Yakıtı bitiren iktidarın kendisi oldu. Hatta siyasî yakıtını o kadar tüketti ki merkez sağ gelenek ve belki de iktidarın içinde eriyen uç sağ, uzunca bir dönem yeni söylem geliştirmekte zorlanacaktır.
3 Kasım 2002 tarihini takip eden günlerdeki gazete sayfalarını şöyle bir çevirirseniz, AKP’nin geniş bir toplumsal kesimin desteğiyle iktidara geldiğini görebilirsiniz. Türkiye’nin içinde boğulduğu ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklara karşı tek başına iktidar koltuğuna oturan AKP’nin, bir umut ışığı doğurduğuna tanıklık edebilirsiniz. Yönetemeyen iktidarların, sonu gelmeyen ve bir yere çıkmayan politik kavgaların panzehriydi adeta AKP.
Türkiye’nin üstünde yanan “ampul” ülkemiz için yeni bir şansı simgelediği üzerinde duruluyordu. Sistem karşıtı oyların “Ak’ıntıya kapıldığı” yazılıyordu.Öyle ki Siyasal İslamcı bir politik hattın ağır bastığı iktidar partisini liberaller, sol liberaller, muhafazakârlar, demokratlar, batıcılar, sosyal demokratlar, görece ve bir ölçüde etnik milliyetçiler açıktan destekliyordu. Bahsi geçen siyasî çizgilerin birbirleriyle zıt kutupları temsil etmesi de cabası!Peki, böylesine geniş tabanlı mutabakat zeminin ve kamuoyunun olumlu beklentilerinin arkasında yatan neydi?
Aslında yeni iktidarın, Türkiye’nin artık “kangrene” dönüşen pek çok sorununa iyi veya kötü bir çözüm önerisi sunmasından başka bir şey değildi. Yüksek enflasyon, istikrarsızlık, yolsuzluk, çeteleşmeler, vesayet, hukuk, sağlık, ulaşım ve daha çok sayıda madde sıralanabilir. Bunların yanında Avrupa Birliği, Kıbrıs düğümü ve Kürt meselesi gibi ciddi meseleler vardı kuşkusuz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi politik kamplar arasındaki kültürel çatışma ekseninde de taraf tutuyordu.
İktidar partisi, Türkiye’nin uzun erimli sorunlarına karşı ürettiği çözümlerle geniş tabanlı bir ittifakı sağlayabilmişti. Bu mücerret ittifakın mottosuysa; Türkiye’nin tarihinde görülmemiş derecede ileri bir demokrasiyle buluşacağı ümidiydi. Ufukta görünen ama günümüzde dahi bir türlü gel(e)meyen demokrasi treni, söz konusu ittifakı birbirine çimentoluyordu.
Türkiye için bulunmaz bir fırsat penceresi açtığı yazılıp çizilen yeni iktidarın çantası doluydu sizin anlayacağınız. Tüm sorunları giderip “Türkiye’yi demokrasi trenine bindiriyoruz” şiarıyla kendisini uzun yıllar taşıyacak bir siyasal yakıta sahip olmuştu. O yakıt kimi zaman zulme uğrayan dindarlar olmuştu, kimi zaman Kürt sorunu olmuştu, kimi zaman da demokrasi krizleri olmuştu.
Merkez sağdaki partiler, radikal sağın siyasî stratejilerinin farkındadır kuşkusuz. Ancak görmezden gelir. Bilmiyormuş gibi yapar. Bunun temel nedeni merkez sağ siyasetin düşünsel, politik ve ideolojik manada uç sağdan gıdalanmasıdır.
Çoğunlukla soyut tartışmalar etrafında biçimlenen sorunlar, arada bir form değiştirdi. Arada sırada bu sorunlar gerekçe gösterilerek yeni ittifak denklemleri kuruldu. Birbiriyle zıt kutuplar bir araya getirildi. Böylece siyasî iktidar, elindeki yakıtı tüketse de yeniden ikmal durakları üreterek ömrünü uzatmayı başardı. Ancak gelinen noktada tekrar siyasal yakıt ikmali yapabileceği bir durak da kalmadı.
Kalmadı diyorum, çünkü daha önce de bu platformda altını çizdiğim gibi kuruluş felsefesini, kendi paradigmasını ve üstünde yükseldiği taşıyıcı kolonlarını yitirmiş bir siyasî tabakayla karşı karşıyayız. Başlıca politik demirbaşlarını kaybetmiş ve yerine yenilerini koyma imkânı olmayan bir siyasal çizgi var önümüzde.
Bu iddiamın gerekçeleri var elbette.
Bir kere Türkiye, Demokrat Parti’yi de içine katarsak, kabaca 1950’lerden beri ağırlıkla merkez sağ iktidarlar tarafından yönetiliyor. Türk demokrasisinde merkez sağın, uç sağla girdiği ilişkiye binaen birbirini kendi içinde eritmeye ve hatta mümkünse kendi rengine boyamaya çalışan bir strateji görüyoruz.
Türk sağının milliyetçilik, mukaddesatçılık ve Siyasal İslamcılık gibi radikal çehreleri, merkez sağı kendi şalına bürümeye çalışır. Çünkü merkez sağın kolay ve rahat manevra üretebilen esnek yapısına gıptayla bakarlar. Merkez sağın, siyasal manevra kabiliyeti sayesinde her daim iktidar koltuğuna oturmayı başardığını bilirler. Şayet merkez sağın, uç sağ gibi köşeleri olursa hem kendilerine iktidar yolu açılmış olur, hem de özlemini duydukları Türkiye idealizmine ulaşabilirler. Zihniyet dünyaları böyle çalışır en azından.
Merkez sağdaki partiler, radikal sağın siyasî stratejilerinin farkındadır kuşkusuz. Ancak görmezden gelir. Bilmiyormuş gibi yapar. Bunun temel nedeni merkez sağ siyasetin düşünsel, politik ve ideolojik manada uç sağdan gıdalanmasıdır. Merkez sağ partiler, hareket alanlarını kısıtlamamak adına siyaseten fazla tefekkür etmez. Siyasal bakımdan düşünce üretme yoluna gitmez. Öncelik her zaman nokta atışı politik hamleler yapmaktır.
Nasıl olsa merkez sağın yerine siyaset veya ideoloji üreten bir uç sağ vardır. Uç sağ, bu işi merkez sağ için gönüllü olarak yapar. Ama merkez sağı tahkim ettiğinin farkında değildir. Onlar, ulvi amaçlar doğrultusunda çerçevesi kalın hatlarla örülü bir ideoloji ortaya koyduğunu düşünür.
Merkez sağ partiler, kenarlarda konuşlanan uç sağdan yankılanan politik seslerinin önce katılığını giderir. Milletin önemli bir kısmına seslenecek şekle getirir. Böylece elinde uç sağdan türeyen ve hiç bitmeyeceğini sandığı bir politik yakıt olur.
Türkiye’de merkez sağ gelenek, uç sağdan aldığı politikaları rafine bir biçime sokarak kullanırken mevcut iktidar bundan mahrum kaldı. …Bu politikalarla toplumu ağır şekilde tahrik etmek dışında bir yere varacağını sanmıyorum.
Ta ki AKP’ye kadar…
AKP’ye kadar diyorum, çünkü mevcut iktidar siyaset arenasındaki potansiyel rakiplerini kendi içinde eriterek yoluna devam etti hep. Potansiyel rakiplerini kuşkusuz mücavirindeki siyasî partilerdi. Has Parti’den tutun da Demokrat Parti’ye kadar sayısız örneğini sıralayabilirim. En son da malum MHP sayılabilir.
İktidar partisi, önünde duran politik rakiplerini kendi içine katarak arkasından yürümesini sağladı. Ama bunu yaparken siyaset yelpazesinin sağdaki katı versiyonlarını “tıraşlayarak” merkeze taşımış oldu. Uç sağdan yankılanan sesleri kesti. Siyaseten kendisini besleyen damarları, kendi eliyle kesip attı.
Yakıtı bitiren de bu oldu.
Siyasetin ağırlık noktasını merkezde kurduğu için kendisine yakıt sağlayacak istasyonları kaybetti. Yeni bir siyaset ortaya koyamamasının en önemli sebebi budur.
Türkiye’de merkez sağ gelenek, uç sağdan aldığı politikaları rafine bir biçime sokarak kullanırken mevcut iktidar bundan mahrum kaldı. Belki HÜDAPAR’ın çıkışlarıyla bir şeyler düşünülüyor olabilir. Ancak onlar da 2000’lerin başlarında üstünde çokça tepinilen ve bir yere varılamayan söylemler ortaya atmaktan ileri gidemiyor. Bu politikalarla toplumu ağır şekilde tahrik etmek dışında bir yere varacağını sanmıyorum.
Diyeceğim o ki; yakıtı bitiren iktidarın kendisi oldu. Hatta siyasî yakıtını o kadar tüketti ki merkez sağ gelenek ve belki de iktidarın içinde eriyen uç sağ, uzunca bir dönem yeni söylem geliştirmekte zorlanacaktır.

Yorum Yazın