB ile irtibatlı oldukları gerekçesiyle 12 şirkete de aynı gerekçe ile el konuldu. Torba yasanın çıkış tarihi 4 Şubat, İBB operasyonu ise 19 Mart. Karar önceden alınarak mevzuatı hazırlanmış.
Yapılan İBB operasyonuyla İBB ve Beylikdüzü’ne Meclisten Başkan Vekili seçilirken, “kent uzlaşısı” tanımını “terör”e bağlayarak Şişli’ye kayyım atandı. 2019 yerel seçimleri sonrası ve son bir yıldır, daha çok “ terör ile iltisaklı” denilerek veya “terör” mahkumiyeti verilerek kayyım atanırken, şimdilerde “mali yolsuzluk” denilerek, yerele müdahale mahkeme marifetinden savcılık soruşturmasına çekilmiş durumda. Artık mahkeme kararına ihtiyaç duyulmaksızın kolluk gücü müdahalesi ve savcılık soruşturmaları ile belediye başkanları, meclis üyeleri ve bürokratlar da gözaltına alınıp tutuklanabilecekler. Yalnızca özel bir istisnaya, trajikomik bir görüntüye de değinmeden geçmemek gerekiyor: 4 Kasım 2024'te Devlet tarafından Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk görevden alınıp yerine kayyım atanırken, aynı devlet aynı Ahmet Türk’ü İmralı Heyeti’nde akil adam olarak kabul ediyordu. Ne demeli?
Bu uzun özetin nedeni, merkezi idarenin, idari ve mali vesayetinin yanında “mali yolsuzluk ve terör” söylemiyle kolluk gücü, savcılık ve mahkeme marifeti ile hukuk adına “siyasi tutuklama” yapılması, Merkezin ağır vesayetinin normalleştirilme girişimi … derken…yeniden kent hakkı adına şiddetli bir toplumsal itiraz geldi.
Şimdiye kadar görevden alma ve kayyımlara yapılan itirazların bir süre sonra sönümlenmesine alışılmışken Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yapılan operasyona olan itiraz, Gezi sonrası en kitlesel özgürlük ve hak mücadelesine dönüştü. Yani, şimdiye kadar İdare Hukuku kavramı olarak “vesayet”i merkezin sopası olarak sıradanlaştırma yaklaşımı “siyasi tutuklama” gerçekliğinin kitlesel itiraza çarpması ile yeni bir boyuta taşındı. Diploma iptali ve tutuklama, kişisel gelişimlerinin önünün kapanmasını istemeyen özellikle gençlerin, iş-ev sarmalında sıkışan kadın ve erkeklerin, yerelin sağladığı ulaşım, kreş ve kent lokantasının iptal edilme olasılığından tedirgin olanları Saraçhane’ye sürükledi. Kent kimin sorusu, Gezi sonrası bir kere daha ve daha yüksek ve örgütlü sesle sorgulanmay abaşlayınca itiraz toplumsallaşarak kent hakkı katılıma evrimleşti. Bir kez daha Kent Hakkı, yaşam kalitesinin daha iyi olmasını talep edenlerin, gelecek hayallerinin adı olarak cisimleşti. Ve Saraçhane’ye gidenler bir kez daha içinde yaşadığımız kentin kime veya kimlere ait olduğunu sorarak, yalnızca ve basitçe diplomanın iptal edilme riski olmadan daha iyi yaşam talebini dile getirdiler. Saraçhane katılımcılarının bileşeninde, İstanbul Üniversitesi dinamosu ile üniversite gençliğinin ve hatta hatırı sayılır liseli gençliğin olması, gençliğin siyasal parti olarak CHP’yi de etkileyip, Saraçhane’nin ikinci ve üçüncü gününden itibaren Özgür Özel söylemlerinin de biçimlenmesine yol açtı.
Şimdiye kadar, vesayetin sınırları, merkez ve yerel arasındaki yetki paylaşımı anayasalardan başlayarak yasa ve yönetmeliklerle çiziliyordu. Yasa yapıcı Merkezi Otorite, bu hakkı kendinde tutarak, adına “idari ve mali özerklik” dese de, yerelin elinin ayağını bağlayan ve kültürel kodlarımızda “merkezi idarenin doğal hakkı, yetkisi ve müdahalesi” olarak işlenmiş olan vesayetin yeni sınırları ve yerelin yetki genişliği, kitlesel itirazın sönümlenmesi yerine kalıcı ve kurumsallaşmasına bağlı.
Belediyeler üzerindeki vesayet kavramı şimdi yeni bir yol ayrımında. Merkezin vesayetini sıradanlaştırma uygulamaları, yüzbinlerin Saraçhane ve Türkiye’nin her yerindeki itirazına çarptı. Merkezi İdare ve Yerel arasındaki yetki paylaşımı, kitlesel itiraz ve örgütlülüğün kendini kabul ettirebilmesine bağlı olarak yeni bir dengeye, yerindenliğin kendini ifade edebileceği bir sürece evrimleşme aşamasında. Şüphesiz, alınan tüm tedbirlere rağmen ekonominin devam eden bunalımı, çalışanların gelir kaybının yanında gıda, ulaşım, kira vb. temel ihtiyaçların karşılanmasındaki zorluklar, işsizliğin yaygınlaşması, yurtdışına gidişler ve de en önemlisi “yarına umut” azaldı derken Belediye Başkanlarına yapılan tutuklama ve kayyıma itiraz vesayete sarsıcı bir etki yapacaktır. Şüphesiz Gezi’den farklı olarak, kitlesel itirazın CHP’nin çatısı altında örgütlenmesi ve itirazın ötesinde, özgürlük taleplerinin sergilenecek kararlılıkla umutların gerçekliğe dönüşebilme olasılığı muktedir merkezin yeni açmazı veya karabasanıdır.
Şimdiye kadar, vesayetin sınırları, merkez ve yerel arasındaki yetki paylaşımı anayasalardan başlayarak yasa ve yönetmeliklerle çiziliyordu. Yasa yapıcı Merkezi Otorite, bu hakkı kendinde tutarak, adına “idari ve mali özerklik” dese de, yerelin elinin ayağını bağlayan vekültürel kodlarımızda “merkezi idarenin doğal hakkı, yetkisi ve müdahalesi” olarak işlenmiş olan vesayetin yeni sınırları ve yerelin yetki genişliği, kitlesel itirazın sönümlenmesi yerine kalıcı ve kurumsallaşmasına bağlı. Her ne kadar merkezi otorite, 12 Eylül sonrası en ağır vesayet hamlesini yaparak diploma iptali, İBB Operasyonu ve Ekrem İmamoğlu tutuklaması ile otoriterliğini muhkem hale getirmek istese de “evinde kahve fincanını kaldırmayan gençlik ülkeyi ayağa kaldırdı”. Şimdi yalnızca demokrasi yol ayrımında değil, merkez-yerel yetki paylaşımında “yerinden yönetim” de çok partili temsili demokrasi gösterisinin son sahnesinde. Hatırlarsak, 5393 sayılı Belediye Kanununun 3. Maddesinde yer alan:
“belediye; belde sakinlerinin yerel ortak nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” dir açıklamasını ya ciddiye alacağız,ya da artık yerel yönetim seçimlerine de ihtiyaç kalmayacak.
Görünen o ki, Saraçhane’den başlayarak ülke geneline yayılan itiraz hareketinin daha çok katılımcıları olan ve büyük çoğunluğu 2000 sonrası doğumlu olup AKP Hükümetleri dışında bir yönetim görmeyen gençlik, “diploma” öznesinde gelecek ve özgürlük sorgusunda. İtirazın temelinde ideolojiden öte yaşam sıkışmışlığının olması farklı siyasal düşüncelerdeki gençlerin bir araya gelebilmesini sağlamış durumda. Merkezi İdarenin İBB ve Ekrem İmamoğlu özelinde başlayan müdahalesi, yerelin boyutlarını aşarak hızla toplumsallaşıp ülkeye yayılan itirazı hesaplayamadığı gibi, itirazın saraçhane sonrası “ boykot” çıkışında da bir anlamda seyirci kaldı. Merkezi İdarenin sarsılan muktedirliği, yalnızca özgürlük alanının genişlemesini değil merkez-yerel yetki paylaşım sınırlarının da yeniden tartışılması fırsatını hem muktedirlere hem de itiraz edenlere sunmakta. Ağırlaştırılmış yeniden vesayet güçlü bir yeniden itirazı tetikledi.
Örgütlü ve hedefli itirazın sürekliliği, umarız ve dileriz ki muktedirlerin alacağı ders ve itiraz edenlerin sesini dinlemesi, yaşam sıkışıklığının özgürlük alanına evrilmesine yol açar.

Yorum Yazın