Kalbimin merkez noktasında matem, sevda ve tehlike birbirine düğümlenmiş.
Yollar uzamış, insanlar büyümüştü. Sonra gene küçüldüler.
[SEVİN OKYAY, İlk Romanım]
Siz benim için dua edin, ben de size bir içki ısmarlayayım.
Yorgo’nun Meyhanesi’nde, Nezahat Bayram’ın feryadı taş plaktan göğe yükseliyor:
Keklik gibi kanadımı süzmedim
Murad alıp doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı kendim yazmadım
Alnıma yazılmış bu kara yazı
Kader böyle imiş ağlarım bazı
Gönül ey, sebebim ey…
Etrafta keyiften içen turistler, kadehlerini bulutlara kaldırıyorlar; kimi gıdaklar gibi gülüyor, kimi kükrercesine kahkahalar atıyor.
Kederden içen bir tek ben miyim? Öyle görünüyor.
Kalbimin merkez noktasında matem, sevda ve tehlike birbirine düğümlenmiş. Aaaaahhh…
“Bu kara yazıyı kendim yazmadım…”
Gözyaşlarım çehremin yabani coğrafyasını ağır ağır katedip kadehimdeki okyanusa akıyor.
Nastasya Filippovna… gerçek misin, hayal mi, insan mısın heykel mi, melek misin robot mu? Beni sahte aşka, yalanla çağırıp, hileyle mi çekiyorsun hep? Sana varan yolun bir sonu yok mu?.. Bir bilmece destanı mısın?
Gönül defterini kapatsan da, tahminlerin ötesinden esen bir rüzgar tekrar açıveriyor.
Gırtlağıma kadar yükselen kahır, vodvil şamatasının eğlenceli teferruatı mı? İçimde Leyla yok da sadece çöl mü var? Soğuk Savaş namevcut orduların birbirini ıskalaması prensibiyle mi işliyor? Azrail fellik fellik beni ararken, casuslar adım adım peşimden mi geliyor?
Güya yaşımın realitesini idrak etmiş, sevda sahasından ayağımı kesmiştim. Gönül defterini kapatsan da, tahminlerin ötesinden esen bir rüzgar tekrar açıveriyor… İçkimin son damlalarını yudumladım.
“Alnıma yazılmış bu kara yazı”
Nastasya’nın dudakları hayalimde yanıp sönen tebessümlü bir öpücüğü yüzüme yaklaştırıyor.
Efkar, en iyi bildiğimiz duygu nahiyesi. Alkolün kıyılarında, türküler yakılan bir kasaba. Kıyamet her yaklaştığında oraya dönüyoruz. Yalnızlığımızı inkardan her vazgeçtiğimizde.
“Her neşenin bir gölgesi, her acının bir ışığı vardır” diyeceksiniz. Eksik olmayınız… Lakin… uçsuz bucaksız bir bozkırda, üzerine zifiri karanlık çöken siyah manda nasıl kaybolursa öyle kayboldum ben…
“Kader böyle imiş ağlarım bazı”
Gözlerimi elimin tersiyle sildim. Sigara yaktım. Allah’tan, masaların çoğu boş, üç-beş kaçık turistten başka kimse yok. İnsan kendini kalabalıkta da ıssızlıkta da bulamaz. Tenhalık iyidir. Ferahlatır, uğur getirir. İnşallah yani…
“Size katılabilir miyim?” Bu sesi bir yerden tanıyor muyum? Sola döndüm. Kırklarında, iri gözlü, teğmen endamlı; İtalya’da doğmuş, saçını Fransa’da kestirmiş bir kadın.
Nezaketi bir kenara bırakarak “Hayır” deyip sustum.
“Bunu ‘evet’ kabul ediyorum” diyerek karşıma oturuverdi.
Elini, boş kadehin yanından uzattı: “Bendeniz Sevin, Sevin Yokya.” Gevşek tokalaşmamızı gülümsemeyle dengeledi.
“Ben de_”
Atıldı: “Sizi tanıyorum.” Disiplinli bir bencile benziyor.
“Birşey içer misiniz hanımefendi?”
“Hanımefendi mi? Hah hah haaa! Benim nerem hanımefendi Ahmet Hamdi Bey?” Sesi hayli kalındı.
“Estağfurullah…”
Size aşk vaadetti. Vaatler gerçeğe dönüşmedi mi, zehre dönüşür
Elini kaldırıp garsona “Daron! Bize bir viski, bir de sade kahve!” diye seslendikten sonra bana döndü: “Şimdi anlatın, dinliyorum üstat.”
Alnımı kırıştırıp gözlerimi kıstım: “Ne anlatabilirim Sevin Hanım? Sizi tanımıyorum bile.”
“Ooooo, ‘Sırrı saklayan, muammayı çözer’ diyorsunuz?”
“Söylediklerinizi anlayamıyorum.”
“Ah efendim, sakınmakta haklısınız… Sizin gibi dâhi bir edip, günümüzde zeki olmanın, aptallar dünyasına uyum sağlamayı gerektirdiğini gayet iyi bilir.”
Sevin Yokya garsonun tepsisindeki viskiyi kapınca, garson kahveyi benim önüme bıraktı.
Esrarengiz kadın durumu izah etti: “Ayılıp toparlanmalısınız. Bu masadaki en zinde kişi olmak istemem doğrusu.”
“Teşekkür ediyorum.” Kahveden bir yudum aldım. Sigarayı söndürüp yenisini yakarken sordum: “Buraya sık uğrar mısınız?”
“Hayır. İlk kez geldim. Romanya’da yaşıyorum.” Yalan söylüyor. İlk defa geldiği mekandaki garsonun ismini nereden bilsin?
“Romanya’da neyle meşgulsünüz?”
“Roman okuyorum.”
“Roman mı?”
“Evet. Bilhassa sizin romanlarınızı.”
“Benimle böyle iptidai bir şekilde dalga geçmenize kızacak değilim. Çok daha büyük problemlerim var.”
“Biliyorum” deyip viskisini yudumladı. Gözleri gözlerimdeydi: “Azrail, Şeytan ve Nastasya Filippovna gibi güçlü rakiplerle savaşıyorsunuz.”
“Ne münasebet?”
“Size aşk vaadetti. Vaatler gerçeğe dönüşmedi mi, zehre dönüşür.”
“Kimsiniz siz Allah aşkına?”
“Kimliğini gizlemezse, mezarı boylayacak biriyim.”
Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️
Yorum Yazın