Şunu da bir gerçek olarak kabul edip önemsemek gerekiyor; ülke içinde PKK şiddetinin sone ermesi, yurt dışında da tehdit olmaktan çıkması önemli. Ama bu olası iklimin siyasetin önünü açması eğer devlet tekeline bırakılacaksa zor demek yanlış olmaz. Bu yüzden her zaman olduğu gibi içerde sivil siyasete bu açıdan da muhalefete büyük sorumluluk düşmektedir. Sadece siyasete değil örgütlü olsun olmasın sivil siyasete de aynı derecede sorumluluk düşecektir.
Bahçeli’nin çıkışı ile adı konulmayan bir süreç var. İktidar blokundan isimler buna ısrarla yeni bir çözüm süreci adını koymamakla ısrarlı. Adı çözüm süreci olmasa da hedefi ilkiyle aynı. Bu hedef ilkinde olduğu gibi bu kez de PKK’nın silahsızlandırılması.
Bu açıdan 2013’de başlayan çözüm süreci esas olarak Kürt sorununun çözülmesini konuşamadan sona erdi.
İLK SÜREÇ NEDEN BİTTİ?
İlk sürecin sona ermesinde birbirini besleyen iki temel neden vardı.
İlk çözüm süreci ile başlayan dönemde iktidarın belli bir takvim içinde demokratikleşme atması gerekiyordu.
Ancak beklenen demokratikleşme adımları Gezi ile durunca, PKK’da sınır dışına çekilmeyi durdurdu ama çatışmasızlık halinin koruma kararını aldı.
O dönemde süreci durduran ikinci neden ise PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde oluşturmaya başladığı yapılanma oldu.
2012 Haziran’ında Suriye’nin kuzeyinde oluşmaya başlayan Rojova merkezli yapı, 2013 Temmuz ayı ile PKK için çözüm sürecinde daha öncelikli hale geldi ve çözüm sürecini fiili olarak bitirdi.
Bu gerçeğe rağmen 2010’da kurulan ve 2018’de kapatılan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın dönemin başkanı Muhammed Dervişoğlu üzerinden İmralı ile görüşmeler sürdü ve 2015 28 Şubat’ta meşhur Dolmabahçe Mutabakatı imzalandı.
Siyaseten hiçbir anlamı olmamasına rağmen iktidar medyasının 1 Mart günü yayınlanan gazetelerinde “barış” rüzgarları estirdi.
Nitekim, 28 Şubat üzerine geçen üç hafta sonra Erdoğan Türkiye’ye dönerken imzalanan metnin bir anlamı olmadığı uçaktaki gazetecilere açıkladı.
2015 Nisan ayından itibaren AKP-MHP arasında başlayan diyalog 7 Haziran seçim sonuçları ile siyasi ortaklığa dönüştü ve bugün Cumhur İttifakı olarak karşımıza durmaktadır.
Geride kalan süreçte Cumhur İttifakı’nı oluşturan siyasi ortaklığın temelinin “anti-Kürt” olduğunu yazdım. Bunu da 7 Haziran 2015’den bugüne takip edilen güvenlikçi politikalardan görmek mümkün.
Bu açıdan Türkiye’de Kürt sorununu mevcut yönetim sistemi ve otoriterleşme nedeniyle konuşmadık. Tam tersine iktidar bloku için hala Kürt sorunu yok, terör sorunu var.
Bu gerçeği göz önüne alınca, özellikle Bahçeli’nin çıkışını nasıl okumak gerektiği özel bir tartışma olarak ortada duruyor.
KÜRT SORUNU YİNE ÖNCELİKLİ DEĞİL
Bütün bu yaşadıklarımız esas olarak toplumun dışında siyasilerin bile değil sadece devletin için bazı kişi ve kurumların, Türkiye için varsaydıkları dış tehditleri minimize etmek için yeni bir süreç başlatmış olduğu gerçeği var karşımızda.
Bu durumda konuştuğumuz yine Kürt sorununun çözülmesi yeni ülkenin demokratikleştirilmesi değil. Öncelik yine sınır ötesi, daha çok Suriye’nin kuzeyinde var olduğu düşünülen tehditleri bertaraf etmek.
Bunun için Bahçeli, Öcalan’ı PKK’nın silah bırakması yönünde bir çağrı yapmasını istedi. Süreç o yönde ilerliyor.
Burada esas sorun şu: Bu çağrıya PKK olumlu cevap verse dahi Suriye’de otonom yapı kurmuş YPG’nin tepkisi ne olacak? Sonuçta orada Suriye merkezi yönetiminin de zaaflarından yararlanarak yarı özerk bir bölgesel yönetim var.
Bu açıdan Türkiye’nin sınır ötesindeki tehdidi ortadan kaldırmasının öncelikli yolu içerdeki Kürtlerin sorunlarını çözmekten geçiyor
SİLAH BIRAKMA SİYASETİN YOLUNU AÇAR MI?
Tam bu noktada Bahçeli’nin çıkışı sonrası olası PKK’nin silah bırakmasına yol açması, içerde Kürt siyasi hareketinin önünü açacağı varsayımı var. Yani sivil siyaset üzerinden kalkacak silah vesayeti, içerde siyasetin önünü açacağı.
Bu teorik olasılıklardan sadece birisi. Ve devlet bunu tercih etmiş durumda.
Diğer yandan şunu da bir gerçek olarak kabul edip önemsemek gerekiyor; ülke içinde PKK şiddetinin sone ermesi, yurt dışında da tehdit olmaktan çıkması önemli.
Ama bu olası iklimin siyasetin önünü açması eğer devlet tekeline bırakılacaksa zor demek yanlış olmaz.
Bu yüzden her zaman olduğu gibi içerde sivil siyasete bu açıdan da muhalefete büyük sorumluluk düşmektedir.
Sadece siyasete değil örgütlü olsun olmasın sivil siyasete de aynı derecede sorumluluk düşecektir.
Yorum Yazın