Sanırım empati sınırlarını en çok zorlayan durumlardan biri işte burada ortaya çıkıyor: bize acımayana biz hangi şart ve koşulda acıyacağız? Acıyacak mıyız? Acıyabilir miyiz? İnsanlık, insan olma gibi durumlar bu işin neresinde? Canımı acıtana merhamet etmezsem insanlıktan çıkmış mı oluyorum? İnanın ben de bilmiyorum. Gelin, beraber tartışalım...
Dilimize Arapça’dan geçmiş olan “Merhamet” kelimesinin anlamı Türk Dil Kurumu’na göre “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” şeklinde tanımlanmış. Bunun yanında bir başka deyim anlamı bulunmuyor. Yani dümdüz, net, keskin hatlara sahip bir kelime. “-Siz” ekini aldığında ise hatta, çoğu zaman hakaret olarak bile kullandığımız olmuştur: “Ne merhametsiz adammışsın.” gibi...
İnsanlığın “İyilik-Kötülük” tarihi ise, yakın zamanda daha da fazla karşılaşır olmakla birlikte, iki ana sorun üzerine tartışıp duruyor. “Bize taş atana biz de mi taş atacağız, yoksa ekmek mi?”, “Herkese anladığı dilden mi cevap vereceğiz yoksa üslubumuzu bozmayacak mıyız?”, “Merhametsize biz de mi merhametsiz olacağız, yoksa biz ona benzemeyecek miyiz?” Sanırım empati sınırlarını en çok zorlayan durumlardan biri işte burada ortaya çıkıyor: bize acımayana biz hangi şart ve koşulda acıyacağız? Acıyacak mıyız? Acıyabilir miyiz? İnsanlık, insan olma gibi durumlar bu işin neresinde? Canımı acıtana merhamet etmezsem insanlıktan çıkmış mı oluyorum? İnanın ben de bilmiyorum. Gelin, beraber tartışalım...
KARMA
Türkiye son haftaya türlü abukluklar ile girdi, hepimiz bu abukluklara kendimize has tepkiler verdik. “Bozkurt bizimdir.” dedik, “Beni temsil etmiyor.” dedik, bol bol portakal sıktık, “Işıkları aç-kapa. Yok, bu akşam olmadı. Yarın akşam bir daha aç-kapa yapalım”lar havada uçuşturuldu yazın ortasında, Temmuz’un 10’u ve 11’inde insanların 21:00’de evlerinde olacağından nasıl bu kadar emin olduklarını anlayamadığım başarısız bir iletişim ekibi tarafından. Ki bu durum, bu eylemin benim tarafımdan çok yüzeysel eleştirilmiş hali. İşin derinleri çok daha vahim. Başlı başına başka bir yazının konusu olabilecek kadar özgül abukluk içeriyor diyebilirim hatta. Fakat görüldüğü üzere yazımın konusu bu haftaya damga vuran veya damga vurabilmesi için dört bir koldan mücadele verilen başka bir vaka:
Nagehan Alçı.
Aslına bakarsanız bu yazıyı yazmak için hem içimde durdurulamaz bir istek duydum hem de bu konu ile ilgili tek kelime yazmak istemedim. İkisinin arasında bolca git gel yaşadıktan sonra Alçı-Kütahyalı cephesini yazı arşivimde mutlaka saklamak istediğime karar verdim. Çünkü son zamanlarda, dahil olduğum başka bir eser için yaptığım araştırmalar, okumalar neticesinde Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile ilgili o denli korkunç hikayeye denk geldim ki Sayın Alçı’nın da hakkını verelim istedim. Sayın Alçı’nın 9 Temmuz 2024 tarihli Nevşin Mengü röportajını izlemeyeniniz varsa yazının bundan sonrasını okumadan evvel izlemesini ve yazıma o şekilde devam etmesini isterim.
İzleyin ki 20 yılı aşkın gazetecilik yapan Sayın Alçı’nın 43 dakika 48 saniyeye ne kadar profesyonelce mağduriyetler sığdırdığını görün. Ben yine de izlerken sizler için bazı notlar aldım.
Aslında en başından bir analiz yapmak gerekirse, röportajın Sayın Mengü tarafından yapılmış olması hatırı sayılır bir kitleyi şaşırttı diye düşünüyorum. Fakat, nihayetinde Sayın Mengü de tarafsız bir gazeteci. Haber değeri hayli yüksek olan bu vakayı ve vakanın öznesini misafir etmek istemesi kadar doğal bir şey olamaz...
Sayın Alçı’nın 9 Ekim 2019 yayın tarihli TV programında Gezi Olayları ile ilgili yapmış olduğu Kabataş açıklaması, kendisi ile ilgili üst düzey haber değeri taşıyan unutulmazlar arasındadır bana kalırsa.
KABATAŞ AÇIKLAMASI UNUTULMAZLAR ARASINDA
Röportaja dönersek medya, basın ve özellikle televizyon haberciliği konusu ile ilgili toplum olarak hepimizin üç aşağı beş yukarı bir ilgisi olduğunu düşündüğümüzde Sayın Alçı hakkında da benzer şekilde hepimizin kafasında oluşmuş bir fikir, bir imaj vardır muhakkak. Nihayetinde kendisi ve eski eşi Sayın Rasim Ozan Kütahyalı’nın haber değeri olan, Nevşin Hanım’ın da ifade ettiği üzere “Celebrity” oldukları aşikar. O kadar ki, Sayın Alçı’nın 9 Ekim 2019 yayın tarihli TV programında Gezi Olayları ile ilgili yapmış olduğu Kabataş açıklaması, kendisi ile ilgili üst düzey haber değeri taşıyan unutulmazlar arasındadır bana kalırsa.
Ne demişti kendisi, hatırlayalım isterim: “Bir 25 yaşında gencecik hanım. Sırf başörtüsü taktığı için sokakta yüzlerce kişiden oluşan bir vandal grubun ortasında kaldı. Bakın 6 aylık bebeği ile sırf başörtüsü taktığı için bir kadın inanılmaz hakaretlere uğradı. Onu bunu bırakın, bayılmış. Üzerine çok afedersiniz, yani burda söylemek istemiyorum, çok kötü şeyler yapıldı. ‘İdrar kokusu ile kendime geldim’ diyor. ‘Bebeğimi aradım” diyor. Bebeği sütten kesildi.” şeklindeki açıklamayı ben bu hafta yıllar sonra tekrar tekrar dinledim. Bu konuşmayı yaparkenki mimiklerini defalarca izledim “Acaba kaçırdığım bir şey mi var?” diye. Öyle kendinden emin, öyle o ana birebirde şahit olmuş gibiydi ki aktarımı, 2024 Temmuzunda bu vakanın uydurma olduğunu artık biliyor olmamıza rağmen ben kendimden şüphe ettim “Acaba?” diye. Sonra 9 Temmuz 2024 tarihli röportaja geri döndüm ve Sayın Alçı’nın Sayın Kütahyalı’yı defalarca kez “çok iyi bir manipülatör” olmakla suçladığını gördüm, dinledim. Bu suçlamayı yaparken dudakları titriyor ve gözleri doluyordu zaman zaman. İnanır mısınız, bir an kendimi masala, pardon röportaja o kadar kaptırmışım ki benim bile gözlerim doldu. Kadınlık işte...
Hani Sayın Mengü de dedi ya “Bunları yaşamayan kadın yok, hele ki eğitim ve başarı düzeyi arttıkça daha da artıyor şiddete uğrama oranı” diye, eminim birçok kadın Sayın Mengü’ye katılmıştır röportajı izlerken. Henüz 3. dakikasında kadın meselesinden bahsetmeye hızlıca başladığı röportajında Alçı’nın ilerleyen diyalogda en dikkatimi çeken cümlelerinden biri de “Korunmaya muhtaç kadın imajından hiç hoşlanmıyorum.” şeklindeki beyanı oldu. Nasıl bir ironinin içinde olduğumuzu düşündüm o anda da. Devam eden beyanlar arasında benim şahsen kadına karşı şiddete olan hassasiyetimden dolayı en dikkatimi çeken cümlelerden bazıları “Türkiye’de kadına karşı şiddet falan... Bunlar lafta.”, “Hukuk tanımayan biri sistemde her türlü hareket edebiliyor.” ve en can alıcısı “Her şey yapanın yanına kar kalıyor.” şeklindeki cümlesi idi.
Ama ben Sayın Alçı adına üzülmeyi bir kenara bırakın onun adına hayli utandım diyebilirim. Çünkü zamanında, yani psikolojik savaşın gücü, siyasal alanın gücü, haber değerinin gücü, maddi gücü elindeyken kadının toplumsal cinsiyetteki yerini inşa edip koruyabilecekken, onun haklarına sahip çıkabilecekken kadına yönelik söylemleri ile en büyük psikolojik şiddeti uygulayan başka bir kadına karşı merhamet duygusu hissedemiyorum.
MERHAMET HİSSEDEMİYORUM
Merhametten buralara kadar boşuna gelmedik tabii ki. İnanın mübalağa yapmadım, röportajı izlerken gözlerim doldu. Hani bir atasözümüz var “Eşekten düşenin halinden eşekten düşmüş olan anlar.” diye, benimki biraz da o hesap oldu. Ama ben Sayın Alçı adına üzülmeyi bir kenara bırakın onun adına hayli utandım diyebilirim. Çünkü zamanında, yani psikolojik savaşın gücü, siyasal alanın gücü, haber değerinin gücü, maddi gücü elindeyken kadının toplumsal cinsiyetteki yerini inşa edip koruyabilecekken, onun haklarına sahip çıkabilecekken kadına yönelik söylemleri ile en büyük psikolojik şiddeti uygulayan başka bir kadına karşı merhamet duygusu hissedemiyorum. Bunun için günlerdir kendi insanlığımı sorguluyorum, kendi içimde vicdansal varoluş savaşları veriyorum fakat hayır, olmuyor.
Sayın Alçı’nın yukarıda bahsetmiş olduğum güç cephelerinden en az ikisine yeniden sahip olur olmaz ekrandan tırnaklarını yine gözümüze sokacağı gerçeğini içimden atamıyorum. Tüm bu insani reflekslerimi de bir yana bırakırsak, kendisinin bu açıklamaları yaparken herhangi bir kadını düşündüğüne de maalesef inanmıyorum. “Benden başka bu durumu yaşayan kadınlara ilham olmak istiyorum.” safsatası bana çok yavan ve içi boş geliyor. Çünkü zaten bu durumu yaşayan ve kamuoyu ile ilk defa paylaşan kadın kendisi değil. “Türkiye’de kadına yönelik şiddet” konusunda bir devrim neferiymiş gibi davranmanın kendisine bir artı katacağını, bir iletişimci olarak öngörmüyorum.
Aksine, kendisine Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın öldürülürken, psikolojik, ekonomik, cinsel, fiziksel şiddet görürken nasıl sessiz kaldıysa bundan sonraki hayatında da en azından bu konuda lal kalmasını tavsiye ederim. Çünkü kendisi bu ülkede ne zaman “Kadın” kelimesini herhangi bir cümlede kullansa subay eşlerine verdiği malum tavsiye ile hatırlanacaktır. Ve bazen “mağduru oynamak” da bir manipülasyon çeşididir.
Tekrar altını çizmek gerekirse kendisinin bu röportajı verirken salt kadın odaklı olduğunu düşünmüyorum, çünkü verdiği detaylar kimi zaman “hedef göstermek”ten başka bir amaca hizmet etmiyor. “Kimi iş adamları” ile görüştüğünü, “dini bütün insanlar”a telefon ettiğini fakat o kişilerin Sayın Kütahyalı ile halen “teknelerinde” buluştuklarını, görüştüklerini iletmesi bana biraz “Aba altından sopa göstermek” gibi geliyor. Bunu da benim şüpheci iletişimci kişiliğime verin...
Yakın zamanda aba altındaki sopanın dokunduğu her kimse olaya müdahil olacak ya Nagehan Hanım’ın “sesini” kısacaktır ya da kendisi kamuoyuna konu ile ilgili tarafını belli edecektir.
İzleyelim, görelim. Nagehan Hanım’a geçmiş olsun dileklerimle.
Yorum Yazın