Demokrasinin ilk geliştiği dönemlerde, iktidarın seçimle belirlenmesi şüphesiz özel önem taşıyordu. Ancak, günümüzde liberal demokrasinin vazgeçilmez alameti farikaları seçim değil, hukuk devleti ve erkler dengesi.
Bu satırların yazıldığı sırada Taksim Meydanı ve çevresine herhalde yarın sabahtan itibaren meydan girişi engellemek için kullanılacak bariyer öbekleri yerleştirilmiş durumda. Anladığım kadarıyla hükümetimiz 8 Mart Uluslararası Kadın Günü’nü kutlamak isteyenlerin bu günüTaksim’de kutlamasını engellemek istiyor. Geçmişte birçok kutlama ve kınamanın yapıldığı meydan her nedense son yıllarda halihazırdaki iktidarın kullanımını engellemek istediği bir alana dönüştü. Şu veya grup için anlam taşıyan günlerin artık Taksim’de kutlanması istenmiyor. Kutlamaları engellemek için çok kapsamlı tedbirler alınıyor. Bazen polisle yürümek isteyen çeşitli gruplar arasında büyük mücadeleler gerçekleşiyor. Dayaklar, tutuklamalar, itişip kakışmalar. Bazen de sadece gerilim.
Tabii bütün bunların çok ciddi maliyeti var. Bir kere alınan tedbirlerin maliyeti az olmasa gerek. Manialar her defasında meydana taşınıyor, sonra tekrar toplanıyor. Hafta sonu tatilde olması daha tabii olacak polis memurları uzun süreler aç bi-ilaç meydan civarında mevzilendiriliyor. Sonra, İstiklal, Sıraselviler, Mete ve İnönü Caddelerindekilere ve ayrıca meydana bakan işletmelere kimse gidemiyor. Hepsi azımsanmayacak gelir kaybına uğruyor. Metrolar, otobüsler Taksim’de durmuyor. Dolayısıyla vatandaşa da büyük eziyet yapılıyor. Bütün bunların nedenini anlamak kolay değil. Geçmişte meydan toplantılara, gösterilere açıktı. Çeşitli gruplar gösterilerini yapar, sonra dağılırlardı. Yine öyle olabilir. Engellemeye ne gerek var, anlayabilmiş değilim. Tabii burada Kanlı Pazar gibi olaylar da yaşanmıştır ama anlaşıldığı kadarıyla, o olaylara sebep olanlar, toplantı başka yerde de yapılsa, yine olay çıkaracaklardı.
Taksim’de kutlama yapılmasını engellemek aslında toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin serbestçe yapılmasını öngören ve anayasamızda ifadesini bulan bireysel özgürlüklerle uyum içinde olduğu tartışmalıdır. Devletin görevi özgürlüğünü kullanan kişiyi engellemek değil onun güvenliğini sağlamaktır. Fakat görülebildiği kadarıyla, hükümetimiz kendisine yakın olmayan grupların özgürlüklerini kendine göre makul gerekçelerle sınırlıyor. Buna karşılık, kendine yakın gruplara son derece anlayışlı. Sizlerin de dikkatini çekmiştir. İktidara yakın kuruluşlar Galata Köprüsü üzerinde bir Filistin yürüyüşü yaptılar, fakat aynı gösteriyi muhalefet partisi yapmak isteyince izin verilmedi. Bu tür bir yasağı yargıya taşımak ve kaldırtmak da akla geliyor ama çoğu insanımız galiba yargının hükümetin onayladığı yönde karar vereceğini düşündüğünden bu yolabaşvurmaya gerek dahi duymuyor.
Bütün bu olaylara liberal demokrasi açısından bakmak faydalı olabilir. Ülkemizde demokrasi deyince genellikle aklımıza sandığın iktidarı değiştirmesi geliyor. Buna şaşmamak gerek, çünkü ülkemize demokrasinin gelişi tek parti döneminin rakip bir partinin seçimi kazanmasıyla sona ermesi sayesinde olmuştur. Ancak sadece iktidarın seçmenin oylarıyla belirlenmesi bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilmesine yetmiyor. Evet, bir ülkenin demokrasi ile yönetildiğine hükmetmek için iktidarın seçimle gelmesi (ve gitmesi) olmazsa olmaz. Ancak bunun yanında iki olmazsa olmaz daha var: Erklerin birbirini denetlemesi ve dengelemesi ve bireysel özgürlüklerin gözetilmesini ön plana alan ve hukukun üstünlüğüne bağlı bir yönetim. Kısacası, sadece iktidarın seçimle belirlenmesi bir ülkeyi demokrasi yapmıyor. Diğer niteliklere de ihtiyaç var.
Demokrasinin ilk geliştiği dönemlerde, iktidarın seçimle belirlenmesi şüphesiz özel önem taşıyordu. Ancak, günümüzde liberal demokrasinin vazgeçilmez alameti farikaları seçim değil, hukuk devleti ve erkler dengesi. İsterseniz, önce demokrasinin ilk geliştiği döneme bakalım. Sanayileşmenin gelişmesine paralel bir gelişme gösteren siyasal demokrasi başlangıçta sermaye emek çelişkisinden güç alıyordu. İşçi hareketlerinin amacı, sermayenin parasal gücünü emeğin sayısal gücü ile dengelemekti. Hatırlanacağı gibi, oy hakkı üzerinde uzun mücadeleler cereyan etmiş, oy hakkının kadınları da kapsayacak şekilde evrenselleşmesi 20. Yüzyılın ortalarını dahi bulmuştur. Bununla birlikte, sayılarla sermayenin dengelenmesi daha önce gerçekleşmiş ve bunun sonucunda emekçilerin varlığını çok yönlü güvenceye bağlayan “sosyal devlet” anlayışı sanayileşen birçok ülkede yerleşiklik kazanmıştır. Hepsi aynı zamanda gerçekleşmese bile zamanla bireyin çalışacağı süre belirlenmiş, emeklilik hakkı ve sigortası getirilmiş, işsizlik sigortası ihdas edilmiş, sağlık sigortası kurulmuş ve diğer bazı kolaylıklar tüm çalışanların faydasına sunulmuştur.
Mücadelenin oy hakkı ve bu hakkın kullanılması üzerinde cereyan ettiği dönemlerde, demokrasi kuramı önemli oranda seçmene odaklanmıştı, seçmenin kendi çıkarlarını iyi bildiği ve seçimlerde çıkarını gözeterek davranacağı düşüncesi üzerine bina edilmişti. Benim siyasete ilişkin bilgiler edindiğim ilk öğretimden başlayıp, üniversiteye kadar uzanan yıllarda, bizlere öğretilen de seçmenin akıllı ve ne yaptığını bilen insanlardan oluştuğu idi. Tabii, bunun yanında erklerin birbirini denetlemesi ve dengelemesi, ayrıca bireysel özgürlüklerin önemi üzerinde de duruluyordu ama seçmenin rasyonelliğine kıyasla bu konular ikinci planda kalıyordu. Zaten bireysel özgürlükler seçmenin özgür iradesini oluşturması için gerekli görülüyordu, dolayısıyla bunları seçmenden bağımsız olarak ele almağa belki gerek bile yoktu.
Bir yandan siyasal sistemde erkler arasında karşılıklı dengeleme-denetleme mekanizmasının hukuken varlığı ve bunun hükümet, başlıca siyasi partiler, baskı grupları gibi siyasi aktörler tarafından benimsenmesi, diğer yandan bireysel özgürlüklerin yerleşikliği ve kurumsallaşmış olması demokratik sistemin sürekliliğinin güvencesini oluşturuyor.
Günümüzde her ne kadar iktidarları belirli aralıklarla yapılan seçimler aracılığıyla seçmenler belirliyorlarsa da, bir ülkede demokrasinin hüküm sürüp sürmediğine karar vermek için daha ziyade erklerin birbirini denetlemesine, özellikle yargının bağımsız olarak yasama ve yürütmeyi denetlemesine ve ayrıca bir ülkede bireysel özgürlüklerin kimin iktidarda olduğundan bağımsız olarak gözetilip gözetilmediğine bakılıyor. Gelişmeler zaten seçmene eskisi kadar ağırlık verilemeyeceğini göstermiş bulunuyor. İlkin, bazı ülkelerde iktidar partileri muhalefeti yasaklamak dahil muhtelif yollardan etkisizleştirerek seçimi mutlaka kendilerinin kazanmasını sağlayabiliyor. Evet meşruiyetlerini seçime dayandıran fakat demokratik olmayan iktidarlar varve sayıları az olmadığı gibi, sanki giderek artıyorlar. İkinci olarak, birçok ortamda siyasi partiler ve liderler seçmen davranışının nasıl manipüle edilebileceğini öğrendiler. Seçmenin aklından ziyade duygularına hitap ederek sonuç alabiliyorlar. Üçüncü olarak, büyük toplumsal tatminsizlikler yaşayan seçmen, kolaylıkla demokrasi karşıtı ama dertleri çözeceğini beyan eden liderlere oy veriyor. Hitler’i de, Trump’ı da iktidara özgür iradesini kullanan seçmenler getirdi. Dördüncü olarak, ister iktidarda ister muhalefette olsun, siyasiler kamuoyu yoklamalarına bakarak toplumun neleri desteklediğine, neleri istediğine bakarak nabza göre şerbet veriyorlar, ilkeli olma ve uzun vadeli planlama temayülü zayıf ama iktidarını sürdürme güdüsü güçlü kadrolar siyasete egemen oluyor. Siyaseti günlük yoklamalar yönlendirince, çıkarını gözeten rasyonel seçmen modelinin açıklama gücü de bir hayli zayıflıyor.
Tartışmayı uzatmanın faydası olacağından emin olamıyorum. İfade etmeğe çalıştığım husus, demokrasi kuramını önceleri rasyonel davranan seçmen üzerinde inşa etmiş olabiliriz ama günümüzde seçmen demokrasinin teminatını oluşturmuyor. Bir yandan siyasal sistemde erkler arasında karşılıklı dengeleme-denetleme mekanizmasının hukuken varlığı ve bunun hükümet, başlıca siyasi partiler, baskı grupları gibi siyasi aktörler tarafından benimsenmesi, diğer yandan bireysel özgürlüklerin yerleşikliği ve kurumsallaşmış olması (yani hem yasalarda yer alması hem de kamuoyunun önde gelen temsilcileri tarafından özümseniş olması) demokratik sistemin sürekliliğinin güvencesini oluşturuyor. Dolayısıyla, günümüzde otoriterliğe yönelen iktidarlar erklerin birbirini dengelemesi ve denetlemesini ve hukukun üstünlüğünü ve bunun bir parçası olan bireysel özgürlüklerin gözetilmesini hedef alıyor. Yoksa seçimi kazanmak pek zor değil.
Görüyorsunuz, iktidarın seçimle belirlenmesi demokrasinin vazgeçilmezi. Tabii bu seçimin bireysel özgürlüklerin geçerli olduğu bir ortamda yapılması, seçmenin her türlü ifade ve örgütlenme özgürlüğünden yararlanması gerek. Fakat sadece iktidarın özgür seçimlerle teşekkül etmesi de yetmiyor. Liberal demokratik bir sistemin işlemesi için erklerin birbirini dengelemesi ve denetlemesi gerekiyor. Sonra içinde bireysel özgürlüklerin merkeze oturduğu hukukun üstünlüğünün de gözetilmesi gerekiyor.
Taksim Meydanı’nın müstahkem mevkiye çevrilmesi için gerekli tedbirler alınırken, benim aklımdan bunlar geçti. Sizinle de paylaşayım istedim.

Yorum Yazın