Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) kazandığı seçim zaferleri, hem ülkenin politik ikliminde hem de göçmenlerin psikolojik durumlarında derin ve karmaşık etkilere yol açtı. Geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilerin (CDU, SPD) zayıflamasının, Alman siyasetinde bir güç kayması yaratacağı anlaşılıyor.
Almanya'ya geldiğim ilk yıllara ait hafızamda kalan en keskin yaşanmışlık, ülkedeki neonazi hareketlerin, özellikle de Almanya için Alternatif (AfD) adlı partinin yükselişine ilişkin yaptığım analizlere eski gurbetçilerin tepki göstermesiydi. Birçoğu, "benim konuyu abarttığımı, her dönem ülkede aşırı sağcı bir dalga yükseldiğini ve bunun zamanla sönümlendiğini" iddia ediyordu. Hatta gelişmeleri "moda" diyerek hafife alanlar bile vardı aralarında.
Güncel politik tabloya bakınca durumun "moda" tabiriyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir hâl aldığını belirtmek gerekiyor öncelikli olarak. Eski gurbetçilerin meseleyi yorumlamalarında eksik olan şeyler neydi peki? İlk olarak söylemem gereken şu ki, bu insanların birçoğunun sadece bedenleri Almanya'da. Ruhen birçoğu halen Türkiye'de yaşıyor. Bu da yaşadıkları ülkedeki politik gelişmeleri eksik ya da hatalı değerlendirmelerine neden oluyor. Diğer bir etken ise yine birçoğunun gelişmeleri mantık süzgecinden geçirebilecek bir politik birikime sahip olmamaları. Bundan kaynaklanan sorunlar öyle büyük ki, gurbetçiler arasında neonazi partisi AfD'ye üye olup, parti kademelerinde görev alanlar dahi var. Sokak röportajlarında oyunu bu partiye vereceğini söyleyen gurbetçilere de rastladığım oldu zaman zaman. Birçoğu, tehlikenin giderek büyüdüğünü ve bir faşist "tsunami"nin Almanya'yı yutmak üzere olduğunu göremeyecek kadar kendilerini gündelik hayatın akışına bırakmış durumdalar. Hâlâ sisteme karşı aşırı ve gereksiz bir güven besliyorlar. Sistemin faşist dalgayı alt edebileceğine inanıyorlar ama öyle olmadığını ve olmayacağını geçtiğimiz hafta sonu Thüringen ile Saksonya eyaletlerinde yapılan seçimler açık bir şekilde gösterdi.
Meselenin özünde, Almanya; şehir şehir, eyalet eyalet faşizme teslim oluyor. Saksonya ve Thüringen’deki heyecanla beklenen eyalet seçimlerinin henüz resmileşmeyen sonuçlarına göre, Thüringen’de sandıktan birinci parti çıkan AfD, oyların yaklaşık üçte birini alırken, muhafazakâr Hristiyan Birlik (CDU) ikinci oldu. Saksonya’da ise CDU, AfD’nin hemen önünde, çok az bir oy farkıyla zafer kazandı. Anayasayı korumakla görevli kurumlar, AfD’yi "aşırı sağcı hareket" olarak sınıflandırıyor ama bu parti her iki eyalette de yüzde 30'un üzerinde oy aldı.
Öte yandan, Thüringen eyaletinin burada özel konumu oldukça dikkat çekici. Hitler de startı Thüringen'den vermiş, burada güçlenmiş ve bu eyalet, Nazi partisi için adeta bir siyaset laboratuvarı olmuştu. Şimdi bir başka faşist, ülkenin liderliğine doğru yolculuğunu yine bu eyaletten başlatıyor. Thüringen AfD'nin lideri Björn Höcke... Bazılarının "Hitler'in reenkarnasyonu" dediği nasyonal sosyalist ideolojiye hayranlığını hiç gizlemeyen Höcke, kısa süre önce mitinglerinde Hitler sloganları kullanmaktan hüküm giymiş, mahkemeden tescilli bir faşist. Tarihin tekerrürü meselesinde faşist tefrikanın geriye kalan kısmının hikâyesini ise "Bir şey olmaz. İktidarda yumuşarlar. Gelsinler eyaletlerde iktidara. Mecburen değişecekler" diyenler yazacak. Bu insanlar eliyle ülkeyi ele geçirecek yeni nesil Naziler ve bu insanlar şimdiden yollara dökülmüşler. Friedrich Ebert Vakfı Başkanı Kurt Beck'in de vurguladığı gibi, "Radikal güçleri kontrol altına alma ve ehlileştirme umudu saflık ve sorumsuzluktur."
Almanya'nın girdiği tünelin ucunun nereye çıkacağını herkes biliyor, biliyor da yukarıda da belirttiğim gibi bazıları hâlâ sarsılmaz bir inançla sisteme güvenmeye devam ediyor. Sistem faşist iktidara karşı olsa, her gün Anayasa'yı çiğneyen, kapatılması için binlerce delil bulunan ve iç istihbarat tarafından "aşırı sağcı" kategorisinde izlenen bir partinin seçimlere katılmasına izin verilir miydi? Alman demokrasisi kendisini faşizme karşı koruyamıyor ya da korumak istemiyor. Thüringen ve Saksonya'da faşizm adına önemli bir eşik daha aşıldı. Eşik üstüne eşik aşılıyor. Meseleye böyle yaklaşmak gerekiyor bir de gözleri dört açıp, "aptallaşmadan" sinyalleri iyi takip etmek önemli tabii ki.
Toplumlar radikalleşiyor, endişeli ve mental açıdan sağlıksız bir hale dönüşüyor. Bu şekilde "güvenlik" ve "özgürlük" arasında bir seçim yapmak zorunda kalan yurttaşlar, genellikle -Thüringen ve Saksonya'da da görüldüğü gibi- güvenliği tercih ediyorlar ve aşırı sağcı partilere yöneliyorlar.
"GÜVENLİK" VE "ÖZGÜRLÜK" İKİLEMİ
Alman kamuoyu şimdi "neden böyle oldu" sorusuna yoğunlaşmış durumda. Çok sayıda nedeni var elbette bu durumun, ancak öncelikli olarak tespit edilmesi gereken durum şu: Sadece Almanya'da değil, İtalya ve Fransa'da da merkez siyaset ve seçmen özellikle "göç" konusunda ideolojik olarak aşırı uçların açtığı yoldan ilerliyor. Siyaset bilimciler, Almanya'nın Mannheim ve Solingen kentlerindeki İslamcı teröristlerin bıçaklı saldırılarının, seçmenin oy verme davranışında önemli etkileri olduğunu ifade ediyorlar. Bu çerçevede, asıl önemli gelişme, merkezdeki siyasi alanın hızla daralması. Geleneksel partiler ciddi bir güvenilirlik krizi içinde ve aşırı sağcı partiler, bu büyük partilerin politikada bıraktıkları boşlukları -içi boş sloganlarla- doldurarak ilerlemeye çalışıyorlar.
Sürekliliği olan bu politik paradigma değişimi, toplumları da değiştiriyor. Toplumlar radikalleşiyor, endişeli ve mental açıdan sağlıksız bir hale dönüşüyor. Bu şekilde "güvenlik" ve "özgürlük" arasında bir seçim yapmak zorunda kalan yurttaşlar, genellikle -Thüringen ve Saksonya'da da görüldüğü gibi- güvenliği tercih ediyorlar ve aşırı sağcı partilere yöneliyorlar. Almanya özelinde doğu eyaletleri ile batı eyaletleri arasında yaşanan ekonomik dengesizliklerden de bahsedilebilir ama her iki eyalette seçim döneminde tüm propagandanın "Müslüman göçmenler" üzerinden domine edildiğinden bahisle iki eyaletteki seçimlere ilişkin meseleye "göç" eksenli bakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Bununla birlikte, Şansölye Olaf Scholz'un, "Seçim sonuçları acı verici. Demokratik partilerimizi AfD ile koalisyon yapmamaya çağırıyorum" sözleri oldukça anlamlıydı. Scholz, bu açıklamasıyla demokrasiyi korumak için saldırgan bir aşırı sağcı partiye karşı bariyer oluşturmaya çalıştı, ancak bunun ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek; zira tabanı ve en tepedeki yöneticileri dahil olmak üzere AfD ile platonik aşk yaşayan Hristiyan Birlik'ten kirli sinyaller gelmeye başladı bile.
Elbette, bu iki eyaletteki seçim sonuçlarından sonra Almanya artık eskisi olmayacak. Bu seçimleri tarihi değiştiren depremler olarak görmek gerekiyor. Küresel katil Adolf Hitler'in iktidarı ele geçirmesinden 90 yıl sonra aşırı sağcı bir parti, 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ilk kez Almanya'da bir eyalet seçiminde zafer kazandı. Kimse hiçbir şey olmamış gibi davranamaz, çünkü halkın bu süreçte aşırı sağa karşı giderek ehlileşmesi ve faşistlere alışması gibi muazzam bir risk bulunuyor.
Herkes, son iki eyalet seçiminin ardından "e şimdi ne yapacağız peki" diye birbirine bakıyor. Gelecek genel seçim yapılması planlanıyor. Yeni parlamento (Bundestag) seçilecek. Böyle şaşkın bir şekilde etrafa bakınırken bir sabah sokaklarda Nazi marşlarıyla uyandığınızda o şaşkınlığı üzerinizden atmaya zamanınız olmayacak.
E ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ PEKİ?
Sonuç olarak, Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) kazandığı seçim zaferleri, hem ülkenin politik ikliminde hem de göçmenlerin psikolojik durumlarında derin ve karmaşık etkilere yol açtı. Geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilerin (CDU, SPD) zayıflamasının, Alman siyasetinde bir güç kayması yaratacağı anlaşılıyor. Daha da önemlisi ve tehlikelisi, AfD'nin başarıları, diğer aşırı sağcı partiler için bir örnek teşkil ederek, bu partilerin de güç kazanmasına yol açıyor. "Toplumsal kutuplaşma" meselesi ise tam bir fırtına öncesi sessizlik alameti. AfD'nin politik başarıları, ülkede toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Partinin göçmen karşıtı söylemleri, toplumda korku ve güvensizlik yaratırken, farklı etnik gruplar arasında gerginliklerin artmasına sebep oluyor.
Tüm bunların yanı sıra, neonazilerin elde ettiği seçim zaferleri, politikaya ilgili göçmenler üzerinde oldukça güçlü ve derin psikolojik etkiler yaratıyor. Bunu artık sokaklarda dahi hissetmek mümkün. Bu partinin varlığı, uzun zamandır bir göçmen ülkesi olan ve 20 milyonun üzerinde göç kökenli insanın yaşadığı Almanya'daki toplumsal uyumu zedeliyor ve göçmenlerin toplumdan izole olmalarına yol açıyor. Bu da onların Alman toplumuna entegre olma çabalarını sıkıntılı bir hale getiriyor. Sorunlar çok, şimdilik bir çözüm önerisi yok. Herkes, son iki eyalet seçiminin ardından "e şimdi ne yapacağız peki" diye birbirine bakıyor. Gelecek genel seçim yapılması planlanıyor. Yeni parlamento (Bundestag) seçilecek. Böyle şaşkın bir şekilde etrafa bakınırken bir sabah sokaklarda Nazi marşlarıyla uyandığınızda o şaşkınlığı üzerinizden atmaya zamanınız olmayacak. Demokrasiyi artık kararlı bir şekilde savunmak gerekiyor.
Yorum Yazın