Türkiye gibi, dünya konjonktüründen çok fazla etkilenen bir ülkede, iç politikada ortaya çıkan gelişmelerin dış politikadan bağımsız olmayacağı açıktır. Bu yüzden ABD’de yaşanan başkan değişimi ve Trump gibi sıra dışı bir adayın seçilmesi Türkiye için kritik önemdedir. Yaşadıklarımız Trump dönemine hazırlık izlenimi vermektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya siyasal sisteminin çatırdadığı ve yeni bir dünya düzeninin ortaya çıktığı günleri yaşıyoruz. Esasen Soğuk Savaş sonrasında tek kutupluluğa evrilen sistem, ABD’nin küresel bir liderden ziyade vahşi bir canavar edasıyla Dünya’nın her yerine saldırması ile kısa sürede sona erdi. Dünya, ABD’nin hoyratlığına yeniden çok kutuplu bir sisteme geçerek yanıt verdi. Denilebilir ki tarih bir devletin kendisine altın bir tepside sunulan bir fırsatı bu kadar nankör harcadığı bir dönemi daha yazmamıştır. ABD, hegemonyasını sadece ve sadece küresel şirketlerin vahşi emellerini gerçekleştirmek için kullandı ve askeri üstünlük dışındaki tüm avantajlarını kaybetti.
Dünya gibi ABD halkı da bu duruma reaksiyon gösterdi ve Trump’ı ikinci kez başkan seçerek küresel sisteme meydan okudu. Artık ABD halkı, küresel şirketlerin emelleri için dünyanın ücra köşelerinde çocuklarının kanlarının dökülmesini istemiyor. Elbette büyük bir iyimserlik içinde değilim. Trump’ın büyük bir filozof olmadığını, dünyayı bir barış cennetine çevirecek düşünsel derinlikte olmadığını da biliyorum. Ama küresel sistemin ABD seçimlerinde kaybettiğini (kazanmak için suikast, aday değiştirme dahil her yola başvurmasına rağmen) görebiliyorum.
Aslında son birkaç ayda çevremizde yaşanan birçok gelişmenin, Gazze ve Suriye başta olmak üzere, ABD’deki başkan değişimi ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Küresel sistem, Trump’ın dış politikada elini kolunu bağlamak ve kendi politikalarına mecbur bırakmak istiyor. Rusya’nın ve İran’ın zayıflatılması ve Gazze’de yaşanan soykırımın bu amaçla gerçekleştirildiği açıkça belli oluyor. Çin dışındaki tüm rakiplerine Trump öncesi altın vuruş yapmak istiyorlar. Çin ise zaten Trump’ın da hedefinde olacağı ve çok büyük bir lokma olduğu için Trump’a bırakılıyor.
Ben Suriye’de yaşananların da bundan bağımsız olmadığını düşünüyorum. İran ve Rusya’nın zayıflatılması ile Suriye’de de altın vuruş gerçekleşti ve küresel sisteme entegre olamayan ve İsrail için her zaman bir tehdit olan Esad rejimi devrildi. Bu sayede, Suriye’den asker çekmeyi hem önceki başkanlığı döneminde söyleyen ve kısmen de uygulayan hem de kampanyasında dile getiren Trump’ın Suriye’yi kendi haline bırakması engellenmiş oldu. Elbette Suriye’de meydana gelen gelişmelerin en fazla etkileyeceği ülke Türkiye olacaktır. 2011’den beri yaşadıklarımız bunun en önemli göstergesidir.
Türkiye, muhtemeldir ki sonuç vermesi pek olası görünmeyen Öcalan atağına, ABD’ye “Kürtlerle kavgalı değiliz” mesajı vermek için girişti. Aynı zamanda iç kamuoyunda da Suriyeli Kürt gruplarla yapacağı olası iş birliği için uygun bir zemin oluşturmak istedi.
‘KÜRTLERLE KAVGALI DEĞİLİZ’ MESAJI
Peki Türkiye, yeni Trump dönemine hazırlıklı mı? Bu konuda bir planı ve stratejisi var mı? Ben hem 22 Ekim’de Bahçeli’nin çıkışı ile başlayan sürecin hem de İstanbul’da Esenyurt ve Beşiktaş Belediye Başkanlarına yapılan operasyonların da doğrudan veya dolaylı olarak yeni Trump dönemine hazırlık olarak görüyorum. Beni bu sonuca götüren parçaların başında Trump’ın Suriye konusunda yaşananlar karşısında verdiği cevaplar var. Trump, Suriye operasyonun arkasında Türkiye/Erdoğan olduğuna ilişkin bir kanaat açıkladı. Devamında da başkan olduktan sonra konuyu Erdoğan ile konuşacağını ve asker çekme konusuna ona göre karar vereceğini söyledi. Trump’ın seçtiği Dış İşleri Bakanı Marco Rabio da onay için Senato’da yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenerek "ABD'deki yönetim değişimini, sahadaki durumu lehine çevirmek için bir fırsat penceresi olarak görmemesi” gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Burada Rabio’nun YPG’yi kasttettiği açık. O halde ABD’nin yeni dönemde Suriye konusunda Türkiye ile yakın çalışma isteğini Trump’tan, YPG’nin ABD için vazgeçilmez olduğunu ise Rabio’dan öğrenmiş olduk. Türkiye, muhtemeldir ki sonuç vermesi pek olası görünmeyen Öcalan atağına, ABD’ye “Kürtlerle kavgalı değiliz” mesajı vermek için girişti. Aynı zamanda iç kamuoyunda da Suriyeli Kürt gruplarla yapacağı olası iş birliği için uygun bir zemin oluşturmak istedi. Mesajın Bahçeli üzerinden verilmesiyle hem MHP’nin bu konuda tereddütü olabileceğine ilişkin varsayımları engellendi hem mesajın etkisi ve önemi artırıldı hem devleti temsil noktasında olan Sayın Cumhurbaşkanı’na sürecin kontrolden çıkması halinde masayı dağıtma opsiyonu verildi. Bu şekilde Türkiye, Trump’la görüşmeye “biz Kürtlerle anlaşırız, Suriye konusunda başka müttefik aramana gerek yok” teklifi ile gidecek.
Şimdi gelelim Belediye Başkanları’na yapılan operasyonun konu ile ilgisine. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, siyasette bir konunun tek bir nedeni olmaz. Birçok nedeni ve sonuçları olur. Sonuçlar da fayda-zarar ekseninde değerlendirilir ve faydalı bulunur ise düğmeye basılır. O halde buradaki değerlendirmem yapılan operasyonlarda başka sebeplerin olmadığı anlamına gelmeyecektir. Diğer taraftan Ak Parti’nin yargının siyasallaşması konusunda şimşekleri/eleştirileri üzerine çekeceği aşikâr olan bu hamleleri yaparken çok daha büyük bir siyasi kazanımlar hedeflemiş olduğu açıktır.
Türkiye’de Sayın Cumhurbaşkanı dışında mevcut potansiyel Cumhurbaşkanı adayları arasında Kürtlerle en yakın ilişki kurabilen isim Ekrem İmamoğlu’dur. Kendisini milliyetçi aday Mansur Yavaş’tan ayıran en önemli özelliklerden biri budur. Suriye’de oluşan yeni durum nedeniyle ABD’nin Türkiye’de Kürtlerle iyi bir iletişim içinde olan bir adayı destekleyeceği kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda Sayın Cumhurbaşkanı, özellikle büyükşehirlerde Kürt seçmenlerle son seçimlerde bozulan ilişkisini yeniden tesis ederken diğer potansiyel aday İmamoğlu’nun da kendileri ile olan irtibatını koparmak istemektedir. Bu nedenle İmamoğlu ile Kürt seçmen arasındaki bağlantı hedeflenmektedir. Bu bağlamda Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i sıradan bir belediye başkanı olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Özer aynı zamanda, İmamoğlu ile DEM/Kürt seçmen arasında bağ kuran isimlerin başında gelmektedir. O yüzden Cumhurbaşkanı Bahçeli’nin açıklaması ile bir yandan Kürt seçmenlerin, MHP ile yapılan ittifaktan dolayı, kendisinden uzaklaşmasını engellemeye, giden seçmenlerini geriye döndürmeye çalışırken, diğer yandan da Sayın İmamoğlu ile Kürt seçmenler arasındaki organizasyonu bozmak istemektedir. Bu şekilde ABD/Trump nezdinde kabul görme potansiyeli olan rakibini ekarte etmeye çalışmaktadır.
CHP’nin şimdiye kadar bu manevralara yeterince güçlü bir karşılık verdiğini söylemek mümkün değil. Elbette Özgür Özel’in bu hamleleri savaş ilanı olarak görüp kabul etmesi sonrasında yaşananları göreceğiz. Ama CHP’nin yeniden rüzgârı arkasına alabilmesi için, sadece mağduriyet üzerinden defansif bir siyaset yapmaması, güçlü ve oyun kurucu bir irade ortaya koyması gerekiyor.
Türkiye gibi, dünya konjonktüründen çok fazla etkilenen bir ülkede, iç politikada ortaya çıkan gelişmelerin dış politikadan bağımsız olmayacağı açıktır. Bu yüzden ABD’de yaşanan başkan değişimi ve Trump gibi sıra dışı bir adayın seçilmesi Türkiye için kritik önemdedir. Yaşadıklarımız Trump dönemine hazırlık izlenimi vermektedir.
Yorum Yazın