Aklı manipülasyonlarla bulanmamış, sağlıklı düşünebilen bir halka, özellikle de tarihin kırılma anlarını yaşadığımız bu önemli zamanlarda, çok daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. O halde şeffaflığı sadece daha güçlü bir demokrasi için değil aynı zamanda daha güçlü bir ülke olmak için de talep etmek ve gerçekleştirmek zorundayız.
Demokratik bir ülkeyi diğer ülkelerden ayıran en önemli özelliklerden biri şeffaflıktır. Şeffaflık, halkın başta kamu harcamaları olmak üzere, ülkeyi yönetenlerin eylem ve işlemlerine ilişkin kararları hangi gerekçelerle aldıklarını ve nasıl icra edildiğini bilme hakkıdır. Bu durum kamu denetiminin sağlanması bakımından olmazsa olmazdır. Şeffaflık aynı zamanda hesap verilebilirliği de içermektedir. Bu ilkeler sayesinde halk, yöneticilerin eylem ve işlemleri ile kendi menfaatlerini mi yoksa kamu yararını mı öncelediklerini anlama şansına kavuşacaktır.
Şeffaflık ve hesap verilebilirliğin mütemmim cüz’ü ise özgür basındır. Eğer bir yönetim anlayışı şeffaflıktan vazgeçiyorsa, yani hesap vermek istemiyorsa ilk yapması gereken şey basın üzerine sansür uygulamak olmalıdır. Bu sansür muhalif basını susturmak kadar, kendisine yakın bir basın grubu oluşturmayı da kapsamaktadır.
Ve tüm bu ilkeler, yani şeffaflık, hesap verilebilirlik ve basın özgürlüğü seçim hakkının sağlıklı olması için şarttır. Evet demokrasinin en temel öğesi seçimlerdir. Ancak demokrasi sadece seçimlerin yapılması, seçimler de sadece gizli oy, açık sayım demek değildir. Bir ülkede gizli oy, açık sayım ilkelerine dayalı bir seçim yapılıyor olması demokrasinin asgari gereklerinin bile yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir. Zira seçim için oy kullanmaya giden bir vatandaşın, ülke yönetimi konusunda en temel bilgilere sahip olması ve ona bu bilgileri sağlayan özgür bir basının bulunması gerekir. Yoksa manipülatif bilgilerle zihni ablukaya alınmış bir insanın bir kabin içinde bastığı mühre seçim demek mümkün değildir.
Bu durumu basit bir şekilde “saklayacak bir şeyi olmayanın, korkacak bir şeyi de yoktur” sözü ile ifade edebiliriz. Kurallara uygun hareket eden, kendi menfaatlerini değil de kamu yararını önceleyen bir yönetimin şeffaf olması doğaldır. Hatta böyle bir yönetim halktan talep gelmese bile marifetini ortaya koyabilmek açısından şeffaflığı tercih edecektir. Oysa kamu yararının yerini şahsi menfaatlerin (burada şahsi menfaat deyimini illa ekonomik menfaat olarak değerlendirmiyorum, onunla birlikte siyasi menfaatleri de bu şekilde düşünebiliriz) aldığı durumlarda ise yönetim, bu durumun kamuya açık bir şekilde yansımasını istemeyecek, olayları/olguları gizleyecek ve basının bu konularda haber yapmasını engelleyecektir. Ya da gerçeği çarpıtacak, olanı değil olması gerekeni yapmış gibi yansıtmaya çalışacaktır. Bu arada kamuoyunun ilgisini dağıtmaya çalışacak ve yapay gündemlerle ilgiyi başka yönlere çekecektir. Şimdi böyle bir manipülasyona maruz kalmış bir halkın, seçimde kullandığı oyun gerçek iradesini yansıttığını söylemek mümkün müdür? Peki en temel demokratik kurum olan seçimlerde, halkın seçme hakkını kullanırken bile özgür olamadığı bir ülkeye demokratik diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz.
Konuya ilişkin herkesin bir fikri, yorumu var ama gerçek nedeni açık ve net bir şekilde paylaşan bir yetkilimiz yok. Hatta sürecin mimarının sayın Devlet Bahçeli mi yoksa sayın Cumhurbaşkanımız mı olduğunu bile tam bilmiyoruz.
Türkiye’mizin de ne yazık ki şeffaf bir ülke olduğunu söyleyemeyiz. Zira bazen bütün toplumu şoke eden bazı uygulamaların bile neden ve nasıl yapıldığı konusunda kamuoyunu tatmin edecek açıklamalar yapılmıyor. Basından da tatmin edici haberler alamıyoruz. Hoş, gerçekten halkı bilgilendirmek isteyen gazetecilerin sayısı o kadar azaldı ki, o yüzden basın mensuplarının bu konudan şikayetçi olup olmadığına emin değilim. Kamuoyu da bilgi kırıntıları ile doymaya o kadar alıştı ki artık şeffaflık konusunda bir beklentinin olup olmadığını da kestirebilmek güç. Mesela son dönemde sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamaları ile başlayan ve PKK’nın silah bırakmasına kadar uzanan bir süreç yaşıyoruz.
Daha geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde iktidar tarafından “murdar” ilan edilen bir parti bugün barış elçisi haline getirildi. Haklı olarak kamuoyunda da bu değişimin neden gerçekleştiği konusunda soru işaretleri oluştu. Belki de tarihimizin en eli kanlı terör örgütünün liderinden terörü bitirmek için açıklama yapılması istendi ve bu beklenti karşılandı. Ama bu kişinin neden muhatap alındığını, şehit yakınlarımızı ve gazilerimizi derinden üzen böyle bir adıma ihtiyaç duyulacak kadar büyük bir terör sorunumuzun kalıp kalmadığı ise kamuoyu için belirsizliğini korumaya devam ediyor. Bu konunun Suriye’deki rejim değişikliği ile bir ilgisi olup olmadığını ya da ABD’de yaşanan başkan değişikliğinin süreci tetikleyip tetiklemediğini de bilmiyoruz. Konuya ilişkin herkesin bir fikri, yorumu var ama gerçek nedeni açık ve net bir şekilde paylaşan bir yetkilimiz yok. Hatta sürecin mimarının sayın Devlet Bahçeli mi yoksa sayın Cumhurbaşkanımız mı olduğunu bile tam bilmiyoruz.
Biz daha şeffaf bir devleti hak ediyoruz. Doğru bilgilendirilen bir halkın, devletine daha fazla destek vereceğine, birlik ve beraberlik konusunda daha sağlam bir tutum sergileyeceğine yürekten inanan biri olarak söylüyorum.
Burada sürecin doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmıyorum. Bu çok daha derin bir yazı konusu olabilir. Terörün bitmesini bu ülkeyi en çok seven insanlardan biri olarak canı gönülden destekliyorum. Ama aynı zamanda bu ülke için canını veren insanların onurlarını, bu ülkeyi bölmeye çalışan insanların onurlarından daha fazla korumak gerektiğini de açıkça ifade etmek istiyorum. Diğer taraftan ülkemiz sınırları içinde neredeyse iki elin parmakları kadar terörist kaldı diyen bir İçişleri Bakanı’nın da yalan söylediğine inanmak istemiyorum. Ya da yıllardır terör örgütünün bir maşa olduğu söylendikten ve başta ABD olmak üzere birçok ülkenin örgütü bizim aleyhimize kullandığına ikna edildikten sonra ne oldu da 26 yıldır hapiste olan bir örgüt liderinin terörü bitirdiğini anlamakta zorlanıyorum. Bu kadar kolay bir yöntem varken bu yöntemin neden daha önce kullanılmadığını sormak ve öğrenmek istiyorum.
Sürece ilişkin bu kadar çok soru varken, terör belasına binlerce canını feda etmiş, yüz milyarlarca dolar harcama yapmış bir toplumun bu kadar hassas bir konuda daha fazla bilgi sahibi olması gerekmez mi? Bence biz bunları bilmeyi hak ediyoruz. Biz daha şeffaf bir devleti hak ediyoruz. Doğru bilgilendirilen bir halkın, devletine daha fazla destek vereceğine, birlik ve beraberlik konusunda daha sağlam bir tutum sergileyeceğine yürekten inanan biri olarak söylüyorum. Aklı manipülasyonlarla bulanmamış, sağlıklı düşünebilen bir halka, özellikle de tarihin kırılma anlarını yaşadığımız bu önemli zamanlarda, çok daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. O halde şeffaflığı sadece daha güçlü bir demokrasi için değil aynı zamanda daha güçlü bir ülke olmak için de talep etmek ve gerçekleştirmek zorundayız.

Yorum Yazın