İlk döneminde AB'ye adeta kök söktüren, dengesiz ruh halini diplomatik ilişkilere de yansıtan aşırı sağcı Trump'ın başkanlığında, AB'yi yeni dönemde de pek çok sıkıntı bekliyor. Bizzat Trump tarafından planlı şekilde NATO’nun zayıflatılması, demokrasi düşmanı faşistlerin cesaretlendirilmesi ve Çin ile ilişkiler perspektifinde transatlantik ticaret savaşının yeniden başlatılması yeni dönemde öne çıkacak sorunlardan başlıcaları olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bir sonraki başkanı olması beklenen Donald Trump'ın ilk dönemine hazırlıksız yakalanan Avrupa Birliği (AB), ikinci döneme de maalesef ters ayakta yakalandı. İlk döneminde AB'ye adeta kök söktüren, dengesiz ruh halini diplomatik ilişkilere de yansıtan aşırı sağcı Trump'ın başkanlığında, AB'yi yeni dönemde de pek çok sıkıntı bekliyor. Bizzat Trump tarafından planlı şekilde NATO’nun zayıflatılması, demokrasi düşmanı faşistlerin cesaretlendirilmesi ve Çin ile ilişkiler perspektifinde transatlantik ticaret savaşının yeniden başlatılması yeni dönemde öne çıkacak sorunlardan başlıcaları olacaktır.
Donald Trump, seçim sürecinde katıldığı bir tv programında AB'yi çok sert eleştirmiş, "AB adeta mini Çin. Bizim hiçbir şeyimizi satın almıyorlar. Arabalarımızı almıyorlar, tarım ürünlerimizi almıyorlar. ABD ve AB arasındaki ticaret açığı giderek büyüyor" demişti. Görünen o ki yeni dönemde ABD ve AB arasında paradokslar, sürprizler ve kafa karışıklarıyla dolu bir ilişki yaşanacak. Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola da bunun farkında olacak ki ABD ile ilişkilere yönelik geçenlerde, "ABD'ye karşı eşit bir duruş sergilenmesi ve herkes için 'kazan-kazan' durumu olduğunu iyi anlatmak gerekiyor" dedi. Bu sözlerden, AB yöneticilerinin Trump'ın o cehalet ve kibir kokan tavırlarıyla yine kendilerini aşağılamaya çalışacağından bir hayli çekindikleri anlaşılıyor.
Bununla birlikte Trump’ın seçimden zaferle çıkmasının, Avrupa için "iyi haber" olmadığı açık bir şekilde ortada. Trump'ın zamane faşistlerinin ağızlarından hiç eksik etmedikleri telaffuzu süslü ama içi boş "Önce Amerika" sloganı etrafında şekillenecek politikasının; transatlantik, ekonomik ve politik sonuçları yakın zamanda görülecektir. Bunların yanında Avrupa, derinleşme riski barındıran ABD-Çin ticaret savaşında arada kalma riskiyle de karşı karşıya bulunuyor. Transatlantik ilişkilerin ciddi şekilde gerilmesi ihtimali, Avrupa’yı oldukça sıkıntılı bir süreçte yakaladı. Avrupa ekonomilerinin inovasyon, yatırım ve üretkenlik konularında ABD ve Çin’in gerisinde kaldığı bu dönemde ayrıca, birliğin iki lokomotifi Almanya ve Fransa, aşırı sağın güçlenerek demokrasiyi zorlaması nedeniyle siyasi krizler de yaşıyor. Yani AB, Trump'ın ilk dönemine göre daha dağınık bir görüntü sergiliyor ve tabiri caizse "kaos" içerisinde debeleniyor. Bununla birlikte daha da kötü olan şu ki AB, birinci Trump döneminde sahip olduğu Alman politikacı Angela Merkel benzeri özgürlük ve demokrasiyi güçlü bir şekilde destekleyen politikacılardan da yoksun.
Trump yönetiminin Çin'e karşı daha agresif bir pozisyon belirlemesi durumunda, AB’nin bu "orta yolcu" tutumu ABD ile arasında gerilimlere neden olabilir ki Trump'ın ilk döneminde zaten tam da böyle olmuştu.
ÇİN MESELESİ
Öte yandan, ekonomik veriler Çin'in, AB’nin en büyük ticaret ortaklarından biri olduğunu gösteriyor. Ancak burada da bir başka sorun ortaya çıkıyor. AB, Çin'i sadece "ekonomik ortak" değil aynı zamanda "ticari rakip" olarak da görüyor. Çin’in devlet destekli güçlü şirketlerine yönelik, Avrupa pazarlarındaki rekabet avantajının yok edilmesi ve insan hakkı ihlâlleri gibi konularda ciddi endişeler taşıyan AB yine de Çin ile ticari dengeyi koruma kararlılığıyla hareket ediyor. Bu ekonomik projeksiyon, Çin’i dışlamayı değil daha dengeli bir ilişki tesis edilmesi ilkesini benimsiyor. Tam bu noktada, Trump yönetiminin Çin'e karşı daha agresif bir pozisyon belirlemesi durumunda, AB’nin bu "orta yolcu" tutumu ABD ile arasında gerilimlere neden olabilir ki Trump'ın ilk döneminde zaten tam da böyle olmuştu. Bu nedenle, Trump’ın başkanlığı sırasında ABD’nin Avrupa ile ilişkileri ciddi şekilde gerilmişti. NATO’nun finansmanı, ticaret dengesizlikleri ve ABD’nin uluslararası anlaşmalardan çekilmesi gibi konular, transatlantik ittifakını zayıf düşürmüştü.
AB ve Trump arasındaki ilişki sistematiği, yukarıda da ana hatlarıyla resmetmeye çalıştığımız arızalı zemine oturursa neler yaşanabilir? Trump, Avrupa’nın Çin ile ticari ilişkilerini sert bir şekilde azaltmasını talep edebilir. Ancak, vurguladığımız üzere Avrupa ülkeleri için Çin piyasası vazgeçilmez bir ihracat kapısı. Örneğin Almanya, özellikle otomotiv ve makine sektörlerinde Çin ile güçlü ticari bağlara sahip. Bu bağların kesilmesi, Avrupa ekonomisini derinden etkileyebilir. Bununla birlikte ABD, yine AB’den Çin'e yönelik Uygur Türkleri ve Hong Kong’daki insan hakları ihlallerine karşı daha güçlü yaptırımlar talep edebilir ancak Avrupa, bu tür yaptırımların ekonomik çıkarlarına zarar verebileceğini düşündüğü için daha temkinli davranacaktır. Sıkıntı üstüne sıkıntı anlayacağınız. Görülen o ki AB'nin yönetici kadrosunun epeyce kıvrak ve esnek davranması gerekeceği bir dönem yaklaşıyor.
AB, yeni dönemde hem Çin ile ilişkilerini korumak hem de ABD ile stratejik ortaklığını sürdürmek için karmaşık bir denge politikası oluşturmak zorunda kalabilir. Ancak, bu süreçte AB’nin "stratejik özerkliği"ni güçlendirmesi, kendi uzun vadeli çıkarlarını koruması için kritik önem taşıyor.
DENGE POLİTİKASI
Tüm bunlara ek olarak, Trump’ın yeni döneminde, Brüksel koridorlarında Çin ve ABD arasında dengeyi kurmak için bazı yeni stratejiler gündeme gelebilir. Örneğin, AB "stratejik özerklik" hedefini daha da sağlamlaştırmak isteyebilir. Bu politikanın özünde, AB’nin kendi çıkarlarını önceleyerek, ABD ve Çin ile ilişkilerini dengelemesi ilkesi de yer alıyor. Bu politikanın, yeni dönemde oldukça detaylandırılması ve daha işlevsel hale getirilmesi tartışmaya açılacaktır mutlaka. Trump'ın baskısından kurtulmak isteyen AB, yeni ticari ortaklar arayışına da girecektir. Bu bağlamda AB, Çin’e olan ekonomik bağımlılığı azaltmak için Hindistan, ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği) ülkeleri ve Latin Amerika ile daha güçlü ticari ilişki arayışına girebilir. Bunun işaretleri gelmeye başladı. Örneğin, Almanya bir süre önce Filipinler ve Brezilya sağlık alanında personel transferi anlaşması imzalamıştı.
Sonuç olarak; AB, yeni dönemde hem Çin ile ilişkilerini korumak hem de ABD ile stratejik ortaklığını sürdürmek için karmaşık bir denge politikası oluşturmak zorunda kalabilir. Ancak, bu süreçte AB’nin "stratejik özerkliği"ni güçlendirmesi, kendi uzun vadeli çıkarlarını koruması için kritik önem taşıyor. Trump yönetiminin baskısına rağmen, AB’nin bağımsız ve çok taraflı bir diplomasi izlemesi, küresel düzende daha güçlü bir aktör olarak yer almasına yardımcı olabilir ancak bu süreç, AB üyesi devletler arasındaki politik uyumu sağlamayı da gerektiriyor doğal olarak. İşin "uyum" ile ilgili bu aşaması meselenin en sıkıntılı kısmını oluşturuyor bana göre. Trump ve Putin fanatiği neofaşistler oldukça güçlenmişken, kıta politikasını domine eder hale gelmişken bu uyumu sağlamanın bir hayli güç olacağı görülüyor. Politik varlıklarını Trump ve Putin ikilisine adayan kıta faşistleri, muhtemelen bu denge sağlama meselesini ellerinden geldiğince engellemeye çalışacaklardır. Faşistlerin, bu süreçte Avrupa'yı dünya faşistlerinin kutup yıldızları olan Trump-Putin ikilisinin güdümüne sokmak için çabalayacaklarını da göreceğiz muhtemelen. Avrupalı faşistlerin önde gelenlerinden Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın, neofaşist Almanya için Alternatif'in yöneticilerinin, Fransız faşist Marine Le Pen ve diğerlerinin Trump'ın zaferinden sonra attığı sevinç çığlıkları, Brüksel'dekilerin kulaklarını epeyce rahatsız tırmalamıştır. Bu tabloda, Trump, Putin ve faşistler arasında sıkışacak AB'nin; demokrasisini, saygınlığını ve stratejik konumunu koruyabilmek için epeyce çaba sarf edeceği bir dönem başlıyor.
Yorum Yazın