Bahtiyar Kont, katlinden sonra geri döndü. Müteveffa ressam Ivan Shishkin resim yapıyor. Mezardaki dilber Nermin Mermi mektuplar yazıyor… Ölülerin dirileri taklit etmesi neyin alameti?
Ölümün karanlık kapıları romancıya açıktır.
[E.M. FORSTER, 1879-1970, Roman Sanatı]
Chrysler’i Sıraselviler’de bir gölgeye bıraktım. Yürümek iyi gelir. Bakkala uğrayıp bir paket Yenice aldım. Sigara yaktım. Evin yolunu arşınlarken düşünüyordum: Bahtiyar Kont, katlinden sonra geri döndü. Müteveffa ressam Ivan Shishkin resim yapıyor. Mezardaki dilber Nermin Mermi mektuplar yazıyor… Ölülerin dirileri taklit etmesi neyin alameti?..
Çarşamba ikindileri yalıda buluştuğumuzda Bahtiyar Bey’le uzun ve derin sohbetlere dalardık. Tarih, edebiyat, filozofi meselelerinden konuşurduk. Nükleer tehdit altında titreşerek dönen dünyada, milletçe cazip ve makbul bir yaşama modeli kuramadığımızdan müştekiydim ben.
“Merak buyurmayınız, hayat devam edecek ve sizin eserleriniz canlılığın teminatı manasına kavuşacak. Her ne kadar kendi yarattığınız imkana mesafeli dursanız da, siz, istikbali bugünde idrak ediyor, yaşıyorsunuz üstadım” demişti.
Gene yakınmıştım [en iyi yaptığım iş]: “Türkiye’de geçmiş geçmiyor, gelecek gelmiyor dostum.”
“Siz, cemiyete romansal tefekkürü öğretiyorsunuz. Maziye utançla, istikbale korkuyla bakmaktan kurtarıyorsunuz insanları. Edebiyatta devrim yapmanın ötesinde, edebiyatı bir inkılap mekanizması gibi çalıştırıyorsunuz.”
“Romanı biz icat etmediğimiz için, ondan istifade etmede hataya düşüyoruz Bahtiyar Bey. Roman okuma kılavuzu da yok elimizde. Otomobili, buzdolabını usulünce kullanıyoruz da hukuk, matematik, roman… bize hayatla ilgisiz görünüyor. Masallar, destanlar, menkıbeler gibi fantastique hikayeler vasıtasıyla hislenirken, tefekküre daldığımız zannına kapılıyoruz; hakikatle irtibatımızın varla yok arası, gevşek, sathi, göstermelik, naif niteliğini farkedemiyoruz. Cesareti, özgüveni ve kuvveti hep akıldan uzakta, cehalette, delilikte, fedailikte buluyoruz.”
Caddede şeytanın uzak-yakın akrabalarından müteşekkil kalabalığa karıştım.
Bahtiyar Bey mutlu mesut gülümsüyordu: “Önceki sene İngiliz muharrir C.S. Lewis’le Londra’da buluştuğumuzda, J.R.R. Tolkien de bize katıldı. Mister Tolkien’in romanı Lordof the Rings yeni neşredilmişti. İkisi, kıdemli romancı E.M. Forster’ı ziyaret etmek niyetindeydiler. Yazarın evi, 10-15 kilometre ötede, Chiswick adlı bir semtte. Lewis ile Tolkien’e, isterlerse, onları otomobilimle götürebileceğimi söyledim. İnanır mısınız, Üstat Forster da pek memnuniyetsizdi. Kimsenin, yaşamı romanla ölçüp tartamadığını düşünüyor. ‘Romana metni ve yazarı kavrama hevesinden ziyade, hayatı ve insanı anlamayı gözeterek bakmalı’ demişti. Ve sır verircesine eklemişti: ‘Siyasetçi tatbik ediyor, tarihçi kaydediyor, içtimaiyatçı tespitle meşgul, romancı ise yaratıyor.’ Siz, makalelerinizde bu hususları etraflıca ele alıyorsunuz. Haddimi aşmak istemem, lakin affınıza sığınarak bir sual yönelteceğim size…”
“Rica ederim, buyurunuz.”
“Ahmet Hamdi Bey, kendinizin de bir roman kahramanı olduğunuzu düşünmeniz, hadiselerin romanda cereyan ettiğini farzetmeniz… tahlil, tefekkür ve tefsir kapasitenizi katbekat arttırmaz mı?”
Bir mefruşat dükkanının vitrin camındaki aksime baktım: Yüzümde, Kızılderili kırışıklıkları. Geceyi, Alman malı bir çamaşır makinesinin içinde geçirmiş gibi görünüyorum. “İlkbahar gene de ilkbahardır” ha, aziz Tolstoy? Dünyaya bahar her sene yeniden gelir, fakat insanın baharı geri gelmiyor.
Devasa bir örümcek beni ağına düşürmüş, yiyordu sanki… Azrail’e hiç iş bırakmayacak, şuracıkta düşüp öleceğim… Yalnızlığımdan, mahvolarak mı kurtulacağım?..
Ya Bahtiyar Kont haklıysa? Umutsuzluğum düşüncelerimden değil, vehimlerimden doğuyorsa? Hayatı ve insanı romanla ölçerken, kendimi roman terazisine koymayı ihmal ettiysem?..
Otomobili, buzdolabını usulünce kullanıyoruz da hukuk, matematik, roman… bize hayatla ilgisiz görünüyor.
***
Fatin Fantom, kendi çirkinliklerini göremiyor. Adı üstünde, aynasız.
Yorgo’nun Meyhanesi’nde Başmüfettiş ile Nastasya Filippovna samimi bir havada, birbirlerine sokulmuş fısıldaşıp gülüşüyorlardı. Nastasya’nın boynunda, sabah emniyetteki ofiste gördüğüm kolye. Biri, Zaptiye Fatin Efendi’ye “Dört yapraklı yonca yemek, öküzün bahtını açmaz” demeli! Bir dakika, polisi kınıyor, şarkıcıyı kıskanıyor muyum?
Rakı bardağını kafaya diktim. Sigaramı söndürdüm.
Nastasya, sinir bozucu derecede neşeli bir şarkıyı ayıp seviyesinde bir neşeyle dans ederek söylemeye başladı. Rusça. Kadın çizgi-filmlerdeki cadılara benziyor. Allah esirgesin şerrinden.
Kalktım. Masaya para bırakıp çıktım. Bir sigara yaktım. Delirdiysen, sapıttıysan, suçluysan normale dönmek çok zordur. Saçmalıklar bazen anlamlı görünür, tutarlı şeyler ise manasız… Caddede şeytanın uzak-yakın akrabalarından müteşekkil kalabalığa karıştım.
Romansal tefekkür… Yaratarak düşünmek… İhtimaller galaksisinden bir torba yıldız seçmek… Evet, meseleye hafiye gibi değil, romancı gözüyle bakmalıyım. Allah’ın gücüne gitmesin, ben tanrı olsaydım yalnızca yazılı duaları kabul ederdim zaten... Uykunun ipine tutunarak içimdeki kuyuya inmenin vaktidir. İyi geceler aziz okur.
Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️
Yorum Yazın